Beyoğlu Pera Gezisi
Bu görkemli tarihi şehrin içinde, aslında onu yeteri kadar tanımadığı halde yine de seven pek çok insan yaşıyor. Ben de bunlardan biriyim.
Ben yüreğimde biriken coşkuyla yola revan olmaya, ayakkabılar eskitmeye, notlar tutup, fotoğraflar çekmeye devam edeceğim. Her ne kadar tatmin edici, verimli bir çalışma yapamamanın endişesini taşısam da yine de sevgi eşliğinde içimi dolduran heyecan duyguları, tarih bilgisi, İstanbul’a bağlılık gibi kavramların ivmesiyle İstanbul gezilerine devam edeceğim.
İstanbul ve ben!
Yalnız ve cesur!
Metro Han’ın hikâyesi, Londra metrosundan sonra dünyanın en eski ikinci metrosu olan Tünel’de başlıyor. 1867 yılında turistik bir gezi için İstanbul’a gelen Gavand, yaptığı gezintiler esnasında her gün yüzlerce insanın Karaköy ile Beyoğlu arasında gidip gelmek için dik ve yorucu bir yokuşu tırmanmak zorunda kaldığını fark eder. Yüksek Kaldırım yokuşunda elinde defteriyle insanları gözlemleyen ve çeşitli notlar alan Gavand, insanları bu durumdan kurtaracak bir çözüm düşünür. O dönem günde yaklaşık 40.000 kişinin yürüyerek aşındırdığı, %24 oranında eğimli bu yokuşun iki ucunu birbirine bağlamak için çalışmaya başlar. Hayalindeki şey, Galata ve Pera arasında ulaşımı kolaylaştıracak hızlı ve tasarruflu asansör tipinde bir yeraltı demiryolu projesidir.
Han, bugünkü halini 1971’de alır. İETT, 1983’te Karaköy istasyonunun üstündeki yeni bir binaya taşınana kadar İETT genel merkezi bu binada faaliyetlerini sürdürür.
1900’lerin başından beri İstanbul’un en güzel manzaralarından birine sahip olan Metro Han İBB Miras tarafından restore edilerek şehre kazandırıldı.
İstanbul’da elçilikler padişahin bağışladığı topraklarda kurulduğu için, her ülke kendi ulusal mimarlık geleneğine göre binalar yaptırmış.
1869 yılında Avusturyalı mimar Pulgher tarafından tasarlanan ve geniş bir bahçenin içinde inşa edilen İsveç Elçiliği, İsveç Krallığı’nın sınırları dışında gerçekleştirilmiş olduğu ilk elçilik binası. Bu bina, eski ahşap binanın yerine, 19. yüzyılda yapılmış. İsveç Kralı II. Oscar İstanbul’a geldiğinde onu ziyaret eden bir grup da yeni Protestan olmuş Rumlarmış. Osmanlı devleti onları bir cemaat saymadığı için ibadethane yapacak yer vermiyormuş. Oscar, padişahtan da izin alarak elçilik bahçesinde küçük bir şapel yapılmasına izin vermiş. Bu şapel hala çeşitli Protestan gruplara açık.
Birkaç adım sonra da Rus Elçiliğine geliyoruz. Rus Çarı 1831 yangınında kül olan elçilik yerine yenisinin yapımı için İtalyan Mimar Gaspare Fossatti’yi görevlendirmiş. Mimar kardeşler yüzyılın başlarında Çar tarafından Rusya’ya çağrılmış ve orada sanatlarını göstermişler. 1837’de Çar, yeni elçilik binasını inşa etmeleri için onları İstanbul’a göndermiş. İstanbul’a gelen Fossati kardesler 1838’de başladığı kagir yapıyı İtalyan usta ve işçiler çalıştırarak 1845’te bitirmiş. Çar, elçiliğin temeline konulması için Rusya’dan bir gemi toprak göndermiş. Böylece bu bina ortaya çıkmış. Fossati kardeşlerin işleri bitse de bir daha Rusya’ya dönmemişler. İstanbul’da kalmışlar. Burada yaptıkları işlerden biri de Ayasofya’nın restorasyonudur. Ayrıca, başta Darülfünun (Darülfünun, yükseköğretim döneminde gençlerin kaçarak Avrupa’ya gitmelerini engellemek için ikinci meşrutiyet döneminde açılmış olan bir kurumdur.) olsun diye yapılan, ama bitince II. Meşrutiyet’te Meclis-i Mebusan haline gelen, Sultanahmet’teki büyük binayı da yapmışlar. Elçiliğin cadde yönündeki demir kapısı Lugansk şehrinin demir ustalarının eseri. 1894 depreminde zarar gören elçiliği Mimar C. Semprini tamir etmiş.
Birkaç adım yürüyüp Hollanda Elçiliği’ne bahçe kapısından bir göz atalım. 3.500 metrekarelik bir alan üzerinde yer alan Hollanda Sarayı, İstanbul’un en eski elçilik binalarından biri. İki Rum kız kardeşten satın alınan arazi üzerinde açılan ilk elçilik rezidansı ahşaptan bir konakmış. Bugünkü elçilik binası ise 1854 yılında, Kral III. Guillaume zamanında, Rus Çarı’nın ünlü mimarları Guiseppe ve Gaspare Fossati kardeşlerin çizgileri üzerinden İtalyan mimar Giovanni Battista Barborini’ye yaptırılmış. 1859 yılında da hizmete girmiş.
İstiklal Caddesi’nin Taksim girişinde Fransız Konsolosluğu yer alıyor. 18. yüzyılda intaniye (bulaşıcı hastalıklar) hastanesi olan yapının yerine inşa edilen günümüzdeki bina 1898’de Fransa’dan özel olarak gönderilen mimarlar Bourmance ve Oliver Carre tarafından eski hastane binasının ölçülerine sadık kalınarak yapılmış.1919-1922yılları arasında İstanbul’daki Fransız işgal ordusu tarafından hastaneye Fransız bilim insanı Henry Giffard’ın adı verilmiş. 1926 yılından sonra da bina Fransız Cumhuriyeti İstanbul Elçilik Binası olarak kullanılmaya başlanmış. Burası aynı zamanda tiyatro, sergi, konser gibi etkinliklerin yanı sıra Fransızca Dil Okulu’nun yeri olan Fransız Kültür Merkezi.
Rus Elçiliği olarak 1831’de yapılan Narmanlı Han (sonradan Narmanlı Yurdu) Rus mahkemesi ve hapishanesi olarak kullanılmış. Çarlık Rusyası İstiklal Caddesi üzerindeki bugünkü Rusya Konsolosluğu’na taşındıktan sonra, bina Erzurum’un Narman ilçesinden Sıtkı ve Avni Narmanlı kardeşler tarafından satın alınmış. Sanat düşkünü bir aile olarak tanınan Narmanlılar eski elçilik binasını devrin ünlü sanatçılarına kiraya vermişler. Kiracılar arasında Bedri Rahmi Eyüboğlu, Ahmet Hamdi Tanpınar, Aliye Berger, Füreya Koral gibi isimler var. Türkiye’nin en eski gazetesi Ermenice Jamanak burada yayımlanır.
Narmanlı Han içinde İllüzyon Müzesi var. Fikir aslında 2015’te Zagreb’de hayat bulmuş. Oldukça yoğun ilgi gören müzenin ikinci durağı ise, Berlin ardından Atina, New York ve 15 farklı şehirden sonra İstanbul İstiklal Caddesi’nde yer alan Narmanlı Han’a gelmiş. Müzede eğlenilecek 60’tan fazla etkinlik var. En çok ilgi çeken tarafı ise, illüzyon gösterilerinde kullanılan gereçler. Infinity Room, Ames Odası, Tünel ve Tepetaklak Ev müze içerisinde deneyebileceğiniz illüzyon odalarından başlıcaları. Hele Vortex ismindeki tünel aslında dönemeyen bir oda. Ancak tünele girildiğinde ortaya çıkan algı silindirik ve hareket eden bir yerde olduğunuzu çağrıştırıyor. Müze içerisinde sadece illüzyon odaları yer almıyor. Ayrıca, illüzyon gösterileri sırasında kullanılan eşya ve koleksiyonlar da var. Bunlardan biri, hologram koleksiyonu. Her bir parçanın duyular üzerindeki etkisinin ne kadar yanıltıcı olduğunu görüyorsunuz. Müzede yer alan akıl oyunları odalarında hem çocuklar hem de yetişkinler için farklı zorluk seviyelerine sahip oyunlar yer alıyor. Müzeden çıkarken hatıraya dönüşmesini isterseniz 80’den fazla oyun ve hediyelik eşyalara yer verilen mağazadan Dilemma Oyunu, ahşap yapbozlar ve zekâ oyunlarına yönelik hediyeler satın alabilirsiniz.
İsveç Konsolosluğu’nun bitişiğindeki blokta, ikinci bina Botter Apartmanı var. Cadde-i Kebir denilen İstiklal Caddesi üzerinde 19. yüzyıl sonlarında yapılan Botter Apartmanı, 1901 yılında Sultan II. Abdülhamid’in terzisi Hollandalı Jan Botter tarafından mimar Raimondo d’Aronco’ya art nouveau üslubunda yaptırılmış. Binanın cephesi yontu gül motifleri ve kadın başları ile bezeli ferforje demirli balkonlarla dekore edilmiş. İstanbul’un ilk modaevi Pera Palas’tan sonra asansörü olan ikinci yapı ve inşasında ilk kez çelik konstrüksiyon kullanılmış.
Botter apartmanına bitişik olan bina Tesla ailesinin. Bugünkü adı Arda Tunca Apartmanı’dır.
Hemen yani Karagöz Apartmanı.
Yine bu bloğun köşesinde Hıdivyal Apartmanı da Mısırdan yadigardır.
Kumbaracı Yokuşu’nun adı Humbaracı Ahmed Paşa’nın Müslüman olmadan önceki adıyla Comte de Bonneval’den geliyor. Bu Fransız aristokrat asker, Avrupa’daki bütün kralların yanında çalışıp hepsiyle kavga ettikten sonra Osmanlı devletine sığınıp, Müslüman olmuş. Topçu ocağının humbaracı kolunu geliştirmiş. 1747’de öldüğünde buradaki Galata Mevlevihanesi’ne gömülmüş.
Rus Başkonsolosluğu'nu geçince, hemen sırasında Postacılar Sokağı'nı varılıyor. Bu sokak adını, yüzyılımızın başında kurulan Fransız Postanesi'nden alır (Rue des Postes). Sokağın başında çok eskiden Hristo adında bir meyhane varmış.
Hıdivyal Palas’ın karşı köşesinde Lebon pastanesi vardı. 1940 yılında, eski Lebon pastanesi yerine Markiz pastanesi açılmış. Daha önce ünlü pastane sahibi bir dönem Yıldız Sarayı’nın da pastacılığını yapmış olan Edouard Le Bon. Mösyö Le Bon, pastane duvarlarının dekorasyonu için dönemin ünlü Fransız seramik sanatçısı J.A. Arnoux’a, dört mevsimi simgeleyen Mucha tarzı seramik panolar sipariş etmiş ancak Fransa’dan İstanbul’a gelene kadar seramik panoların sadece ilkbahar ve sonbahar panoları kırılmadan gelebilmiş. Altın çağını yaşadığı dönemlerde Lebon pastanesi, aralarında Namık Kemal, Şair Ziya Paşa gibi seçkin isimlerin de yer aldığı ünlülerin buluşma yeriymiş. Sonradan Lebon’u devralıp Markiz olarak değiştiren kişi de Avedis Ohanyan Bey. O da pastanenin vitray pencerelerini yaptırmış. Markiz 1977’de kapandıktan sonra, 1990’lara dek terk edilmiş. 2003’te restore edildikten sonra açılan mekân bir süre sonra tekrar kapılarını kapattı. “Tout est bon/Chez Lebon” diye bir tekerlemesi bile var bu pastanenin.
Ünlü Markiz Pastanesi’nin sağında kalan tarihi 1840’lara giden Passage Oriental ya da diğer adıyla Şark Aynalı Pasaj Beyoğlu’nun en eski pasajlarındandır.
Gönül Sokağı’nın köşesinde Suriyeli tüccar Abud ailesinin devasa binası Suriye Pasajı bulunuyor. 1901 yılında Suriye uyruklu Hasan Halbuni Paşa ile Mehmed Abud Efendi tarafından yaptırılmış. Mimarı Demetre Th. Bassiladis olan yapı 1908 yılında tamamlanmış. Neoklasik üsluptaki bina içine girince insana dehşet bir derinlik, duygusu veriyor. Halen içindeki birçok büro, ofis ve dükkân kullanılmakta.
Hollanda Elçiliği’nin arkasında, Postacılar Sokağı’ndan inerken solumuzda, Dutch Chapel ya da Union Church var. 9 Haziran 1831’de Türkiye’ye gelen William ve Abigail Goodell tarafından temelleri atılan kilise İstanbul’daki ilk ve en eski Protestan kilisesi. Aktif olan kiliseye pazar günleri, Güney Korelilerden Hollandalılara kadar çok çeşitli cemaatler ibadete geliyor. 18. yüzyıldan kalma küçük şapelin altındaki bodrum o zaman hapishane olarak kullanılırken şimdi Pazar Okulu haline getirilmiş. İstanbul’da her zaman Protestan misyonerliğinin önemli bir merkezi olan bu kilise, 17. yüzyılda, birkaç kere İstanbul patrikliği yapan Rum Ortodoks din adamı Kirillos Lukaris’in, Kalvinizme (Hristiyan dininde bir inanç sistemidir. Bu inanca göre yaşam tarzı belirlenerek kişiler kendi aralarında örgütlenmektedir. Başta Cenevre olmak üzere farklı ülkelere de yayılan inanç şekillerinden biridir.) ikna edildiği yer olmuş. Patriklik yapmış bir adamın Protestan olmasını sindiremeyen bazı Rumlar onu Rus Casusu olarak padişaha ispiyonlamışlar ve 1638’de, Osmanlı devletinin de bilgisiyle öldürülmüş.
Dutch Chapel’in hemen aşağısında, dar bir koridordan geçerek, Fransız St. Louis Şapeli’ne geliniyor. Kullanılan bir girişi bu olmakla birlikte, kilise Fransız Elçiliği’nin bir parçasıdır ve İstanbul’da kalmış en eski Katolik kilisesidir. Kurucuları Kapusenlerdir. (Kapusenler, Hristiyanlıkta Katolik kilisesine bağlı Fransisken tarikatının bir koludur.) (Fransiskenler bir İtalyan rahibi olan Assisili Francesco, İsa'nın isteğine göre yoksulluk hayatı sürmeye ant içmiş müritleri ile kurduğu tarikattır.) Şimdiki bina 1831 yangınından sonra yapılmış. Oldukça yakın zamana kadar İstanbul’a Hakkari’den gelen Keldaniler (Keldaniler, Süryanilerin Katolik kısmını oluştururlar.) ayinlerini bu kilisede yapıyorlardı. Bugünlerde kalan birkaçı, St. Antuan’ı kullanıyorlar.
Dutch Chapel hizasında tam karşıda Glavanilerin apartmanından biri olan Glavani Apartmanı var.
Beyoğlu Postacılar Sokağı'nda Capella Hospitium Terrae Sanctae (Terra Santa Manastırı). Şimdi Beyoğlu belediyesi tarafından bahçesi kafeye dönüştürülen huzurlu ve güzel manzaralı bir manastır. İlk şapel 1670’te yapılmış, şimdiki bina 1871 yangınından sonra inşa edilmiş. İspanyol Fransisken rahiplerin yönetiminde ve İspanya Konsolosluğuna bağlı olan manastır uzun süre kapalı kaldıktan sonra Beyoğlu Belediyesi tarafından restore edildi ve kafe olarak işletilmeye başlandı.
Rus Elçiliğini geçince geniş bir kapıdan girip, merdivenlerden aşağı inince 1904 yılında mimar Guglielmo Semprini tarafından inşa edilen Katolik Kilise Santa Maria Draperis Kilisesi’ne geliyoruz.
İstanbul’un en eski faal kiliselerinden. 19. yüzyılda Galata ve Beyoğlu’nda varlığından söz edilen dokuz Latin Kilisesi’nden biri.
Girişindeki kemer üzerinde yer alan iki meleğin taşıdığı istiridye içinde kolonlarını iki yana açmış Meryem Ana kabartması ile dikkat çekiyor.Girişteki plakette İslam’ın Halifesi Abdulhamit’e ve belediye başkanı Rıdvan Paşa’ya gösterdiği kolaylık için teşekkür ediliyor.Bu bir Fransisken kilisesi. Frankiskenler, 1453’te Sirkeci’den başlayarak, çok yer gezmişler, birçok kilise inşa etmişler. 1871 büyük Beyoğlu yangınından sonra bu kiliseyi yapmışlar.
İlk olarak 1584 yılında Galata’da yapılmış olan kilise, çıkan yangınlarda defalarca zarar gördükten sonra 1904 yılında bugünkü yerinde yeniden inşa edilmiş. Adını, yapıldığı yerdeki araziyi bağışlayan Madam Clara Berrola Draperis’ten alıyor. Kilisenin iç mekanındaki parıltılı atmosfer vitraylı camlardan ve yanan mumlardan kaynaklanmakta. Kendinizi bir an için İtalya ya da İspanya’da bir manastır avlusunda hissedebilirsiniz, görmeye değer, size burada bir mola tavsiye ederim.
Bugünkü halini büyük Pera yangınından sonra alan Maison De France, Fransız görüyoruz. 1570’lerde, bu alanda Osmanlı astronomu Takiyeddin’in rasathanesi varmış. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlılarla ilk diplomatik ilişkileri kuran Batılı ülke olan Fransa 1581’de burada elçilik binası inşa etmiş. Bina 1831’deki yangında yanınca yerine Versailles’in örneği yapılmış. Şimdiki bina, Louis-Philippe zamanında (adının harfleri binada görülür) yapılmış. Mimarı Laurecisque’dir.
Dış cephe eklektik bir görünüm sergileyen ve bugün kısmen başkonsolosluğunun ikametine ayrılan saray binası, içindeki kilisesi, okulu ve araştırma enstitüsü ile Beyoğlu’nun merkezinde ayrı bir yerleşim havasında. Tarihi 1850’lere uzanan eski Fransisken rahibelerinin konutu ve yanında yer alan binalar ise 2000’li yıllarda başlatılan restorasyon çalışmaları ile yenilendi.
Nuruziya Sokağı eskiden daha “diplomatik” bir sokakmış.
Masonlar Locası’nın bitişiğinde küçük ama oldukça önemli bir bina bulunuyor. Binanın girişindeki plaketten de anlaşılacağı gibi burası ünlü Macar bestecisi Ferenc (Franz) Liszt’in İstanbul’a geldiğinde kaldığı ev. Daha doğrusu Liszt, bir zamanlar bu binanın yerinde olan ve yanan ahşap evde kalmış. Evin asıl sahibiyse Avusturya-Macaristan vatandaşı piyano satıcısı Alexander Commendinger. Commendinger Ailesi piyano yapımı ve satımında İstanbul’da bir numaraymış. İstiklal Caddesi üzerinde iki dükkanları varmış. Birisinin adı “Toumisseur de sa Majestd Impdriale” yani “sultanın sarayında müzik alet ve notaları satan bir firma”. Emest Commendinger, “pianola” adı verilen, delikli müzik rulolarıyla çalışan mekanik müzik aletlerini bu dükkânda sergiliyormuş.
Hemen yanında Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Derneği Lokali var. Bu binada 19. yüzyılda Kraliyet İtalyan Mektebi, daha sonra da İtalyan Konsolosluğu yer alıyormuş. 1928 yılında masonlar tarafından satın alman bina 1935 yılında mason faaliyetlerinin Atatürk tarafından durdurulmasıyla halk evlerine tahsis edilmiş, 1948 yılındaysa yeniden masonlara verilmiş.
Dar yokuştan aşağı, yolumuza devam ediyor ve bir meydana geliyoruz. Yürüdüğümüz bu yüz metre bizi sanki İspanya’dan küçük İtalya’ya getiriyor. Ancak burada tam köşede ilk olarakFransız Kapitülasyon Mahkemesi’ni görüyoruz. Üstünde “Loi”, “Force”, “Justice” kelimeleri yazıyor.
O dönemlerde millet sistemi bulunuyormuş, Ermeni milleti, Yahudi milleti gibi. Milletler arası problem olursa kendileri arasında hallediliyor, eğer ki bir Müslüman ve Yahudi arasında bir sorun olursa da Kadı tarafından bakılıyormuş. Fransız Mahkemesi de Fransızların kendi aralarındaki sorunları çözmek için kullandıkları mahkemeymiş.
Beyoğlu’nda İtalyan lisesinin ve Yılan Hikayesi dizisinde komiser Memoli ve Belgin ablanın oturdukları binanın bulunduğu sokak. İstiklal caddesinde yeniden düzenlenen sokak Tomtom.
Sağımızda, İstanbul’un hala ayakta duran en eski elçilik binası Palazzo di Venezia var. Testa ailesinin konağını 1746’da satın alan Balyos Andrea Memmo’nun 1695’te yeniden yaptırdığı Venedik Sarayı, ünlü Beyoğlu yangınlarından hiç yara almadan kurtulmuş ender yapılardan biri. Venedik balyozunun (bailo) konutuymuş. Üzerinde Venedik aslanı kabartması halen duruyor. Birçok devlet adamının misafir olduğu Venedik Sarayı’nın en ünlü misafir Casanova’dır. 1774 yılında kovulduğu Venedik’ten İstanbul’a gelebilmek için Humbaracı Ahmed Paşa’ya bir tavsiye mektubu getiren Casanova, İstanbul’da üç ay kalmış. Bina I. Dünya Savaşı’ndan sonra Venedik’ten İtalya’ya geçmiş.
Palazzo’nun karşı köşesindeki İtalyan Lisesi de İtalyan tarzı bir binadır.
Karşı köşedeki, şimdi adı değişen eski İtalya Oteli olan taş bina da öyle. Bu binalar bu meydanda herhangi bir İtalyan şehrinde görebileceğimiz küçük bir campo havası verir.
Marius Mişel Paşa Konağı, Cezayir Sokağı girişinin sol köşesinde yükselen, kesme taşlardan yapılmış dört katlı bina, Sultan Abdülmecid döneminin unlu zenginlerinden, İstanbul Deniz Fenerleri İşletmesi Müdürü Marius Mişel Paşa’nın ülkesine dönene dek ikamet ettiği yer olmuş.
Eski İtalya Oteli’nin yanından sola sapıyoruz. Küçük bir şapel olduğu bina kalıntısını solumuzda görüyoruz.
Yeniden sağa saparken, yüzyıl başının özenli bir Osmanlı binası (şimdi telefon idaresinin) ve onun yanında iyice haraplaşmış güzel Beyoğlu apartmanlarını geçerek Yeni Çarşı Caddesi’ne çıkıyoruz. Oradan tekrar İstiklal Caddesi’ne.
1913 öncesinde bu alanda Beyoğlu’nun başlıca eğlence yerlerinden olan Concordia Tiyatrosu ve gece kulübü bulunuyormuş. Hemen bitişiğindeki Mısır Apartmanı’nın olduğu arsada ise Trocadero Tiyatrosu varmış.
Mısır Apartmanı,1905-1910yılları arasında, son dönem ünlü sadrazamlardan Sait Halim Paşa’nın kardeşi Abbas Halim Paşa tarafından ünlü Ermeni mimar Hosvep Aznavuryan’a yaptırılmış. Yapı, adına uygun İskenderiye’ye özgü bir art noveau-arabesque tarzını yansıtıyor. İstanbul’un ilk betonarme binalarından olan altı katlı Mısır Apartmanı’nın yapımında kullanılan malzemelerin bir kısmı Fransa’dan getirilmiş. Yüksek tavanlar, geniş katlar, gösterişli merdivenler ile apartman, Mehmet Akif Ersoy’dan Mithat Cemal Kuntay’a kadar birçok ünlüye ev sahipliği yapmış. Binada İstiklal Marşı’nın kabulünün 100. yılında (2021) Mehmet Akif Ersoy’un yaşadığı daire Mehmet Akif Ersoy Hatıra Evi olarak düzenlendi.
Mısır apartmanına girmişken en üst kata çıkıp 360’nın eşsiz manzarasında yorgunluk kahvenizi içmeyi ihmal etmeyin.
Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde yer alan Ragıp Paşa Apartmanı, 1900’lü yılların başında, II. Abdülhamit’in özel kalemi Ragıp Paşa tarafından yaptırılmış. 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı İmparatorluğu’ndaki modernleşmeyle birlikte saray üyesi olan aileler, Avrupa’da eğitim alan mimarlara kendileri için değerli mülkler inşa ettirmişler. Mimar Aram Caracach ve Mimar İsac Caracach tarafından çizilen Ragıp Paşa Apartmanı, Art Nouveau sanat akımının ülkemizdeki ilk örneklerindendir. Binanın dış cephesini süsleyen zarif kıvrımlar ve bitkisel motifler orijinalliğini korumakta. Yapının her kattaki pencereleri farklı olarak tasarlanmış ve geometrik şekiller ile bezenmiş. Ragıp Paşa Apartmanı’nın yapı malzemesi tuğla üzeri taş kaplamadır.Günümüzde giriş katında bir kafe bulunan, üst katlarında otel olarak hizmet veren Ragıp Paşa Apartmanı, 100 yılı aşkın tarihiyle kendine hayran bırakmaktadır.
Sağda dar bir aralıktan Hazzopulo Pasajı ya da Hacapulo Pasajı’na giriyoruz. Kendine özgü, sevimli, romantik halinin dışında Beyoğlu’nun en eski iki pasajlarından biri. Hazzopulo ya da sonradan yakıştırılmış ikinci adıyla Danışman Geçidi. İstiklal Caddesi’yle Meşrutiyet Caddesi arasında yer alan Yunan’dan çok İtalyan atmosferi egemen pasajın ortası avlu şeklinde açık bir geçit oluşturuyor. Üç ayrı kagir yapıdan oluşan pasaj adını, 1871 yılında burayı yaptıran Büyükadalı Rum iş insanı Kiryakos Hazzopulo Efendi’den alıyor.
Aynı sırada bulunan bir başka pasaj olan Aznavur Pasajı, 1893 yılında inşa edilmiş. Art Nouveau stilindeki binaya dar bir kapıdan girilse de içerisi oldukça geniş ve tavanlar yüksek. İçeride, girişin tam karşısında 1924 yılında açılıp eklenmiş bir geçit var. Hafta içi günlerde pasaj esnafı tarafından açık bırakılan bu geçitten, kestirme olarak arka taraftaki Meşrutiyet Caddesi’ne çıkılabiliyor. Pasaj altı katlı kagir (tuğla ve taştan yapılmış) bir bina. Girişin iki yanında, içleri ışıklandırılmış vitray camlarla kaplı panolar var.
Panayia Isodion Kilisesi, Meryem Ana Rum Ortodoks Kilisesi 1803 yılında inşa edilmiş olan içi çok süslü olan Rum Ortodoks Kilisesi. Panayia ya da gerçek adıyla Eisodia Theotoku Kilisesi, Pera’nın en eski Rum Ortodoks Kilisesi. Sultan III. Selim’in fermanıyla Mimar Komnenos tarafından inşa edilmiş. Bir girişi Hazzopulo Pasajı’nda öteki girişi Olivo Geçidi’nde yer alan, doğu-batı doğrultusunda, dikdörtgen planlı kilise İsa’nın annesi Azize Meryem’e adanmış.
Panayia Isodion Kilisesi’nin avlusunda Rumca yayınlanan iki gazeteden biri olan Apoyevmatini Gazetesi’nin bürosu var. 1925’te kurulan gazetenin yönetim yeri önce Suriye Pasajı’ndaymış. Vasiliadis kardeşlerin kurucusu olduğu gazete, kirasını ödeyemediği için tahliye edilince Panayia Kilisesi bir odayı gazeteye tahsis etmiş. Bir zamanlar 30.000’e varan tirajıyla günümüzde 600’e kadar düşmüş olan gazete, yayınlarına devam ediyor. Gazetenin adının öğleden sonra anlamına gelen Apoyevmatini seçmesinin sebebi, yönetimi sabah hükümetin yayın organlarını okuduktan sonra gazeteyi çıkarmaya karar vermeleriymiş.
Panayia’nın merdivenlerinden inip sağa dönünce, Atatürk’ün oturduğu kendine özel ayrılmış olan masası ve yüksek tavanlı salonuyla daima bir Beyoğlu nostaljisi yaşatan 1932 tarihli, şehir lokanta hayatında özel bir yeri olan Rejans’a geliyoruz. 1917 Ekim Devriminden ve onu izleyen iç savaştan sonra Rusya’dan Türkiye’ye akın akın göç olmuş. Beyaz Ruslar şehre, buralarda alışık olunmayan bir eğlence tarzı getirmis. Birçok lokanta, pastane, gece kulübü açılmış. Bugün de her iddialı Türk lokantasının menüsünde stronogof gibi yemeklerin bulunması, onların etkilerinin sonucudur. Rejans’ı aristokratlar, kabare artistleri olan kadınlar açmış. Rejans benim de eskiden gittiğim özellikle sarı votkasını beğendiğim geleneklerini iyi kötü koruyabilen nadir restoranlardan.
1920-22 yılları arasında yapılan Elhamra Han, bölgede Doğu izlerini sergileyen nadide binalardan biri. Şerif Adapazarlı isimli bir iş adamı tarafından Ulusal Mimari akımının etkisiyle yaptırılan bina, Osmanlı ve Selçuklu mimarisinin izlerini taşımakta. 1960’lı yıllarda İstanbul Tiyatrosu’na da ev sahipliği yapmış. Ayrıca içerisindeki Elhamra Sineması ile Charlie Chaplin’in ünlü Modern Zamanlar’ı ve Türkiye sinemasının ilk sesli filmi İstanbul sokaklarında da ilk defa burada gösterime sunulmuş.
İstanbul’un en büyük Katolik Kilisesi olan St. Antuan İstiklal Caddesi üzerinde. İstanbul’un kendine özgü en güzel kiliselerinden biri ve her sene bahçesine kurduğu Noel ağacı ile de ziyaretçileri en fazla olan kilise. Aslında kiliseden ziyade bir katedral. 23 Ağustos1906’de tamamlanarak kapılarını ibadete açmıştır.
Mongeri’nin inşa ettiği İtalyan gotiği tarzında, Beyoğlu’nun ilk betonarme binaları arasında yer alan, dış örtüsü Marsilya tuğlaları ile kaplanmış ve Latin hacı şeklinde inşa edilmiş.
Elhamra Han’ın sağında eski büyük gayrimüslim iş adamı ailelerinden Olivo’ların apartmanları ve soldaki eski Constantinople Oteli arasındaki Olivo Pasajı’ndan geçerek caddeye çıkıyoruz.
Avrupa Pasajı’na ya da öbür adıyla Aynalı Pasaj, Beyoğlu’nun en güzel pasajlarından biri. Tavan ve duvar süslemeleriyle belirgin bir Rönesans tarzını yansıtan pasaj, 1874 yılında Ohing ailesi tarafından Mimar Pulgher’e 22 dükkanlı bir bina olarak yaptırılmış. Malta taşından inşa ettirilen Avrupa Pasajı, geçmişte mimari konumu kadar çatısını süsleyen renkli, orijinal vitraylarıyla da ünlüymüş ancak 20 Kasım 2003 tarihinde El Kaide militanlarının İngiltere Başkonsolosluğu önünde patlattığı bomba nedeniyle bir buçuk asırlık muhteşem vitraylar da yok olmuş. Pasajın içindeki, başlıkları dışarı taşan gömme sütunlar, kemerli pencereler, değişik meslekleri simgeleyen kadın heykelcikleri ve bir zamanlar önlerinde hava gazı lambalarının yer aldığı duvar aynaları yapıya ayrı bir güzellik katıyor.
Zamanında ona paralel bir de Krepen Pasajı (Crespin adlı Levanten aileden) varmış.
Beyoğlu Üç Horan Gregoryan Ermeni Kilisesi (Türkçede “Üç Hıran”). Bir zamanlar, arkadaki İtalyan binalarına Casa d’Italia sahip çıkan Avusturya Macaristan diplomatik erkanının kilisesi olarak kullanılmış. Sonra Katolik Ermenilere terk edilmiş. Balık Pazarı içindeki Sahne sokak üzerinde bulunan Üç Horan Kilisesi Taksim’deki Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi’yle Korsan Çıkmazı’ndaki Katolik Ermeni Kilisesi’nden sonra Pera’daki Baba, Oğul ve Kutsal ruh üçlüsüne adanmış üçüncü kilise. Halk arasında her ne kadar Üç Horan Kilisesi olarak da anılsa da Ermenicedeki gerçek adı Surp Yerrortutyun. Beyoğlu’nun en eski dini yapılarından olan kilisenin tarihi 16.yy. başlarına kadar uzansa da bugünkü kilisenin temeli II. Mahmud döneminde atılmış. 1808 yılında takdis edilip ibadete açılmış ancak 1810’da çıkan yangında harabeye dönmüş. Sultan Abdülaziz’in fermanıyla Hassa Mimarı Garabet Balyan Efendi ve ona asistanlık eden Serveryan Efendi’ye yeni baştan yaptırılan kilise tekrar 1838’de açılmış. 1870 büyük Beyoğlu yangınında bir kez daha büyük hasar gören kilise 1890 yılında yapılan onarım ile yeniden ibadete açılmış. Kemerli tavanlarıyla İstanbul’daki birçok Ermeni kilisesinde görülen karakteristik mimariyi yansıtan cephesinde, 1808 yılına ait yapım kitabesiyle 100. yılının kutlandığı 1907 yılında yerleştirilmiş kitabe var.
Odakule Surp Yerrortutyun Ermeni Katolik kilisesi. İstiklal caddesi üzerinde olmasına rağmen Garibaldi binası ve Odakule arasında kaldığından dikkatli bakılmadığı takdirde gözlerden kaçıyor. 1857’ye kadar Avusturya’ya ait olup elçiler pazar ayinlerine bu kilisede katılırmış.
Çiçek Pasajı veya Cite de Pera. Binayı Tanzimat döneminin ileri gelen Rum bankerlerinden Hristaki Efendi yaptırmış. Daha önce yerinde Maruni Naum Efendi’nin ahşap tiyatrosu varmış. Cam çatılı, zemini parke taşlı bina, 1870 yangınında kül olan Naum Tiyatrosu’nun yerine dükkân ve apartman dairelerinden oluşan bir pasaj olarak yapılmış. 1930’lu yıllarda pasajda açılan çiçekçi dükkanları nedeniyle bina Çiçek Pasajı olarak anılmaya başlanmış. 1940’lı yılların sonlarından itibariyle de çiçekçi dükkanlarının yerini yavaş yavaş birahaneler almaya başlamış.
Çiçek Pasajı’nın hemen yanında Sultan Abdülaziz’in emriyle 19. yüzyılda nüfusun büyük çoğunluğunun Hristiyanların oluşturduğu Pera bölgesinde açılan Balık Pazarı yer alıyor.
Yemek molasına sıra geldi. Reyhun Iranian Restaurant. Galatasaray Lisesi’nin yanındaki yokuştan indiğinizde sağ kolda. Bir İran restoranı. Çokbaşarılı. Etler harika, pilav tipik İran mutfağının safran pilavı. Farklı bir lezzet arayanların denemesi gerek. Garsonlar çok ilgili, tüm yemekleri detaylı anlattılar, tavsiyeler verdiler. Bizim tattığımız yemekler:
Mirza gazemi (ateş üzerinde patlıcan, sarımsak, domates, zerdeçal, tereyağı tuz ve karabiber ile birlikte yumurta ile kaplı patlıcan)
Kebap Barg (ızgara edilmiş özel soslu dana bonfile)
Geyme patlıcan (taze et, lepe bir çeşit nohut, domates salçası, sogan ve kızartılmış patlıcan)
Zeytoon Parvarde (zeytin, nar ekşisi, ceviz ve sarmısak karışımı)
Cezayir Sokağı ya da Cezayir Çıkmazı. Beyoğlu, İstanbul'da yer alan bir sokak. Merdivenli çıkmaz sokak, Beyoğlu ile Tophane semtlerini bağlayan bir yaya yolu niteliği taşır. Galatasaray Lisesi'nin arka sokağı 2003 yılının son aylarında, binaların birçoğunu satın alan bir şirket tarafından kısmen düzenlendi ve Fransız Sokağı adı ile tanıtıldı. Hem sokağın isminin değiştirilmesi hem de binaların kullanımı çeşitli eleştirilere uğradı. Kafelerin açılışı sırasında sokaktaki güvenlik önlemlerini konu edinen gazeteci Ahmet Tulgar'ın ardından başka gazeteciler de konuyu ele aldılar. Bulunmaz Tiyatro, durumu eleştirmek amacıyla Cezayir Sokağı Vesaire adlı bir oyun oynadı. Fransa'nın Ermeni Soykırımı iddialarını kabul etmesiyle beraber sokağın ismi geniş biçimde tartışmalı hâle geldi. Asıl ve resmi adı olan Cezayir Sokağı olarak anılması talep edildi ve önce sokağın alt başındaki, daha sonra üst girişindeki tabelalar kaldırıldı. Günümüzde Fransız sokağı ibaresi sadece bazı işletmelerin girişinde kullanılıyor.
İstiklal Caddesi’nde, karşı sıra Galatasaray Lisesi’nin büyük bahçe kapısını görüyoruz. Burada eski zamanlarda Yeniçeri ve Kapıkulu askerlerinin yetiştirildiği Acemi Oğlanlar Kışlası yani bir tür askeri lise bulunuyormuş. Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılmış devasa büyük kapısının üzerindeki armadada Enderun Mektebi’nin ilk banisi II. Bayezid’e istinaden 1481 tarihi yer alıyor. Şu anki bina 1907’de inşa edilmiş ama okul Mekteb-Sultaniye adıyla 1868 yılında Batılı tarzda eğitim veren ilk lisesi olarak kurulmuş. O zamandan bu yana Türkiye’nin çok değerli bir eğitim kurumu olmuştur. Tevfik Fikret, Ali Sami Yen, Sırrı Tarcan, Abdi İpekçi, Timur Selçuk, Barış Manço, Ferhan Şentürk, Rasim Öztekin gibi ünlüler bu okuldan mezun olmuşlar.
Galatasaray’da, meydanda, Şadi Çalık’ın, 1973’te, yani Cumhuriyet’in ellinci yılında, dinamizmi temsil edecek şekilde çelik borularla yaptığı heykel duruyor.
Galatasaray Lisesi’nin karşısında bulunan eski Beyoğlu Posta ve Telgrafhane binası, cephesi mermer kaplı sayılı Beyoğlu binalarından. 1873 yılında Theodor Sıvacıyan adlı Ermeni bir tüccar tarafından yaptırılan bina, 1907 yılında, Posta-Telgraf Nazırı Hüseyin Habib Efendi’nin döneminde posta nazırlığı tarafından satın alınıp ardından Beyoğlu Posta ve Telgrafhanesi adıyla hizmete girmiş. Bir bodrum katı üzerinde yükselen dört katlı bina, çok zengin neoklasik süslemelerle bezeli.Binanın üst katları günümüzde Galatasaray Müzesi’ne ev sahipliği yapıyor.6 Aralık 2009 tarihinde açılan Galatasaray Müzesi’nin birinci katında “Galatasaray’da Spor”, ikinci katında “Galatasaray’da Eğitim” konularıyla ilgili objeler sergileniyor. Müzenin son katı ise okul tarihiyle ilgili sergilere ev sahipliği yapıyor.
Atlas Sineması’nın olduğu bina, İstanbul’un ünlü zengin, Katolik Ermeni bankerlerden Agop Köçeoğlu (Köçeyan)’nun. Sultan Abdülaziz’e geniş kredi açmış, sonra Zarifi ile birlikte ona karşı Sultan Murat’ın destek vermiş bir banker. (Bu binada, Sultan Abdülaziz için de bir garsoniyer yaptığı söylenir.) 1870 yılında, kışlık konak olarak yaptırmış, alt katı da atlar ve arabalar için ahır olarak kullanılmış.
1970 yılında, Banker Cevher Özden’in kurmuş olduğu Kastelli Menkur Değerler’in mülkleri arasına giren bina, Kastelli’nin iflasıyla hazineye geçmiş ardından da Kültür Bakanlığı’na devredilmiş.
Yapımında taş ve dökme demir malzeme kullanılan konağın ihtişamı kaliteli mermerlerden yapılmış geniş, yüksek merdivenleriyle başlayıp tavan ve duvarlardaki altın yaldız varaklı süslemelerle devam ediyor. Malikânenin üçüncü katındaki salonunda bu zenginlik daha muhteşem devam ediyor. Yüksek tavanları, içlerinde mitolojik tanrı ve kahramanların yer aldığı su, hava, toprak ve ateş elementlerini simgesel olarak betimleyen birbirinden güzel devasa fresk resimler salonu süslüyor. Duvar resimlerini Fransa’nın ünlü saray ressamlarından, bugün Louvre gibi müzelerin koleksiyonlarında tabloları sergilenen, 1870’li yıllarda İstanbul’da bulunan Nantesli Hippolyre Dominique Berteaux yapmış.
Atlas Sineması’nın üçüncü katı 2020 yılında açılan İstanbul Sinema Müzesi’ne ev sahipliği yapıyor. Müzenin dijital arşivinde 8406 film, 31.106 oyuncu, yönetmen, senarist, yapımcı bulunuyor.
Halep Pasajı (Cite d’Alep), 1885 yılında Arap Hacar, Haciyar ya da Naccar adıyla anılan Halepli bir tüccar tarafından yaptırılmış. Beyoğlu’nun en hareketli pasajlarından biri. Zaman içinde geçirdiği yenilemeler ile orijinal yapısını kaybetmiş. Bir tek ön cephesi bozulmadan günümüze ulaşmış. İçinde Ferhan Şensoy’un ünlü tiyatrosu Darülbedayi’ye ait olan Ses Tiyatrosu vardı. Pasajın arka kapısı Yeşilçam Sokağı’na açılıyor.
Atlas Pasajı’nın hemen karşısında Luvr Apartmanı var. Baylan Pastanesi, 1933’ten, kapandığı 1967’ye kadar İstiklal Caddesi 148 numaradaki (şimdi 64) Luvr Apartmanı’nın zemin katında varlığını sürdürmüş. Viktor Adamandidis’in eseri olan apartman, ismi 1934’te Baylan adını alacak olan Loryan Pastanesi’nin Beyoğlu şubesine de ev sahipliği yapmış. Pastane ilk olarak iki Rum ortak olan Filip Lenas ve Yorgo Kiçiris tarafından 1923’te L’Orient ismi ile açılmış. Ancak 1934 yılında işletmelerde yabancı kelimelerin kullanımı yasaklandığından, Sanat Tarihi Profesörü Burhan Toprak’ın önerisiyle pastane “kendi alanında kusursuz” anlamını taşıyan Balyan ismini almış. Bu pastane açık kaldığı 1957 senesine kadar döneminin unlu Ahmet Hamdi Tanpınar, Tarık Buğra, Atilla İlhan, Demir Özlü ve Hilmi Yavuz başta olmak üzere sayısız şair ve yazarını ağırlamış.
1957 yıllarında Luvr Apartmanı, İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) Merkez Binası olarak kullanılmış. İKSV 2009’da Deniz Apartmanı’na taşındıktan sonra ise Luvr Apartmanı özel bir giyim mağazasına hizmet vermeye başlamış.
Rum Konstantinos ve Anastasios Şişmanoğlu kardeşlere ait günümüzde Yunanistan Başkonsolosluğu rezidansı cadde üzerinde görüyoruz. Konak, 2003 yılında dışı gibi duvarlardan tavanlarına, mobilyalardan heykellere kapsamlı bir restorasyon geçildi.
Atlas’ın bitişiğinde Anadolu Han, Beyoğlu’nun ünlü pasajlarından. II. Abdülhamid’in başmanbeyincisi (Osmanlı döneminde, padişahın dışarıyla olan ilişkilerine bakan, onun buyruklarını ilgililere bildiren, kimi kişilerin dileklerini de padişaha ileten görevli) Sarıca Ragıp Paşa’nın yaptırdığı pasaj beş katli ve zarif bir dış görünüme sahip.
Cercle d’Orient (Anadolu Kulübü), Grand Pera Abraham Paşa’nın mülklerindenmiş. Abraham Paşa son derece zengin bir adammış, ayrıca Osmanlı bürokrasisinde de ilerleyerek paşa olmuş. Boğaziçi’nin Karadeniz ucuna yakın iki kıyısında da muazzam arazileri, ayrıca başka apartmanları, Boğaz’da yalıları varmış. Balık tutmaya, özellikle kışın Boğaz’da lüfer tutmaya meraklı olduğu için, ortasında olta sarkıtılacak özel deliği olan yat yaptırdığı söylenir.
Beyoğlu’ndaki bu büyük binada zamanın en şık kulübü olan Cercle d’Orient yerleşmiş. Bu kulübün üyeleri yabancılar ve gayrimüslimlermiş. Türklerden ancak en büyük rütbede iki üç paşa üyeliğe kabul edilirmiş.
Beyoğlu’nun ne rönesans mimari özelliklerine sahip en gösterişli, en güzel ve en büyük binalarından biri. Alexandre Vallaury tarafından yapılmış. Vallaury, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin, Voyvoda Caddesi üzerindeki Osmanlı Bankası’nın ve Tepebaşı’ndaki Alliance Française binalarının mimari. Binayı yaptıran kişi de Abraham Karakahya Paşa. Paşa’nın sık sık toplandığı dostlarıyla bir araya gelebileceği bir kulüp yaratmak amacıyla 1870 yangınından sonra inşa ettirdiği 5 katli yapı 45 metre uzunluğu ile Beyoğlu’nun en uzun binasıdır.
Alkazar Sineması, Beyoğlu’nda açıldığı günden kapılarını kapattığı 2010 yılına dek hizmet vermiş en güzel, en şık sinemalardan biri.Cephesi İstanbul’un eklektik (birden fazla sanat akımının özelliklerini taşıyan) binaları arasında önemli bir yere sahip. İki yanını mitolojik karyatid (genç kız heykeli. Erkek heykeli biçimlerine atlant denir.) süslediği kemerli giriş yine içeride büyük bir ayna ile derinlik kazandırılmış tavan, altı yaldızlı süslerle bezeli kemerli koridor, bina cephesinin üst kısmındaki iyonik, barok tarzı neoklasik süslemeler dikkat çekici.Bina,1919-1920yılları arasında inşa edilmiş ve 1920’li yılların başlarında iki girişimci kardeş Saffet ve Şinasi İpekçi’nin gayretleriyle sinema olarak işletilmeye başlanmış. İlk yıllarda Cine Salon Elektra adıyla anılan işletme, 1925’te Alkazar Sineması adını almış. Şimdi Hope Alkazar adında çeşitli etkinlikler, atölyeler ve sanatsal faaliyetler düzenlenmekte.
Buradan bazı eski sinemaların olduğu Yeşilçam Sokağı’na dönülüyor. Şimdi Emek Sineması’nın bulunduğu alanda eskiden kocaman bir “skating ring” varmış. Türk sinema sanayi buralarda çalıştığı için, Yeşilçam adı, popüler Türk sinemasıyla anlamdaş bir deyim haline gelmiş.Ve onlara adanan Atıf Yılmaz Sokağı, Ayhan Işık Sokağı, Sadri Alışık Sokağı…
İstiklal Caddesi üzerinde, hala Tokatlıyan Pasajı olarak anılan, Aleksandr Vallaury tarafından yapılmış Tokatlıyan Hotel. Orient Express yolcularının konaklama ihtiyacını karşılamak için açılmış, zamanında Pera Palas ile birlikte modern otelciliğin adeta bir sembolü olmuş.
İstiklal Caddesi’ni Tarlabaşı ile birleştiren Sakızağacı Caddesi üzerindeki Ermeni Katolik Patrikhanesi ve Surp Asdvadzadzin Kilisesi, Ermeni Katoliklerin episkopal kilisesi -Amerika Birleşik Devletleri’nde mevcut olan bir Protestan kilisedir. Anglikan Birliği’ne bağlıdır- (Anglikan birliği, İngiltere Kilisesi ile tam birlik içinde olan tüm Anglikan kiliselerinin oluşturduğu bir birliktir. 1867'de kurulmuş olup 85 milyondan fazla üyesi ile Roma Katolik ve Doğu Ortodoks kiliselerinden sonra üçüncü büyük Hristiyan cemaatidir.) bir dönem olmuş.
Binayı 19. yüzyıl sonlarında İstanbul’un tanınmış Ermeni ailelerinden Mısırlıyan ailesi yaptırmış. Bedros Mısırlıyan’ın yaptırdığı kilisenin mimarları Garabet Tülbentçiyan ile kardeşi Andon Efendi. İnşaatta çalışan tüm işçiler nitelikli elemanlar arasından seçilip sınavla alınmış. 6 Kasım 1866 tarihinde düzenlenen ayinle açılmış. Kilisenin en kıymetli eşyalarından biri de sol taraftaki duvarda asılı duran ve üzerinde Hazreti İsa ile Aziz Rafael’I gösteren ikonografik bir resmin yer aldığı çerçeve içinde ipekten yapılmış goblen duvar halısı. Bu halıyı kiliseye bizzat gelip hediye eden kişi Fransa İmparatoriçesi Eugenie.
1870 yılında meydana gelen büyük Pera yangınında ağır hasar gören patriklik binası 1880-81 yılında yeniden ayağa kaldırılmış. Altı katlı patriklik binasının giriş katında bürolar ve yemekhane bölümü var. Patrikhane binası içinde kalan bir başka bölümde de geçmişte okul olarak kullanılmış. Patrikhane artık burada değil.
Kapısında Fransızca ve Yunanca olarak adı yazan Rumeli Han. Bu da Ragıp Paşa’nınmış. 1890 yılında caddenin ilk yüksek binası olarak inşa edilen yapının mimarı Sirkeci Tren Garı’nı da inşa eden Alman mimar Jachmund. Ragıp Paşa’nın İstiklal Caddesi üzerinde yaptırdığı üç pasajdan en görkemlisi olan yapı üç ayrı binadan oluşuyor. 9 katlı, 58 daire ve 30 dükkân barındıran binanın, İstiklal Caddesi tarafındaki ana girişi üzerinde barok, neoklasik, ampir süslemeler göze çarpıyor. Bu süslemelerin tam ortasında bir Medusa başı var. Hanın altındaki dehlizler görülmeye değer.
Sağız Ağacı Sokağı’nın bir köşesinde Hüseyin Ağa Cami durur. Müslümanlar için İstiklal Caddesi üzerindeki tek ibadet yeri. Hayırsever Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmış. 1934 yılında çıkan yangından sonra yeniden inşa edilen camiinin avlusunda yer alan göz alıcı şadırvan bir Mimar Sinan eseri ve geçmişte yol yapımları esnasında Kasımpaşa’daki Sinan Paşa Camisi’nden taşınıp getirilmiş.
Hasnun Galip Sokak, Türkiye’nin en köklü spor kulüplerinden Galatasaray ile özdeşmiş. Çünkü 1925 yılından beri Galatasaray Spor Kulübü’nün. Sokağa adını vermiş olan Hasnun Galip Galatasaray futbol takımınım ilk ünlü oyuncularından. Futbolcu iken savaşa giden Hasnun Galip, Çanakkale’de şehit düştükten sonra sokağa adı verirmiş,
Büyükparmakkapı sokağında, sağımızda yüksek, büyük, binanın adı Afrika Han. II. Abdülhamid’in mabeyin başkâtibi Eğribozlu Sarıca Ragıp Paşa büyük paralar harcayarak Beyoğlu’nda üç büyük pasaj yaptırmış. Bunlardan ikisi Rumeli ve Anadolu Pasajları. Üçüncüsü ise 1905 yılında inşa edilen Büyükparmakkapı Sokak’taki Afrika Pasajı.
Anadolu Pasajı aslında Asya, Rumeli ve Avrupa anlamlarına geliyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun yayıldığı üç kıtayı simgelemek için. Ama bu nedenle dönemin nüktedanlarından biri, “Abdülhamit’in saltanatı biraz daha devam etse, Beyoğlu’nda Amerika ve Avustralya hanlarının da yükseleceğini görecektik” demiş.
Yedi katlı ve 60 daireli Afrika Pasajı, aslında iki sokak arasında kalan bir han. Bir tarafında Büyükparmakkapı öteki tarafında da Küçükparmakkapı Sokaklari var. Şimdi bir otel olmak üzere restorasyonda.
Kuyu Sokak’taki heybetli yapı, bir zamanlar Beyoğlu’ndan gelip geçmiş, başta diplomat olmak üzere birçok elit insan yetiştirmiş ünlü Duhani ailesinin oturduğu Naum Paşa Apartmanı. Bina, ailenin en tanınan şahsiyetlerinden, bir dönem Osmanlı’nın Paris ve Malta sefirliklerini yapmış olan Said Naum Paşa’nın adını taşıyor. Oldukça zengin bir aile olan Duhaniler, 19. yüzyıl sonlarında Çiçek Pasajı’nın yerinde yükselen Naum Tiyatrosu’nunda sahipleriymiş.
Belçika Konsolosluğu’nu geçtikten sonra Alman Hastanesi’ne gelmeden o hizada Ayla Apartmanı var. Türk müziğinin unutulmaz sanatçısı Safiye Ayla Targan’ın Türk Eğitim Vakfı’na bağışladığı Ayla Apartmanı, Sıraselviler Caddesi’nin en değerli apartmanlarından.
Mis Sokağı’na sapalım. Günümüzde barların, pavyonların yer aldığı İstiklal Caddesi ile Tarlabaşı arasında kalan Mis Sokak’ın adı geçmişte Misk Sokak’mış. Cumhuriyet sonrası yabancı sokak adları değiştirilince ismi Mis Sokak olmuş. Geçmişte kalburüstü ailelerin oturduğu Beyoğlu sokaklarından biri burası. Bir zamanlar bu sokakta, Dolmabahçe Sarayı’nı, Ortaköy Camisi’ni ve daha birçok eser yapan Balyan’ların oturduğu ev yer alıyormuş. Sokak içinde bilhassa Levantenlerin ağırlıkta olduğu öteki kalburüstü ailelerin evleri de sıralanıyor.
Eski yerinden buraya taşınan ünlü profiterolcü İnci Pastanesi de bu sokakta.
İlk dört yol ağzında, karşı köşede, semtin Art Nouveau özelliklerini gösteren büyük bir apartman var. Arabacı Martin Konağı (şimdi Ferah Apartmanı).Belçikalı Martin, Abdülhamit’e araba yapıyormuş ve ustalığıyla dünyaca tanınıyormuş. Bir atlı araba yapımcısının bu koca binaya sahip olması ilginç görülebilir; ama o zamanlarda hele saray siparişlerini de karşılayan arabacısı, bugünün Peugeot’sunun sahibi gibi bir şey olmalıymış.
1950’lede, İstanbul’un ilk egzistansiyalist (varoluşçuluk) gece kulübü de bu sokakta açılmış.
Caddeden veya Kurabiye Sokağı’ndan Taksim’e doğru yürüyelim. Fransa Başkonsolosluk binasının köşesinden Zambak Sokak’a sapınca biraz ilerde, konsolosluk binasının arka tarafında Ermeni Katolik Kilisesi daha çıkar karşımıza. Adı Surp Hovhan Vosgeperan Ermeni Katolik Kilisesi. Aziz Ioannis Hrisostomos’a ithaf edilmiş. Kilisenin yerinde 1832’li yıllarda yurt, hastane, fakir çocuklar içinde bir okul ve kilise bulunuyormuş. Zamanla nüfusun artması ile 1838 yıllarının sonunda çevredeki arsada alınarak bugünkü kilise inşa edilmiş. Katolik Ermeni cemaatinin en büyük kilisesi olma özelliğine sahiptir. Ermeni Katolik kiliselerinden olan Surp Ohan Voskiperan’ın yapımına 1860 yılında başlanmış. Kilisenin mimarı, kardeşleri ile birlikte Avrupa’da eğitim görmüş olan Garabet Tülbentçiyan. Garabet, 15 Ekim 1861 tarihinde hayata gözlerini yumunca kilise yine bir mimar olan kardeşi Andon tarafından 1863 yılında tamamlanmış. Kilisenin duvarlarında görülen kitabeler, öteki aleme göçmüş, yaşamlarında kiliseye büyük yardımlarda bulunmuş kişilerin isimleri yazıyor. Burası bir Katolik Kilisesi yani Vatikan’a bağlı bir ibadethane.
Garibaldi ile Mazzimi’nin kurdukları ve kısa bir süre birlikte çalıştıkları Societe Operaia Italtiana, Garibaldi Sahnesi, İtalya İşçileri Derneği.
Tünel’den Tepebaşı’na yürürken sol tarafta Deva Çıkmazında yer alan Garibaldi Binası, 1884 yılında ünlü mimar Alexandre Vallaury tarafından yapılmış. Adını İtalya’nın ulusal kahramanı Giuseppe Garibaldi’den alan yapı, kuruluşundan itibaren İstanbul’da yasayan İtalyanların buluşma noktası olarak faaliyet göstermiş. Casa Garibaldi adıyla uzun yıllar İtalyan İşçi Yardımlaşma Cemiyeti’nin kullanımına sunulan bina, halen toplantı, konser, sergi gibi farklı etkinliklere ev sahipliği yapıyor.2017 yılında binanın restorasyonu sırasında altında Bizans dönemine ait mezarlar çıkmış.
2020 senesinde Devlet Tiyatroları Garibaldi Sahnesi adıyla perdelerini açtı.Tam karşımıza gelen bina da zengin Yahudi ailesi Fresko’ların. Geri dönerken sağ köşeyi oluşturan, eskiden Sümerbank’ın olduğu blok Abdülhamit’in Başkatibi Süreyya Paşa’nındı.
Diğer binalar Vucino Han ve Turhol Han.
1883 yılında inşa edilen Beyoğlu Öğretmen Evi, Fransızlar tarafından uzun yıllar otel olarak işletilmiş. Grand Hotel Kroecker. 1928 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na tahsis edilen bina, Beyoğlu Kız Meslek Lisesi olarak kullanılmış. 1988 yılında ise tarihi dokusu korunarak öğretmen evi adı altında restore edilmiş.
Tepebaşı Meşrutiyet Caddesi üzerinde yer alan birbirine bitişik, günümüzde İstanbul Teknik Üniversitesi- İstanbul Ticaret Odası Meslek ve Teknik Anadolu Lisesi ve Beyoğlu Öğretmen Evi olarak kullanılan üç bina 1883 yılında, Tubini ve Nomico ailerinin konakları olarak yapılmış. Yüzyılın başında Kroker ailesi tarafından otele dönüştürülen binalar daha sonra, 1917 Rus Devrimi’nden kaçan Novotny ailesi tarafından satın alınarak Hotel Novotny olarak işlevini sürdürmüş. I. Dünya Savaşı’nda Alman ordusu tarafından kullanılan otel, işgal yıllarında ise İngilizlerin askeri istihbarat merkezi olmuş ve bodrum katı Türk direnişçileri için işkencehane olarak kullanılmış.
Palazzo Corpi yani Corpi Sarayı eski ABD Elçiliği, bugün Soho House. Levanten Corpi ailesinin 1873’te mimar Leoni ve Domeneca Stampa’ya yaptırdığı mermer konak Meşrutiyet Caddesi’nin en görkemli yapılarından. Avrupa ülkelerine oranla Osmanlılarla diplomatik ilişkiye daha geç giren Amerikalılar elçilikleri için bina satın almışlar. Önce Corpi ailesinden aldıkları Sakızlı mimar Leoni’nin yaptığı binaya yerleşmişler, sonra da bunun bitişiği olan, bir zamanda İstanbul kulübü olarak kullanılan, köşedeki Tubini’lere ait binaya.
Tubini’ler bir başka önemli Levanten ailesiydi. Osmanlı devletiyle bir alacak yüzünden anlaşmazlık çıkınca (ortakları Lorando’larla birlikte), onların hakkını korumak üzere Fransız donanması Midilli Adası’nı ablukaya almıştı. Aristide Tubini, Beşiktaş’ta, 350 işçi çalıştıran bir mobilya fabrikasının da sahibiymişler. Corpiler de sanayicisiymiş.
Amerikalar, Corpilerin tüm malzemelerini İtalya’dan getirerek inşa ettirdikleri konağı büyükelçiliğinin resmi konutu olması için satın almış. Konak bugün özel bir kulüp olan Soho House olarak kullanılıyor.
Beyoğlu Öğretmen Evi’nin karşısında mimar Vallaury’nin neoklasik tasarımı olan eski Union Française Binası var.Beyoğlu’ndaki kulüp yapılan arasında en görkemlisi Fransızlara ait olan ve Fransız Birliği anlamına gelen L’union Française’dir. Neo-klasik tarzda 1896’da inşa edilen bina ilk yıllarında Madam Frederici tarafından konut olarak kullanılıyormuş. Daha sonra Fransızlara geçmiş ve L’union Française olarak anılmaya başlanmış. Fransız Kulübü’nün bir zamanlar müdavimlerine mükemmel yemekler sunan bir aşçısı olduğu söylenir.19. yüzyılda İstanbul’daki Fransızların kültür merkezi olarak kullandığı yapı, sonra Zeytinoğlu ailesinin bankası Esbank’ın mülkü olmuş.
İstanbul Modern’e de geçici olarak ev sahipliği yapan Union Francaise’nin bitişiğindeki şık apartman ise, mimarAlexandre Vallaury’in eviymiş.
Pera House (İngiliz Sarayı), Britanya Elçiliği’ne geliyoruz. Pera House aslen bir saray olup Sultan Abdülmecid döneminden günümüze gelmiş. Burada ilk elçilik sarayı, 1801 yılında, III. Selim’inde yardım ve katkılarıyla, İngiltere ve Osmanlı İmparatorluğu arasında oluşan sıcak dostluk bağlarının bir nişanesi olarak inşa edilmiş. Ancak bu ilk bina, 1831 Beyoğlu yangınında yanıp büyük hasar görmüş. Pera House adıyla yeni baştan, bugün görünen saray şeklinde neoklasik ve neo rönesans tarzlarındaki binanın inşasına 1844 yılında başlanmış. İngiliz Sarayı’nın mimarları olan Londra’daki Parlamento’ya da son biçimini veren Sir Charles Barry ile Taksim’deki Taşkışla’yı inşa eden William James Smith. 1850 yılında inşaatı bitirilen sarayın giriş katı büro mekanlarına, birinci ve ikinci katları elçilik konutu ile misafirhaneye ayrılmış. Bina İngiliz’den çok İtalyan Rönesans üslubuna uygundur. Ayrıca sarayın içinde çok zengin ve geniş bir balo salonu var.Pera House’un güzel yeşil bahçesinin Tepebaşı’na bakan köşesinde küçük Azize Helena Kilisesi yer alıyor.
Elçilik bahçe duvarını izleyerek biraz yürüyünce, demir kapılarında haç kabartmaları olan, düz cepheli küçükçe bir bina olan St. Helena Şapeli, Chapelle Rixos’a varıyoruz.
Beyoğlu’nun sokakları, binaları kadar mekanları da ünlüdür. İngiliz konsolosluğunun karşısında tarihi Pano Şaraphanesi var. 1898 yılında Panayot Papadapoulos tarafından kurulan 118 yıllık tarihi mekân. Duvarlarda bulunan geçmişe ait Pano’da çekilmiş fotoğraflar, eskiden en dipteki masanın “ısmarlama masası” olması dükkâna gelenlerin o masaya oturanlara içki ısmarlamak zorunda olduğu söylenir. Kendi imalatları şarapları deneyebilirsiniz ama biz Süryani şarabı açtırdık. Midyat, Diyarbakır yöresine ait bu şarabın içimi kolay, tadı yumuşak idi. Dinlendik biraz da demlendik. Tekrar gezmeye koyulalım.
Köşede şimdi TÜSİAD’ın olan apartman, Osmanlı devletinden deniz feneri yapma tekelini alan Baudony’nun eviymiş.Osmanlı devleti Batı’nın her türlü kurumunu almak durumunda kalmış. Hal böyle olunca da Bazı batılı adamlar, batıdaki rekabete girmektense, gelip burada bir işi önermeyi ve o işin tekelini elde etmeyi başarmışlar.
Az ileride, solda, ünlü Pera Palas. Pera Palas Oteli, Compagnie International des Wagons-Lits Şirketi’nin sahibi Georges Nackelmackers tarafından 1895 yılında Mimar Alexandre Vallury’ye, kendisine ait Orient Express treniyle Avrupa’dan İstanbul’a varan yolcuların kalması için yaptırılmış. Otel, uzun yıllar çok ünlü konukları ağırlamış. Bu ünlü konuklar arasında Şark Ekspresinde Cinayet kitabı’nın yazarı Agatha Christie, Hollywood yıldızı Greta Garbo, casus Mata Hari, Yugoslavya Başkanı Tito, İran Şahı Rıza Pevlevi, Sırp Kralı Pyotr, İngiltere Kralı VIII. Edward, Marlene Dietrich ve Pierre Loti gibi isimler var. Atatürk de birkaç kez otelin 101 no.lu suit odasında kalmış.
Pera Palace Jumeriah’ın tam 121 yıldır hizmet verdiğini biliyor muydunuz? Patisserie de Pera da içeride hizmet veriyor.
Grand Hotel de Londres. Köşe yapan karyatidli (sütun olarak kullanılan, mimari bir destek görevi gören yontulmuş kadın heykel figürü), görkemli bina hala bir otel.
Levanten banker Glavani ailesinin Mimar Semprini’ye yaptırdığı konağı, 1892 yılında satın alan D’Andaria Otel’e dönüştürmüş. Birçok kez el değiştiren otel 1930’lu yıllarda Levanten d’Andria ailesine aitmiş. Bugün Hüzmeli ailesinin mülkiyetinde.
Bu alanda aslında değinmeye imkân olmayan en az otuz otel daha var. Bu hem buranın ciddi bir oteller bölgesi olduğunu gösteriyor. Türkiye’nin ilk otelleri İstanbul’da, Pera’da açılmış. Bu oteller İstiklal Caddesi’nde ve yan sokaklarında, yabancı misyon temsilciliklerine yakın bölgelerde hizmet veriyormuş. Zaman içinde oteller kapandı, binalar da yok oldu gitti. Ancak bir kısmı halen ayakta duruyor.
Açılan ilk otel 1841’de İngiliz Konsolosluğunun karşı köşesinde açılan Hotel d’Angleterre imiş. Cumhuriyetle beraber adı Alp Otel olana kadar Hotel Mıssiri, Hotel Royal d’Angleterre, Hotel Royal gibi adlar almış.
Beyoğlu Öğretmenevi ve İstanbul Sanayi Odası olan yerde bir zamanlar bir Alman tarafından işletilen Krocker Oteli bulunuyormuş. Krocker Oteli 1922’de ikiye ayrılmış. İlk bina Kohut Oteli, ikinci bina Novotni Oteli ve YMCA (Ybung MenChristian Association) olmuş.
Casa d’Italia, İtalyan Kültür Merkezi. 1848 yılında Avusturyalılar Venedik’I işgal edince Tomtom Kaptak Sokağı’ndaki Venedik Sarayı’na da el koymuşlar. Sultan Abdülaziz, elçilik olarak kullanılmak üzere bugünkü Cada D’Italia binasını satın alarak hediye etmiş. İtalyanlar daha sonra mimar Mongeri’ye Türkiye’de yeni bir elçilik siparişi vermiş. Cumhuriyet’ten sonra elçilikler Ankara’ya taşınınca Teşvikiye’deki yapı satışa çıkarılmış ve Tepebaşı’ndaki bina İtalyan Kültür Merkezi’ne dönüştürülmüş.
Hemen orda hakkında bilgi bulamadığımTarhan Han var.
Pera Müzesi’ne bağlı İstanbul Araştırma Enstitüsü’nün mimarı, Levanten İtalyan Semprini. Girişinde sergi sarayı diğer katlarında Semavi Eyice’nin bağışladığı Bizans tarihi ve İstanbul üzerine zengin bir kütüphanesi var.
2013 Haziran ayında açılan Pera Müzesi, Suna ve İnan Kıraç Vakfı’nın kültür sanat hizmeti vermek amacıyla hayata geçirdiği geniş kapsamlı bir kültür girişiminin ilk adımı. Bu projede bir “müze-kültür merkezi” işlevi üstlenen Pera Müzesi binası, 1893 yılında Rum mimar Archille Manousdos’un İstanbul’un gözde semti Tepebaşı’nda sahibi Ermeni Mıgırdıç Terziyan olan Bristol Hotel olarak inşa ettiği yap, Mimar Sinan Genim tarafından tümüyle elden geçirilerek çağdaş donanımlı bir müzeye dönüştürülmüş. Müzede Suna ve İnan Kıraç Vakfı’na ait “Oryantalist Resim”, “Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri”, “ Kütahya Çini ve Seramikleri” koleksiyonları ve bu koleksiyonların temsil ettiği değerler, yayıncılık ürünleri sergilenirken sözlü etkinlikler, film gösterimleri, öğrenme programları ve bilimsel çalışmalar sürdürülüyor.
Kim bilir, kaç kez geçtik her adımında başka bir hikâyeyi fısıldayan, mimari güzellikleriyle içimizi açan, değişime ayak uydursa da eski dokusunu korumuş Beyoğlu sokaklarından ve o upuzun caddesinden…
Eski Çiçekçi Sokak, eski adı Linardi, sonra da Eski Çiçekçi. Garibaldi’nin İstanbul’da kaldığı sürede oturduğu sokak.
Kallavi Sokak, Beyoğlu’nun ünlü Levanten ailelerinden bir olan Glavani ailesinin bu sokakta bir konağı olduğu için sokağa onların adı verilmiş zaman içinde de Kallavi Sokak olmuş. Eski ismiyle Rue Glavani.
Tütüncü Çıkmazı ama aslında çıkmaz olmayan bir girinti. Sağındaki, kullanılmayan oymalı şık kapı eski Hotel Metropole’den kalma. Bu çıkmazdan Beyoğlu’nun bir başka ünlü gece kulübü ve eğlence yerine girilirdi. Zaman içinde burası, Sponek, Parisiana ve Garden Bar adlarıyla tanınmıştı. Türkiye’de ilk sinema bu lokalde oynatılmış.
Turnacıbaşı Sokak ve Bahçeli Hamam, Galatasaray Hamamı’ndan sonra bölgedeki en eski hamam. Özellikle Ağa Cami’nin karşısında gusül abdesti alacak Müslümanlar için 17. yüzyıl başlarında yaptırılmış. Mimarı Davud Ağa Rumeli Pasajı inşa edilirken Mabeyinci Ragıp Paşa burayı da satın almış ve hamam 1951 yılına dek faal şekilde çalışmış.
Balyoz Sokak, İtalyan Kültür Merkezi’nin yanında. Önceki ismi Venedik Sokağı’ymış. Osmanlı döneminde Venedik elçilerine “Balios” denildiği için sokağa Balyoz Sokağı adı verilmiş.
Erol Dernek Sokak, adını veren Gazeteci Erol Dernek, “Haberin tarihi pazarı Bab-ı Âli” döneminin en önemli foto muhabiri. Yaptığı spor, magazin ve siyasi haberlerle ünlenmiş. Dernek’i yaşadığı dönemin şahitleri Beyoğlu’nda Yeşilçam Sokak’ta, Figüranlar Kahvesi’nde ve Atlas sinemaları arasında fotoğraf makinesiyle zigzag çizerek seyir halinde olduğunu anlatırlar. Hafta sonları ise Dolmabahçe Stadı’nın kale direklerinden birinin arkasında yer alır, en güzel gol fotoğraflarını çekermiş. Sadece fotoğraf çekmez, yazılar da kaleme alırmış. Bu sokakta Yeşilçam’ın en unlu aktristi Cahide Sonku’nun da ölüsü bulunmuş.
19. yüzyılda kurulmuş yabancı okullar, Osmanlı devletinin yapısıyla açıklanır. Osmanlı İmparatorluğu, “Avrupa’nın hasta adamı” sıfatına rağmen siyasi bağımsızlığını kaybetmemiş ve kolonize olmamıştı. Kolonize olmadığı için tüm yabancı devletler buralarda okul açtılar. Böylece Osmanlı Devleti, Batılaşma yolunda, kendi güçlerini aşan nitelikli okullara sahip oluyordu; Batılılar da okullarında kendi kültürel dünyalarına uydurdukları insanları yetiştiriyordu. Yabancı okullara başlarda gayrimüslim çocuklar gidiyordu. Ama zaman içinde ileri gelen Müslüman ailelerde çocuklarını göndermeye başladılar. Bugün halen bu kurumlar orta öğrenimin en iyi kurumlarıdır. Dünyada her yerde, yeni tanıştığınız birine, hangi üniversiteden olduğunu sorarsınız; Türkiye’de hangi liseden olduğu daha önemlidir.
Turnacıbaşı sokağına saparsak, Zoğrafyon Rum Erkek Lisesi’ne varıyoruz. Zoğrafos Çiçek Pasajı’nı yaptıran Hristaki’nin soyadı.
Rum Erkek Lisesi’nin önünden geçip, sola, Ağa Hamamı Sokağı’na sapınca da Galileo Galilei İtalyan Lisesi (İtalyanca: Liceo Scientifico Galileo Galilei) ile Yunanistan Konsolosluğuna (eski elçiliğe) görüyoruz.
Alman Lisesi, İsveç Elçiliğin yanından Galata’ya doğru inen sokakta çoğu İtalyan karışımlarından gelen büyük Levanten ailelerin apartmanları önümüze çıkıyor. Lorando (Yakup Bey apartmanı), Dandria (d’Andria Pasajı / Terkos Pasajı) Dandoria vb. Ayrıca zengin Katolik Ermenilerin ve bazı Osmanlı bürokratların apartmanları.
Asmalımescit’te Yakup’un Yeri Azaryan Efendi’nin apartmanlarından,
Onun yanındaki yerde de Maltalı Levanten Mizzi’nin İngilizce ve Fransızca yayınladığı The Levant Herald gazetesini çıkarmış.
İllerde köşedeki bina da, İstanbul’da saray Mızıka-I Hümayununu kuran, şefliğini yapan, Osmanlılara marşlar besteleyen Donizetti Paşa Evi.
Araya sıkışmış siluete uymayan Odakule. 1940 yılında kapanan Karlman Pasajı’nın yerine 1976 yılında mimarları Kaya Tecimen ve Ali Kemal Taner tarafından tasarlanan ve modernist anlayışla inşa edilen Odakule iş merkezi, aynı zamana İstiklal Caddesi ile Meşrutiyet Caddesini bağlayan bir geçit. Oditoryum kütlesinin altında yer alan bu pasajda Salih Acar ve Atilla Onaran’ın da heykelleri bulunuyor.
Kelebek Korse, Beyoğlu’ndaki 80 yıllık mağazası. Yeni Borçlar Kanunu nedeniyle 9 Aralık’ta kapanan Kelebek Korse. Dükkân sahibi Avramoğlu, 10 bin lirayı ödeyemeyeceği için dükkânı boşaltmak zorunda kalmış.Şalom Gazetesi: “Kelebek Korse, 1930’lardan beri Beyoğlu ile özdeşleşen küçücük dükkânından 15 Aralık’ta çıkıyor. ‘Kelebekler uçmaya devam etsin’ sloganıyla destek olmaya çalıştığımız Kelebek Korse’yi, bu tarihi dükkânı maalesef kurtaramadık.” yazmıştır.
En başta İstanbul’u anlamak için onu dinlemeliyiz demiştim. Bu güzel kentin sokaklarında gezerken sokakların, evlerin, apartmanların fısıldadıklarına kulak verip, anlattıkları hikayeleri not ettim. Yanından geçip gittiğimiz bu eşsiz güzelliklerin asırlara uzanan belleğin tanığı olup, bunları sizlere anlatabildiysem ne mutlu bana.
Bu gezi bana huzur verici tatlı yorgunluğu ile bir terapi gibi geldi. Umarım sizler için de öyle olmuştur.
Resimdeki binalar;
Tünel Pasajı
Seferoğlu Apartmanı
Borusan Müzik Evi
İstanbul Barosu
Esen Apartmanı
Olivo Han
No name
Beyoğlu Han
Mado
Örs Turistik Is Merkezi
Kantaroğlu Apartmanı
No name
Baraz Apartmanı
Bu yazımda da kullandığım kaynaklar:
İstanbul Nasıl Gezilir-Haldun Hürel
İstanbul Gezi Rehberi- Murat Belge
Taşların Dilinden İstanbul-Sami Bayraktar
Strolling Throug İstanbul_Hilary Summer-Boyd & John Freely
Haritalarla İstanbul Gezi Rehberi-İBB
Kültür Envanteri
The Magger
Worldpress
Avlaremoz
Bağ Bahçe İstanbul Doğal İstanbul
Belediye web siteleri yazıları, faydalanmamız için yazılarını web, instagram, facebook, X’te yayınlayan bloggerlar, gezginler hepsine ayrı ayrı çok teşekkür ederim
Emeklerine saygı önemli!
Tavsiye ettiğim yeme, içme mekanları, yerler ile bir işbirliğim veya reklamım yoktur.!!!