Kelebeğin Rüyası
O yumuşacık sesini duyup da şaşkınlıkla başını kaldırdığında karşısındaki kanepede O’nu gördü.
Odadakilere tek tek göz gezdirdi ama ilginç bir şekilde kendisi dışında hiç kimse onu görmemişti henüz ve bu kadar canlı kanlı olmasalar ‘’Kesin rüyadayım’’ dedirtecek absürd konuşmalarını sürdürüyorlardı.
Ablası, babasının yatmadığı zamanlarda oturduğu televizyonun tam karşısındaki koltukta oturuyordu; ’’ Evet, gerçekten Türkiye ile Rusya’nin astrolojik haritası kesişiyormuş ve iki ülke şu anda uzay boşluğunda sonsuza doğru kopmuş gidiyorlarmış.’’ deyince babası söze girmişti. ‘’Komünizm, dikkat etmezsek bu kış gelebilir.’’
Salona birlikte çekilmiş fotoğraflarını astığı o politikacı bu sözüyle pek ünlüydü memlekette. Bir konferansından çıkarken kapıda koluna girip destek olmuştu o sırada patlamıştı flaşlar ve ertesi gün gazetelerde birlikte çekilmiş fotoğraflarını görünce çok hoşuna gitmiş, fotoğrafı büyütüp salonun bir köşesine asmıştı. Ayşe için küçüklüğünde memlekete kara kışta gelecek bir kabustu komünizm. Oysa şimdi son elli yılın en soğuk günleri olduğu söylenen bu Ocak ayında gelmesi için en uygun kışın bu olduğunu düşünmüştü. Kimseye belli etmemeye çalışarak kendi kendine gülümsedi. Memlekete ve ona nasıl da uzak olduğunu düşündü sürgün vermiş bir baharın, hele son günlerde, bu kez acı acı gülümsedi.
Ablasının karşısında, televizyonun yanındaki kanepede annesi bir yanında Aslı diğer yanında Mehmet ile oturuyordu, yine siyahlar içindeydi. Mehmet bir şeyler anlatıyordu ama gözü karşı koltukta yatan babasında olan Ayşe için zaten bir süredir dinlemekten vazgeçtiği konuşmalar bir uğultuya dönüşmüştü. Sadece, babalarını hala görmemiş olmalarına şaşkın, öylece bakıyordu.
Pijamasının üzerinde kahverengi hırkası, alt tarafı çocukluğundan hatırladığı eski bir battaniyeyle örtülü, bedeni yok gibi seçilmez olmuş; bembeyaz ve artık iyice azalmış saçları tel teldi, çocukluğundan beri heybetli bulduğu kaşları biraz daha uzamıştı sanki, nasıl da rahatsız yatıyordu gözlerinin altı yine bir kırmızı çizgi. Hiç iyi görünmüyor diye düşündü.
Yattığı kahverengi koltuğun minderleri olmadığını o an farketti, başı o sert, kuru yerde ve iyice aşağıya kaymıştı, birden geç kalıyorum korkusuyla doldu, bir hamlede koşarak başını yukarıya çekmek için kucakladı babasını, sıcacıktı, babası bir anda sağ elini sol eliyle sımsıkı tuttu, her zaman sıcak ve yumuşacıktı elleri, o yumuşacık ellerin çocukluktan beri onca ağır işle haşır neşir olduğuna inanmak nasıl da zordu. Küçükken elini tuttuğunda, bir dev varmış gibi yanında, korkusuzca bakardı dünyaya; oysa o gök gürültülü gecede bir çocuk gibi korkulu , destek almak için sıkı sıkıya ellerini tutan da aynı ellerdi, ’’Nasıl oluyor da hiçbir koşulda gücünden bir şey kaybetmiyor bu eller’’ diye düşünmüştü. Her koşulda inatla koruduğu, biriktirdiği sevgiden olmalıydı, başka izahı yoktu.
Bunlar hızla aklından akarken babası diğer eliyle onu kucaklayarak sımsıkı bir şekilde göğsüne bastırdı, koca gövdesinin sıcaklığı ve babacığının o güzel, temiz kokusuydu işte, nasıl da özlemişti bu sıcaklığı. Yattığı yerden kızının başını tam da çenesiyle göğsünün arasına sıkıca yatırdı . Hiç bitmesin istedi bu an. Uzaktan küçük bir kız çocuğunun hıçkıra hıçkıra ağlama sesini duydu önce ve babasının ve belli belirsiz ‘’ Üzülme’’ dediğini…
Önce tavanı gördü, tanımadı. Nerede uyanmıştı, çevresindeki her şey ne kadar yabancıydı. Sadece küçük kızın ağlama sesi vardı tanıdık olan. Sarsılan göğsünün üstünde ellerinin arasında tuttuğu fotoğrafı o anda farketti, tam da çenesiyle göğsünün arasına sıkıştırdığı o fotoğraf. Sımsıcak bir mavi göğün altında mavi gömlekli bir delikanlı ama niye öyle kederli bakıyordu ki, her zaman tatlı tatlı gülümsemez miydi oysa. Fotoğrafa baktı, gülümsemeye çalıştı, göğsüne bastırdı O’nu tekrar. Sadece O’nun duyacağı bir sesle fısıldadı sonra ‘’Üzülme’’ dedi ‘’üzülme.’’
* Chuang Tzu rüyasında bir kelebek olduğunu görür. Uyandığında ise kendisinin rüyasında kelebek olduğunu gören Chuang Tzu mu, yoksa rüyasında Chuang Tzu olduğunu gören bir kelebek mi olduğuna karar veremez.