163

Gezi ve Eğitim bir arada Boston, Yale, Brown, Darmouth, MIT, Harvard

Doğu Amerika Günlükleri 5:

Şehirler, Üniversiteler, Anılar…

Gezi ve Eğitim bir arada Boston, Yale, Brown, Darmouth, MIT, Harvard

1638’de Londra’dan gelen zengin bir grup Püritans tarafından Quinnipiac Nehri’nin ağzındaki doğal limanda kurulan NEW HAVEN, nakliye ve daha sonra sanayide sağlam bir ekonomi geliştirdi. 1716’da eyaletlerin en eski üniversitesi olan Yale Üniversitesi’nin merkezi oldu, ancak şehri gerçekten kendine getiren şey on dokuzuncu yüzyıldaki üretimdi. New Haven, Winchester tüfekleri, müzik, enstrümanlar, aletler, arabalar ve korseler üretti ve devrim niteliğindeki pamuk çırçırının mucidi Eli Whitney, buradaki atölyesinde pahalı vasıflı işgücünü ortadan kaldıran bir seri üretim yöntemi keşfetti. Ancak bugün, New Haven’da çok az üretim faaliyeti kaldı ve şehir zarar verici ve derin bir bunalımla karşı karşıya.

New Haven’ın başlıca cazibe merkezi olan Yale Üniversitesi, heybetiyle her şeyin tam ortasında duruyor. İstediğiniz gibi dolaşabilirsiniz, ancak internetten önceden randevu alırsanız 149 Elm St adresindeki Yale Ziyaretçi Bilgi Merkezi’nden, bir bucuk saatlik öğrenci rehberliğinde turlara katılabilirsiniz.

Yale’in en popüler ve prestijli lisans bölümleri arasında, Political Science (Siyaset Bilimi), History (Tarih), Economics (Ekonomi), Psychology (Psikoloji), Computer Science (Bilgisayar Bilimleri), Global Affairs (Küresel İlişkiler) öne çıkıyor. Yale aynı zamanda güçlü bir Drama Okulu (David Geffen School of Drama) ve Hukuk Fakültesi (Yale Law School) ile tanınıyor. Özellikle Yale Law, ABD’de uzun süredir en üst sırada yer alıyor.

Yıllık yeni lisans öğrenci kabulü: ~1.550 kişi. Yale, %50’nin üzerinde kadın öğrenciden oluşuyor ve yaklaşık %45’i beyaz olmayan azınlıklardan. 120’den fazla ülkeden uluslararası öğrenciye ev sahipliği yapıyor.

Yale, “ihtiyaca göre burs” (need-based financial aid) sistemini uyguluyor. Ailenin gelirine göre tam burs alma imkânı var. Yale’e kabul edilen öğrencilerin yaklaşık %53’ü burs alıyor. 2024–2025 yılı için ortalama burs miktarı: ~68.000 USD.

Yale University (2024-2025)

* Tuition: 67.250 USD

* Housing: 11.300 USD

* Food: 8.600 USD

* Total: 87.150 USD

Yale Universitesini şu şekilde gezebilirsiniz;

Old Campus: İlk yerleşim bölgesi, tarihi binalar ve yemyeşil avlularla çevrili.

Sterling Memorial Library

Gotik mimarisiyle bir katedrali andıran bu kütüphane, kampüsün en ikonik yapılarından biri. Sessiz atmosferi ve görkemli okuma salonları görülmeye değer.

Beinecke Rare Book & Manuscript Library

Nadir kitapların ve el yazmalarının sergilendiği bu etkileyici yapı, yarı saydam mermer duvarlarıyla içeri girer girmez büyüleyici bir atmosfer sunuyor. Gutenberg İncili burada görülebilir.

Yale University Art Gallery

Amerika’nın en eski üniversite sanat müzesi olan bu galeri, Van Gogh’tan Picasso’ya, Afrika maskelerinden çağdaş sanat eserlerine kadar zengin bir koleksiyona sahip. Ücretsiz giriş imkânı da

Yale Center for British Art

18. yüzyıldan günümüze kadar uzanan İngiliz sanatına adanmış dünyanın en geniş koleksiyonlarından biri. Hem mimarisi hem de koleksiyonları ile dikkat çekiyor.

Yale Peabody Museum of Natural History (Geçici olarak kapalı olabilir, ziyaret öncesi kontrol etmekte fayda var)

Dinozor iskeletlerinden Antik Mısır koleksiyonlarına kadar geniş bir yelpazeye sahip. Özellikle çocuklu ziyaretçiler için oldukça keyifli bir durak.

Ünlü mezunları arasında; Bill Clinton – ABD eski başkanı, Hillary Clinton – Eski Dışişleri Bakanı, George H. W. Bush ve George W. Bush – Baba-oğul iki ABD başkanı, Meryl Streep – Oscar ödüllü oyuncu, Jodie Foster – Oyuncu ve yönetmen, Paul Krugman – Nobel ödüllü ekonomist, Fareed Zakaria – CNN sunucusu ve gazeteci, Lupita Nyong’o – Oyuncu, Anderson Cooper – CNN sunucusu, bulunuyor.

Providence, Rhode Island’ın hem tarihsel hem de kültürel açıdan en köklü noktası. Seekonk ve Providence nehirlerinin birleştiği yerde, yedi tepe üzerine kurulu bu şehir, 1636’da dini özgürlük arayışıyla sürgüne gönderilen Roger Williams tarafından, Narragansett Kızılderililerinden alınan topraklar üzerine kurulmuş. İsmini de “Tanrı’nın lütfunu anmak için” koymuş.

Bugün Providence, New England bölgesinin dördüncü büyük şehri ve 1901’den bu yana Rhode Island eyaletinin başkenti. Şehir aynı zamanda iki güçlü eğitim kurumuna ev sahipliği yapıyor:

•Brown Üniversitesi (Ivy League üyesi)

•Rhode Island School of Design (RISD), sanat ve tasarım alanında dünyanın en prestijli okullarından biri (yerel halk “Rizdee” diye telaffuz ediyor).

College Hill

Nehrin doğusunda yer alan College Hill bölgesi, sömürge döneminden kalma evleri, dar taş sokakları ve müzeleriyle adeta geçmişin korunduğu bir açık hava vitrini gibi. Yürüyüş yaparken karşınıza çıkan her bina, şehrin karakterine katkı sunuyor.

Bölgedeki en dikkat çekici yapılardan biri, First Baptist Church in America (75 N Main Street). Roger Williams’ın dini özgürlük deneyiminin bir parçası olarak kurulan bu kilise, 1775 tarihli. Beyaz boyalı dış cephesi ve göğe uzanan çan kulesiyle göz alıcı.

Yokuş yukarı çıktığınızda, bir zamanlar kıyıdaki ticaretin merkezi olan South Main Street sizi karşılıyor. Bugün seramik ve el işi ürünler satan küçük dükkânlara ev sahipliği yapan bu cadde, şehrin geçmişiyle modern yaşamı arasında hoş bir köprü kuruyor.

Benefit Street: “Tarih Mili”

College Hill’in sırtını yasladığı Benefit Street, yerel halkın deyimiyle “Tarih Mili”. 18. ve 19. yüzyıldan kalma, pastel renkli tahta kaplamalı evlerle çevrili bu sokak, tarihe meraklı gezginler için yürüyerek keşfedilecek bir rota sunuyor. O dönemde, burası sadece mezarlıklara çıkan toprak bir yolmuş. Ancak 19. yüzyılda Brown ailesinin tepeye inşa ettiği görkemli eviyle birlikte bölge canlanmış.

Nehir kıyısından baktığınızda bu ev hâlâ zarif mimarisiyle dikkat çekiyor. İçindeki orijinal mobilyalar korunmuş ve Brown ailesinin bölgeye nasıl şekil verdiğini hatırlatıyor.

Providence’da yürürken gözünüzden kaçması neredeyse imkânsız olan, anıtsal görünümlü etkileyici bir yapı çıkabilir karşınıza: First Church of Christ, Scientist. Dışarıdan bakıldığında, birçok kişinin ilk tepkisi “eyalet meclisine benziyor” olur—ki hiç de haksız sayılmazlar. Gerçekten de bina, Rhode Island Eyalet Meclisi’ni andıran görkemli bir siluete sahip.

Bu kilise, şehirdeki Hristiyan Bilim Topluluğu’nun tarihine tanıklık ediyor. Topluluk, 1889’da gayriresmî ibadetlerle faaliyetlerine başlamış ve 1895’te yasal olarak tanınarak bir tüzük almış. Kilisenin inşasına ise 1906 yılında başlanmış. Tasarımı, yerel mimar Howard Hoppin tarafından yapılmış ve ilhamını Boston’daki Ana Kilise’den almış.

Mimari açıdan Klasik Uyanış tarzıyla inşa edilen yapı, Korint düzenindeki sütunlarla çevrelenen geniş bir girişe ve üzeri bakır kaplı yarım küre şeklindeki heybetli bir kubbeye sahip. Bu bakır kubbe, güneş ışığını yakaladığında oldukça etkileyici bir görüntü sunuyor.

Her ne kadar kubbesi ve sütunlarıyla dikkat çeken bir yapıya sahip olsa da, ana bina çevresindeki konut karakterine uyum sağlamak adına mütevazı bir cepheyle tasarlanmış. Böylece bulunduğu mahalleye baskı kurmadan zarifçe yerleşiyor.

Providence’ın gezilecek başlıca noktaları, yedi tepesinden özellikle üçü etrafında toplanmış durumda. Bunların kalbi sayılabilecek yer ise Kennedy Plaza ve çevresi. Şehir merkezinin tam ortasında, Constitution Hill’in hemen eteklerinde yer alan bu bölge, toplu taşımanın kavşak noktası olmasının yanı sıra tarihi yapıları ve canlı atmosferiyle dikkat çekiyor.

Meydanın batı ucunda yükselen Providence Belediye Binası, dışarıdan bakıldığında ciddi ve sade bir yapı gibi görünebilir. Ancak içine adım attığınızda özellikle Alderman’s Chamber adlı toplantı salonunda göz alıcı bir detay sizi karşılar: tavanı, gece mavisi zemin üzerine serpiştirilmiş yıldızlarla süslenmiştir. Sessizce yukarı bakınca sanki gökyüzüne açılan bir pencereden yıldızları izliyormuş gibi hissedersiniz.

Artık tren terminali olarak kullanılmasa da, yakınlardaki 1898 Beaux Arts Union İstasyonu, şehrin mükemmel olduğu tarihi restorasyonun güzel bir örneğidir.

Union Station, 1898 yılında açıldığında Providence’ın kalbindeki en önemli ulaşım merkezlerinden biriydi. New York, New Haven & Hartford Railroad tarafından yaptırılan bu görkemli bina, dönemin yükselen mimari anlayışı olan Beaux-Arts stilinde inşa edildi. Tasarımı, ünlü mimar Stone, Carpenter & Willson tarafından gerçekleştirildi ve istasyon açıldığında, Doğu Kıyısı’nın en büyük ve en modern demiryolu merkezlerinden biri olarak kabul ediliyordu.

Union Station’ın adı, birden fazla tren şirketinin aynı tesisi paylaşmasından gelir. Bu, Amerika’daki birçok “Union Station” için geçerli bir durumdu; Providence’ta da çeşitli demiryolu hatlarının kesişim noktası olarak büyük bir işleve sahipti.

Ancak zamanla demiryolu yolcu taşımacılığı azalınca bina da önemini yitirdi. 1980’lerde büyük bir yangın geçirdi, ancak neyse ki dış cephesi korunabildi. Bu olaydan sonra şehir yönetimi ve özel girişimler, binayı tamamen restore ederek yeni bir işlev kazandırdı.

Bugün Union Station artık tren yolcularını karşılamıyor ama içerisinde restoranlar, ofisler ve ticari alanlar bulunuyor. Yani geçmişin izleri, modern hayatla yeniden şekillendirilmiş.

Providence’ın tarihi dokusunu anlamak isteyenler için en anlamlı duraklardan biri, Constitution Hill’in eteğinde, N Main Street ile Smith Street’in kesişiminde yer alan Roger Williams National Memorial (Roger Williams Ulusal Anıtı).

Bu yeşil ve sade alan, sadece bir park değil; Amerika’da dini özgürlük ilkesine dayalı ilk yerleşimin temellerinin atıldığı yeri simgeliyor. Anıt alanının içinde, Roger Williams ve ilk takipçileri tarafından kullanıldığı düşünülen orijinal kuyu korunmuş durumda.

Roger Williams, 1636’da Massachusetts Körfezi Kolonisi’nden dini görüşleri nedeniyle sürgün edildikten sonra, bu bölgede Narragansett Kızılderililerinin desteğiyle Providence’ı kurdu. O dönemde “Tanrı’nın ilahi lütfunu” temel alan bir yerleşim kurmayı hayal ediyordu. Bu toprak hem dini hoşgörüye hem de vicdan özgürlüğüne dayanan yeni bir toplumun çekirdeğiydi.

1974 yılında Ulusal Park Servisi tarafından anıt alanı ilan edilen bu yer, Williams’ın düşüncelerinin bugün hâlâ Amerikan anayasasında yankı bulduğunu hatırlatıyor.

Providence’ın yedi tepesinden birinin zirvesinde gururla yükselen Rhode Island State House (Eyalet Binası), sadece şehrin değil, tüm eyaletin simgesi sayılabilecek anıtsal bir yapı. Parlak beyaz Georgia mermerinden inşa edilmiş bu görkemli bina, ilk bakışta devasa kubbesiyle dikkat çeker. Ve bu sadece bir görsel etki değil: dünyanın en büyük dördüncü özgür taşıyıcı (yani iç destek olmadan duran) kubbesine sahip.

Kubbenin tepesinde ise “The Independent Man” (Bağımsız Adam) heykeli yer alır. 6 metre yüksekliğindeki bu bronz heykel, Rhode Island’ın sömürge döneminden itibaren bireysel özgürlüğe ve kendi yolunu çizme kararlılığına verdiği önemin bir sembolüdür. 1899 yılında binanın tamamlanmasıyla birlikte yerleştirilmiş ve o günden bu yana eyaletin ruhunu temsil eden bir figür haline gelmiştir.

•Binanın inşasına 1895 yılında başlanmış, 1899 yılında tamamlanmıştır.

•Mimarisi, ünlü Amerikan mimar Mc Kim, Mead & White tarafından tasarlanmıştır. Bu ekip, aynı zamanda New York’taki Penn Station gibi birçok simge yapının da mimarıdır.

•Bina, klasik Rönesans tarzının Amerikan yorumu olarak kabul edilir.

•İçinde George Washington’un tam boy bir portresi, dönemin önemli sanatçılarından Gilbert Stuart tarafından yapılmıştır. Bu portre, hem sanatsal hem de tarihsel değeriyle binanın en dikkat çeken eserlerinden biridir.

Devletin yasama organı burada toplanır; ancak bina sadece politik işleviyle değil, aynı zamanda mimarisi, sanat eserleri ve tarihî objeleriyle de gezginler için büyüleyici bir duraktır.

Ziyaret etmek isteyenler için rehberli turlar da sunulmakta. Özellikle kubbe altındaki devasa iç mekânı görmek ve Washington’un portresini yakından incelemek kesinlikle görülmeye değer.

Providence’ın akademik ve entelektüel ruhunu şekillendiren en önemli yapılardan biri şüphesiz Brown Üniversitesi. Üç asrı aşkın süredir College Hill’in tepesinde yer alan bu prestijli kurum, kampüsünün sakin ama karizmatik atmosferiyle şehre özgün bir karakter kazandırıyor.

1764 yılında kurulan Brown, Amerika’daki en eski yedi üniversite arasında yer alıyor ve bu nedenle “Koloni Kolejleri” olarak bilinen seçkin grubun bir parçası. Aynı zamanda, Harvard, Yale ve Princeton gibi okullarla birlikte Ivy League olarak adlandırılan sekiz prestijli üniversite topluluğunun da bir üyesi.

Brown’un eğitim felsefesi diğer Ivy League okullarından farklı olarak daha esnek ve öğrenci odaklı. Üniversite, 1969 yılında yürürlüğe giren ve hâlâ sürdürülen “Open Curriculum” (Açık Müfredat) sistemiyle tanınıyor. Bu sistem sayesinde öğrenciler, eğitimlerini kişisel ilgi alanlarına göre şekillendirebiliyor ve zorunlu genel derslerden büyük ölçüde muaf tutuluyorlar

Brown Üniversitesi mezunları arasında Emma Watson – Oyuncu ve aktivist, John F. Kennedy Jr. – Avukat, yayıncı ve eski ABD başkanının oğlu, Ted Turner – CNN’in kurucusu, Janet Yellen – ABD Hazine Bakanı ve eski Federal Reserve Başkan bulunuyor.

Kampüs, mimari açıdan da oldukça zengin. Kırmızı tuğlalı binalar, yeşil avlular ve tarihi akademik yapılar arasında dolaşmak bile başlı başına bir deneyim.

Sahip olduğu College Hill ve Jewelry District’teki mülkleriyle, Providence’ın en büyük kurumsal arazi sahibi olan Brown Üniversitesi; 10.000’den fazla öğrenciye eğitim veriyor. Brown Üniversitesi’nin 235 binadan oluşan ana kampüsünde, Warren Alpert Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Fakültesi, Mühendislik Fakültesi ve Mesleki Araştırmalar Fakültesi bulunuyor.

Brown Üniversitesi, ihtiyaca dayalı burs sistemi uyguluyor.

Yani burslar başarıya göre değil, ailenin maddi durumuna göre belirleniyor.

•Öğrencilerin yaklaşık %45’i burs alıyor.

•Ortalama yıllık burs miktarı ~60.000 USD civarında.

•Uluslararası öğrenciler de aynı burs sisteminden eşit şekilde faydalanabiliyor.

•2022 itibarıyla Brown, aile geliri yıllık 60.000 USD altında olan öğrencilerden hiç ücret almıyor.

Brown Üniversitesi çeşitlilik ve kapsayıcılığı öncelik haline getirmiş bir kurum.

•Öğrencilerin yaklaşık %47’si beyaz olmayan etnik gruplardan geliyor.

•120’den fazla ülkeden uluslararası öğrenciye ev sahipliği yapıyor.

•İlk kuşak (first-generation) üniversite öğrencileri için özel destek programları bulunuyor.

Brown University (2024-2025)

* Tuition: 68.612 USD

* Fees: 2.800 USD

* Housing: 9.940 USD

* Food: 7.504 USD

* Miscellaneous Personal Expenses: 2.820 USD

* Total: 91.676 USD

Brown üniversitenin turu resmi ziyaretçi merkezi olan Stephen Robert ’62 Campus Center’dan başladı ve yaklaşık 75 dakika sürdü.

Bu turda ziyaret edilen bazı önemli yapılar ve onların hikâyeleri;

University Hall (1770)

Brown’un en eski binası. Amerikan Devrimi sırasında, General George Washington’un birliklerine askeri kışla olarak hizmet vermiş. Zamanla sınıflara, idari ofislere ve tören alanına dönüşmüş.

Bugün hâlâ aktif olarak kullanılıyor ve Brown’un köklerine açılan bir kapı gibi görülüyor.

John Hay Library

Nadir kitaplar ve el yazmaları koleksiyonuyla ünlü. Edgar Allan Poe’dan H.P. Lovecraft’a kadar birçok edebi figürle ilgili belgeleri barındırıyor.

Sayles Hall

Etkinlikler, konserler ve hatta dönem dönem sınavlar için kullanılır. İçinde kampüsün gururu sayılan 1.100 borulu devasa bir pipe organ bulunur.

The Van Wickle Gates

Bu büyük demir kapılar sadece yılda iki kez açılır: biri ilk sınıf öğrencilerinin kampüse giriş töreni, diğeri mezuniyet çıkışı için.

Efsaneye göre öğrenciler, eğitimleri sırasında bu kapılardan birden fazla kez geçerse, mezun olamazlarmış. O yüzden turlar sırasında ortadan değil, yanından geçildi.

List Art Center

Modern sanat sergilerine ev sahipliği yapan bu bina, hem sanat eğitimi alan öğrencilerin çalışmalarıyla hem de uluslararası sergilerle dolup taşar.

Main Green

Kampüsün kalbi. Öğrenciler burada güneşleniyor, ders çalışıyor, kulüp etkinlikleri düzenliyor. Burası eğitim sistemleri gibi serbest ve özgür bir alan.

GeceyiWoonsocket, Rhode Island’ın kuzeyinde yer alan tarihi bir kasabada geçirdik.. Blackstone Nehri kıyısındaki konumu sayesinde 19. yüzyılda tekstil sanayisinin önemli merkezlerinden biri hâline gelmiştir. Özellikle Fransız-Kanadalı göçmenlerin yoğun olarak yerleştiği bu bölge, işçi sınıfı kültürü ve sanayi geçmişiyle dikkat çeker.

Kasabanın tarihi, sanayi devrimi öncesine kadar uzanır. 1800’lü yıllarda kurulan fabrikalar ve değirmenler, bugün hâlâ ayakta olan tuğla binalar arasında gezilebilir. Woonsocket aynı zamanda Museum of Work & Culture (Emek ve Kültür Müzesi) ile tanınır; bu müze, bölgeye gelen göçmenlerin yaşamlarını ve çalışma koşullarını etkileyici bir şekilde anlatır.

New Hampshire’ın batı tarafı, Vermont ile doğal sınırı oluşturan Connecticut Nehri boyunca uzanır. Bu bölge, eyaletin daha bilinen Göller Bölgesi ya da White Mountains gibi turistik alanlarına göre çok daha az bilinir – hatta adeta “gizli kalmış” bir New England köşesidir.

Doğal güzellik açısından oldukça zengin olmasına rağmen, batı New Hampshire’da büyük tatil köyleri ya da kalabalık turizm altyapısı yoktur. Bunun yerine burada küçük kasabalar, tarihi köprüler ve pastoral manzaralar hâkimdir. Özellikle Hanover, Keene ve Claremont gibi kasabalar hem mimari dokularıyla hem de kültürel atmosferleriyle görülmeye değerdir.

Öne Çıkan Noktalar:

•Hanover: Dartmouth College’ın bulunduğu, entelektüel ve canlı bir kasaba. Kütüphaneleri, müzeleri ve tiyatrolarıyla tanınır.

•Keene: Tarihi meydanı, Viktoryen tarzı evleri ve sanat galerileriyle küçük ama etkileyici.

•Connecticut River Byway: Bu bölgeyi keşfetmenin en iyi yolu, nehir boyunca uzanan bu kırsal yol rotasını takip etmektir. Manzara nefis, trafik az, keşif hissi yüksek.

Batı New Hampshire, doğa yürüyüşü, bisiklet, kano gibi sakin aktiviteler için ideal. Turist kalabalığından uzak durmak isteyen gezginler için huzurlu bir alternatif sunuyor.

Hanover, New Hampshire’ın Vermont sınırına en yakın noktalarından biri. Connecticut Nehri’nin doğu yakasında yer alan bu küçük ve huzurlu kasaba, sessiz görünümünün aksine oldukça köklü bir akademik gelenek taşır. Bunun nedeni de burada bulunan Dartmouth College.

1769 yılında Eleazar Wheelock tarafından kurulan Dartmouth, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki en eski dokuzuncu yükseköğretim kurumudur. Aynı zamanda, Amerikan Devrimi’nden önce kurulmuş olan dokuz “koloni koleji”nden biridir.

Kuruluş amacı oldukça dikkat çekici: Dartmouth, başta genç Yerli Amerikalıları Hristiyanlık ve liberal sanatlar alanında eğitmek üzere tasarlanmıştı. Zamanla evrildi ve bugün dünya çapında prestijli bir Ivy League üniversitesi hâline geldi.

Dartmouth, lisans düzeyinde liberal arts eğitimi sunar, ama aynı zamanda yüksek lisans ve doktora seviyelerinde de güçlü programlara sahiptir. Üniversitenin yapısı şu şekildedir:

•Lisans Koleji (Undergraduate College)

•Tuck School of Business

•Thayer School of Engineering

•Geisel School of Medicine

•Guarini School of Graduate and Advanced Studies

Popüler bölümler arasında:Government (Siyaset Bilimi), Economics, Engineering Sciences, Neuroscience, Environmental Studies, Computer Science, Psychology

Dartmouth’ta yaklaşık %10’luk bir öğrenci kitlesi uluslararası öğrencilerden oluşuyor.

Öğrencilerin %48’i beyaz olmayan etnik kökenlere sahip; yani kampüste kültürel çeşitlilik oldukça yüksek.

Dartmouth, “ihtiyaca göre burs” (need-based aid) sistemini uyguluyor. Öğrencilerin %50’den fazlası finansal destek alıyor. Yıllık ortalama burs miktarı: ~65.000 USD. Aile geliri 65.000 USD’nin altındaysa, öğrenciye tam burs veriliyor – yani aileden hiçbir katkı beklenmiyor. Uluslararası öğrenciler de ABD vatandaşlarıyla aynı burs koşullarından faydalanabiliyor.

Dartmouth College (2023-2024)

* Tuition: 63.684 USD

* Fees: 2.055 USD

* Housing: 11.418 USD

* Food: 7.591 USD

* Books and Supplies: 1.005 USD

* Miscellaneous: 2.040 USD

* Total: 87.793 USD

Dartmouth College kampüsünde yer alan ve ulusal tarihî miras statüsü taşıyan bu yapı, yalnızca bir sanat eseri değil; aynı zamanda Amerikan tarihine yönelik güçlü bir görsel anlatıdır.

José Clemente Orozco adlı Meksikalı duvar ressamı tarafından 1932–1934 yılları arasında yapılan bu dev fresk döngüsü, toplam 24 panelden oluşur. Sanatçı, bu çarpıcı eserde Antik Amerika ile Modern Amerikayı karşı karşıya getirir; sömürgeciliğin yıkıcılığına, sanayileşmenin etkilerine ve milliyetçilik uğruna yaşanan savaşlara eleştirel bir bakış sunar.

Her sahne; fetihlerin şiddetini, halkların acılarını ve medeniyetin bedelini dramatik biçimde resmeder. Bugün hâlâ çok güçlü mesajlar taşıyan bu freskler, ziyaretçilerin uzun uzun baktığı ve düşündüğü bir yer hâline gelmiştir.

Ziyaret etmek isteyenler için Baker-Berry Kütüphanesi’nin içinde, Orozco Room adıyla anılan bu alana giriş ücretsizdir.

Orozco’nun fresk döngüsü, yalnızca görsel olarak değil, anlam derinliğiyle öne çıkan bazı sahneleri şöyledir:

The Coming of Quetzalcoatl (Quetzalcoatl’ın Gelişi)

Aztek tanrısı Quetzalcoatl, bilgeliği ve barışı temsil ederken; bu sahne, yerli halkların sofistike bir uygarlığa sahip olduğunu ve dış müdahaleden önce de zengin bir kültür yaşadıklarını gösterir.

The Departure of Quetzalcoatl

Quetzalcoatl’ın yeryüzünden ayrılışı, Amerika’nın sömürgeleştirilmeden önceki “altın çağı”nın sona erdiğini simgeler. Bu sahnede, Avrupalı fetihlerin yaklaştığına dair karanlık bir atmosfer vardır.

Cortez and the Cross

İspanyol fatih Hernán Cortés, haç ile birlikte resmedilmiştir. Orozco burada sömürgeciliğin dinle nasıl iç içe geçtiğini, Hristiyanlık adı altında gerçekleştirilen şiddeti eleştirir.

Modern Industrial Man

Buhar makineleri, çarklar ve fabrika işçileriyle dolu bu sahnede Orozco, modernleşmenin insani bedelini sorgular. İnsanlar makinelerin bir parçası gibi gösterilir; ruhsuz ve tekdüze.

War Panels

Fresk döngüsünün sonunda, milliyetçilik ve endüstrinin bir sonucu olarak çıkan savaşların yıkıcılığı anlatılır. Burada özellikle 20. yüzyıl savaşlarının anlamsızlığına dair güçlü semboller yer alır.

İlk kez Foucault sarkaçını görüyorum. Paris'te bir yayıncının oğlu olan Foucault, ilk eğitimini çoğunlukla evde aldı; ardından deneysel fizikte seçkin bir kariyere başlamadan önce kısa bir süre tıp okudu. Belki de en bilinen araştırmaları, ışığın havadaki hızının sudakinden daha yüksek olduğunun klasik gösterimi (1850) ve Dünya'nın bir sarkaç aracılığıyla dönüşünün (1851) gösterilmesidir. Ayrıca, özel bir jiroskop türü icat etti (1852).

Foucault, sarkaç deneyini dört yerde gerçekleştirdi: İlki, Rue d'Assas'taki pavyonunun bodrumunda çok kısa bir sarkaç üzerinde; ikincisi, müdürü Arago'nun daveti üzerine Paris Gözlemevi'nde çok daha uzun bir sarkaç üzerinde; üçüncüsü ve en görkemlisi, III. Napolyon'un lütfu sayesinde Paris'teki Pantheon'un kubbesine asılan bir sarkaç üzerinde ve dördüncüsü yine 1855 Paris Evrensel Sergisi'nde.

Pantheon'da bakırla kaplı kurşun top 28 kilogram ağırlığındaydı ve sarkıtıldığı tel 68 metre uzunluğunda ve 1,4 milimetre çapındaydı. Bu sarkaç, dönemin bir Fransız dergisindeki gravürde görülmektedir.

Kampüste gezilecek yerler:

Dartmouth Green

Kampüsün tam ortasında yer alan bu geniş çim alan, adeta üniversitenin kalbi. Öğrencilerin buluşma noktası, açık hava derslerinin yapıldığı alan ve dört mevsim boyunca sosyal hayatın merkezi.

Baker-Berry Library

Dartmouth’un simge binalarından biri. Özellikle Baker Tower (kule kısmı) kampüsün en dikkat çekici yapısı. İçerideki Rothko Room ve sessiz okuma salonları mimari anlamda etkileyici. Ana kütüphane koleksiyonu 2,6 milyondan fazla kitap içeriyor.

The Hood Museum of Art

Ücretsiz gezilebilen bu müze, kampüs içinde sanatla buluşabileceğiniz harika bir alan. Afrika, Asya, Okyanusya ve Kuzey Amerika’dan çok sayıda eser içeriyor. Dartmouth’un “sanatla eğitim” yaklaşımının güzel bir yansıması.

The Hopkins Center for the Arts (Hop)

Sanat gösterileri, tiyatro oyunları ve konserlere ev sahipliği yapan bu merkez, Dartmouth’un kültürel yönünü keşfetmek isteyen ziyaretçiler için birebir. Mimarisi Walter Gropius tarafından tasarlanmış; yani modernizmin izleri çok net görülüyor.

Rauner Special Collections Library

Nadir kitaplar, el yazmaları ve tarihi belgelerin yer aldığı özel koleksiyon kütüphanesi. Özellikle Dartmouth’un kurucularına ve erken Amerikan tarihine dair arşivler burada.

Dartmouth Hall

Kampüsün en eski yapılarından biri. Bugün çoğunlukla dil ve kültür bölümleri tarafından kullanılıyor. Fotoğraf çekmek için en klasik noktalardan.

Shattuck Observatory

Küçük ama tarihi bir gözlemevi. 1854 yılında kurulmuş ve hâlâ yıldız gözlemleri için halka açık etkinlikler düzenleniyor.

Bartlett Kulesi (21 metre, 86 basamak), 1836 Dartmouth Mezunları ve Dartmouth Koleji'nin sekizinci rektörü Samuel Colcord Bartlett'ı (1817-1898) onurlandırmak için inşa edilmiştir. 1885 Mezunları temellerini atmış ve daha sonraki sınıflar, yerel taş ustalarının yardımıyla on yıl içinde inşaatı tamamlamıştır. Kule, "Alma Mater"de "yalnız çam" olarak anılan, alanın yakınındaki ölmekte olan bir ağacın yerine inşa edilmiştir.

Massachusetts’in başkenti ve en büyük şehri olan Boston, Amerika’nın en köklü şehirlerinden biri. New England olarak bilinen bu bölgeye 1600’lü yıllarda ilk yerleşenlerin büyük kısmı İngiliz kökenliydi; bu yüzden, memleketlerinden esinlenerek şehre İngiltere’nin Boston’ının adını verdiler.

Bugün Boston, sadece tarihî geçmişiyle değil, aynı zamanda eğitim, sağlık, finans ve teknoloji alanlarında bir dünya merkezi haline gelmiş durumda. Şehir ve çevresinde yer alan MIT, Harvard, Boston University, Northeastern, Wellesley ve Boston College gibi saygın kurumlar, burayı genç bir nüfusun, fikirlerin ve inovasyonun odağı haline getiriyor.

Boston, Amerikan tarihinin sahnelendiği en önemli şehirlerden biri. İşte bu tarihi adımlarla keşfetmek isteyenler için, şehir Freedom Trail (Özgürlük Yolu) adını taşıyan özel bir rotayla ziyaretçilere kılavuzluk ediyor.

Yol, Boston Common’daki Ziyaretçi Bilgi Merkezi’nin önünden başlıyor ve kaldırım taşlarına gömülü kırmızı tuğla çizgileri takip ederek ilerliyor. Toplam 4 kilometrelik bu yürüyüş rotası, Boston Common’dan Bunker Hill Anıtı’na kadar uzanıyor ve yol üzerinde 16 tarihi durak yer alıyor. Quincy Market’in hemen önünden geçen kırmızı çizgiler size “tarihin tam ortasındasınız” mesajını veriyor.

Peki, neden bu kadar önemli? Çünkü Amerikan kolonilerinin Britanya’ya karşı başkaldırısı, tam da bu topraklarda başladı. Bu rota, işte o isyanın simge noktalarını birbirine bağlıyor.

Her şeyin fitilini ateşleyen hikâye, meşhur “Boston Tea Party” ile başlıyor. İngiliz hükümeti kolonilere, özellikle çaya koyduğu vergilerle baskı yapmaya başlayınca, Amerikalılar bu duruma “Temsil yoksa vergi de yok” diyerek karşı çıktı. 1773’te, isyancı bir grup Boston limanındaki İngiliz gemilerine tırmanıp çay sandıklarını denize döktü. Tarihe geçen bu olay için esprili bir şekilde “Some tea but no sympathy” (Biraz çay ama hiç sempati yok!) denmişti.,

Tepki büyüdü, baskı arttı. İngilizler “Dayanılmaz Yasalar” çıkarınca, Amerikalılar da 1774’te Philadelphia’da Kıta Kongresi’ni toplayıp sivil itaatsizlik ilan ettiler. Ertesi yıl, 1775’te Patrick Henry meşhur “Ya özgürlük ya ölüm!” sözleriyle Lexington ve Concord’daki ilk çatışmaların kıvılcımını çaktı. O sırada Boston halkı da şimdiki Boston Common’da bir araya gelip protesto düzenledi.

Sonuç? 1776’da George Washington başkomutanlığa getirildi ve Bağımsızlık Bildirisi, Boston’daki Old State House’un balkonundan halka okundu.

Bugün bu tarihi yürüyüşteki her adım, o büyük mücadelenin bir yankısı adeta.

Boston’ın North End semtinde yer alan Copp’s Hill Mezarlığı, sadece geçmişin sessiz bir yansıması değil; aynı zamanda koloni dönemi yaşamına ve ölüm anlayışına dair önemli ipuçları taşıyan bir açık hava müzesi gibi.

Mezarlık, adını bölgedeki ilk yerleşimcilerden William Copp ve ailesinden alıyor. Buradaki en eski mezar taşlarından biri, torunu David Copp’un 1661 doğumlu oğlu Thomas Copp’a ait. Thomas, sadece 3 yaşındayken hayatını kaybetmiş ve bu erken kaybın anısına dikilen çift taş bugün hâlâ görülebiliyor.

Copp’s Hill’deki mezar taşlarının büyük bölümü 1825 öncesine ait. Dik, sade taşlardan oluşan bu anıtlar, zanaatkârın becerisine ve elbette ailelerin bütçesine göre şekillenmiş. Taşların üzerinde farklı semboller görmek mümkün; her biri o dönemin inanç dünyasını ve kültürel yaklaşımını yansıtıyor.

En çok rastlanan sembol, mezarlığın yaklaşık %80’inde yer alan “kanatlı kafatası”. Bu simge, ölümün kaçınılmazlığını vurgulayan, Orta Çağ’dan gelen bir gelenek. Zamanla, bu soğuk imge “kanatlı yüz” veya “ruh heykeli” olarak bilinen daha yumuşak, neredeyse huzur dolu bir tasarıma dönüşmüş. Bu değişim, dini anlayıştaki evrimi ve toplumun ölümle olan ilişkisini gösteriyor.

Amerikan Devrimi’nden sonra ise mezar taşlarında “urna ve söğüt” motifi yaygınlaşıyor. Klasik tarzda bir urna, ölüme işaret ederken, ağlayan söğüt ağacı ise yas tutan bir halkın duygularını yansıtıyor.

Bu mezarlık aynı zamanda limana ve Charlestown’a bakan bir konumda, bu yüzden hem tarihi düşünmek hem de manzaranın keyfini çıkarmak için ideal bir durak.

Old North Church

1723 yılında inşa edilen Old North Church, Boston’da hâlâ ayakta kalan en eski kilise olma unvanına sahip. Özellikle uzun ve zarif çan kulesiyle dikkat çeken yapı, sadece dini değil mimari açıdan da bölgenin en etkileyici yapılarından biri olarak kabul ediliyor.

Amerikan tarihine tanıklık etmiş bu kilise, günümüzde Ulusal Tarihi Dönüm Noktası (National Historic Landmark) olarak kabul ediliyor. İçeride, Amerikan Devrimi sırasında önemli roller üstlenmiş olan Binbaşı John Pitcairn ve Kaptan Samuel Nicholson’ın mezarları yer alıyor. Ayrıca, kilisenin içinde George Washington’un etkileyici bir büstü de ziyaretçileri karşılıyor.

Kilise aynı zamanda 18 Nisan 1775 gecesi Paul Revere’in “British are coming!” uyarısını başlatan işareti aldığı yer olmasıyla da ünlüdür. Bu yönüyle, sadece bir ibadet yeri değil, Amerikan bağımsızlık hikâyesinin simgelerinden biridir.

St. Leonard’s Peace Garden

St. Leonard’s Church, North End bölgesindeki Hanover Caddesi üzerinde yer alıyor. Kilisenin hemen yanında yer alan Peace Garden (Barış Bahçesi) ise gerçekten büyüleyici. Şimdiye kadar gördüğüm en canlı, en huzur veren renklerle bezenmişti. İçeriye adım attığınız anda renklerin sıcaklığı ve düzenlemenin zarafeti içinizi ısıtıyor.

St. Leonard’s, Boston’daki ilk İtalyan Katolik cemaati tarafından 1873 yılında kurulmuş. Bugün hâlâ aktif olarak hizmet veren kilise hem mimarisi hem de bahçesiyle bölgedeki İtalyan mirasını yaşatan çok özel bir nokta.

Clough Evi (Clough House)

Yaklaşık 1712–1715 yılları arasında inşa edilen bu sağlam tuğla ev, Eski Kuzey Kilisesi’nin yapımında görev alan usta duvarcı Ebenezer Clough’a aitti. Clough, sadece bu evi değil, aynı sokakta yer alan ve Benjamin Franklin’in kız kardeşi Jane Franklin Mecom’un yaşadığı ev de dahil olmak üzere birçok benzer yapıyı inşa etmişti. Ancak zaman içinde sadece Clough Evi ayakta kalmayı başardı ve bugün hâlâ Boston’daki en eski konut yapılarından biri olarak kabul ediliyor.

Clough ailesi bu evde yalnızca iki kuşak boyunca yaşadı. 1806 yılında yapıya üçüncü bir kat eklendi ve ev, göçmenlerin yoğun olarak yerleştiği North End (Kuzey Yakası) bölgesinde bir apartmana dönüştü. Arşivler, sonraki 150 yıl boyunca bu adreste 180’den fazla ailenin yaşadığını gösteriyor. Öyle ki yalnızca 1920 yılına ait nüfus sayımında, evde sekiz farklı aileye mensup toplam 29 kişinin yaşadığı kaydedilmiş.

1959 yılında Old North Church, Clough Evi’ni satın alarak koruma altına aldı. Günümüzde yapı, kilise kompleksinin bir parçası olarak ziyaretçilere açık. İçeride, Boston’un erken dönem yerleşim hayatına ve göçmen geçmişine dair hikâyelerle dolu etkileyici bir tarihî anlatı sunuluyor.

St. Stephen’s Church – North End

North End’de yer alan St. Stephen Kilisesi, Boston’un dini ve kültürel tarihine tanıklık etmiş önemli yapılardan biri. İlk olarak, yakındaki Old North Church’ten ayırt edilebilmesi için “New North Church” (Yeni Kuzey Kilisesi) adıyla kurulmuştu. Amerikan Devrimi’nden önce, Boston’daki on yedi Cemaat kilisesinden biri olarak hizmet veriyordu.

1804 yılında ünlü mimar Charles Bulfinch tarafından yeniden tasarlanan yapı, bu dönemde Üniteryen bir kilise olarak kullanılıyordu. Ancak zamanla North End’e İrlandalı göçmenlerin yerleşmesiyle birlikte cemaat yapısı değişti. 1862 yılında Katolik topluluğun ağırlık kazanmasıyla kilise, St. Stephen’s Church adıyla Katolik Kilisesi’ne dönüştürüldü.

Bugün, Boston’da ayakta kalan ve hâlâ kullanılan tek Bulfinch tasarımı kilise olmasıyla dikkat çeker.

St. Leonard’s Church – New England’de Bir İlk

1873 yılında kurulan St. Leonard’s Church, sadece Boston için değil, tüm New England bölgesi için özel bir anlam taşıyor. Çünkü burası, İtalyan göçmenler tarafından inşa edilen ilk Roma Katolik kilisesi olma özelliğine sahip.

19. yüzyılın sonlarına doğru North End mahallesi, İtalya’dan gelen göçmenlerin yoğun olarak yerleştiği bir bölge haline gelmişti. Bu topluluğun hem dini ihtiyaçlarını karşılamak hem de kültürel bağlarını koruyabilmek için kurulan St. Leonard’s, İtalyan-Amerikan kimliğinin Boston’daki ilk güçlü simgelerinden biri oldu.

Kilise, Fransisken rahipler tarafından kurulmuş ve uzun yıllar boyunca bölgedeki İtalyan Katolik cemaati için bir sosyal ve ruhani merkez olarak hizmet vermiştir. Bugün hâlâ aktif olan St. Leonard’s, sadece mimarisiyle değil, içinde barındırdığı sanat eserleri, vitray pencereleri ve barış bahçesi ile de dikkat çekiyor.

Özellikle Hanover Caddesi üzerindeki barış bahçesi (Peace Garden), kiliseye sadece bir ibadet alanı değil, aynı zamanda huzurlu bir buluşma noktası olma özelliği de katıyor.

St. Leonard’s, Boston’daki göçmen tarihinin, inancın ve topluluk dayanışmasının canlı bir anıtı olarak günümüzde de ayakta.

Sacred Heart Italian Church, Boston’un North Square’de yer alan, İtalyan göçmen topluluğuna ait kültürel bir merkezdir. 1888’de Metodist bir denizci kilisesiyken İtalyan mahallesi tarafından kiliseye dönüştürüldü. Scalabrini misyonerleri tarafından yönetilen bu yapı hem dinsel hem sosyal açıdan cemaatin dayanışma noktası haline geldi.

1911’de yapılan mimari yenilemelerle cephe yeniden şekillendi, kapasitesi artırıldı ve iç mekân renkli vitrallerle, göz alıcı fresklerle bezendi. Donato Buongiorno’nun dini tabloları ve Benjamin Lanza’nın melek motifleri, kiliseyi yalnızca ibadet yeri değil, aynı zamanda sanat dolu bir mekân haline getiriyor. St. Michael ve St. Anthony toplumlarının yıldönümleri için düzenlediği festival etkinlikleri ise kilisenin etrafında bir araya gelen, kutlamaları dört gözle bekleyen göçmen topluluğun güvenli limanı sayılabiliyor.

Bugün Sacred Heart, North End’in İtalyan mirasının hâlâ canlı olan anlatısıdır.

Boston’un tarihi dokusu içinde gezerken, North End’de North Street üzerindeki sade ama etkileyici bir yapı dikkatinizi çeker: Paul Revere Evi. Burası, Boston’da günümüze ulaşabilmiş en eski sivil yapı ve ünlü vatansever Paul Revere’in 1770–1800 yılları arasında yaşadığı evdir. Yaklaşık 1680 yılında, Büyük Boston Yangını sonrası inşa edilen bu ev, Amerikan tarihinin yaşayan tanıklarından biri.

Paul Revere (1735–1818), adeta on parmağında on marifet olan bir adamdı. Kuyumcuydu, bakırcıydı, gözlükçüydü; aynı zamanda zanaatkâr, mucit, asker ve bir halk aydınıydı. Amerikan Devrimi’nin öncülerinden biri olarak hem fikir hem de eylem insanıydı.

1773’te Boston Tea Party (Boston Çay Partisi)’ne katıldı; 1775’te ise tarihe geçen gece yarısı yolculuğunu gerçekleştirdi. İngiliz birliklerinin Concord’a doğru ilerlediğini haber vermek için gece yarısı atına atlayarak yola çıktı ve hem Massachusetts İl Kongresi’ni hem de güzergâhındaki Amerikalıları uyararak büyük bir silah sevkiyatının güvenli bir şekilde taşınmasını sağladı.

Evin hemen yakınındaki at üzerindeki bronz heykeli, Revere’in bu efsanevi yolculuğunu ölümsüzleştiriyor. Anıt, aynı zamanda bu uğurda hayatını kaybeden sekiz Amerikalının da anısına yapılmış.

Bu gece yolculuğu, Amerikalı ressam Grant Wood’un ünlü tablosu Paul Revere’nin Geceyarısı Sürüşü ile sanata da taşınmıştır.

Evin avlusunda Revere’in imal ettiği yaklaşık 200 kilise çanından biri sergileniyor – bu da onun sadece bir vatansever değil, aynı zamanda üretken bir zanaatkâr olduğunun somut bir göstergesi. Ayrıca kendisi, özgürlükçü düşüncenin simgesi, bir mason, 16 çocuk babası ve Amerikan kimliğinin şekillenmesinde rol oynamış bir figür olarak da hatırlanıyor.

Bugün Paul Revere House, ziyaretçilere 18. yüzyıl yaşam tarzını, devrim yıllarını ve bireyin tarihteki etkisini anlatan zengin bir deneyim sunuyor. Boston’a gelen herkesin mutlaka uğraması gereken, sade ama etkileyici bir durak.

Boston limanına hâkim konumu ve görkemli mimarisiyle dikkat çeken Custom House Tower, şehrin siluetinde göze çarpan ilk yapılardan biri. Aslen 1847 yılında, ABD Başkanı Andrew Jackson’ın desteğiyle gümrük binası olarak inşa edilen yapı, dönemin ticaret trafiğinde hayati bir rol üstlenmiş.

Yapının alt kısmı, klasik Doris sütunları ile bezeli neo-klasik mimaride tasarlanmış. Otoriter ama sade görünümlü bu Yunan tarzı binaya, 1910 yılında saat kulesi eklendiğinde, tam anlamıyla bir kimlik kazandı. Adeta tarihi bir yapının üzerine Big Ben esintisi serpiştirilmiş gibi: gösterişli bir saat kulesiyle bütünleşerek 150 metreyi aşan yüksekliğiyle yıllarca Boston’un tek ve en yüksek gökdeleni olmuş.

Günümüzde artık bir gümrük binası değil; restore edilerek lüks bir otel haline getirilmiş durumda. Ancak tarihini tamamen geride bırakmış değil. 26. katındaki gözlem alanı, hala ziyaretçilere açık. Yaklaşık 7 dolar karşılığında çıkabileceğiniz bu terastan, Boston Limanı’ndan Beacon Hill’e uzanan muhteşem bir manzara sizi bekliyor.

Custom House Tower, Boston’un sadece mimari tarihine değil, ekonomik ve kültürel geçmişine de tanıklık eden, geçmişle bugünü zarifçe birleştiren bir yapı.

Boston’ın kalbinde yer alan ve kentin hafızasına kazınmış en simgesel yapılardan biri olan Faneuil Hall, 1743 yılından bu yana hem pazar yeri hem de toplantı salonu olarak kullanılıyor. Bugün Boston Ulusal Tarih Parkı’nın bir parçası olan bu tarihi alan, aynı zamanda Freedom Trail (Özgürlük Yolu) üzerindeki önemli duraklardan biri.

Tüccar Peter Faneuil, burayı 1742 yılında kendi parasıyla yaptırarak halka armağan etmiş. Şehir halkı da bu armağanı yıllarca hem ticaret hem de kamusal toplantılar için “tepe tepe” kullanmış. Tarih boyunca Amerikan Devrimi’nin öncü isimleri, burada toplanarak halkı özgürlük ve direniş için örgütlemiş. Özellikle Samuel Adams, bu salonda yaptığı ateşli konuşmalarla devrimin ruhunu ateşlemişti. Zaten binanın önünde, meydanı gözetleyen bronz heykeli de tam bu kararlılığı yansıtıyor: kollar kavuşturulmuş, bakışları meydan okuyor.

Faneuil Hall, tarih boyunca sadece devrimcilerin değil, kölelik karşıtı hareketlerin ve özgürlük yanlısı her sesin buluşma noktası olmuş. Bu nedenle bir zamanlar “Özgürlüğün Beşiği” olarak anılıyordu.

Yapı, 1951 yılında gazeteci William Scofield tarafından yeniden ele alınmış ve ikili kırmızı tuğlalarla klasik görünümüne sadık kalınarak restore edilmiş. Bugün içinde gezebileceğiniz toplantı salonu, zamanında yankılanan o etkileyici konuşmaların izini hâlâ taşıyor.

Ayrıca Faneuil Hall’un hemen arkasında yer alan Quincy Market, North Market ve South Market binalarıyla birlikte burası artık sadece tarihî bir alan değil, aynı zamanda restoranları, sokak sanatçıları ve alışveriş alanlarıyla yaşayan bir meydan.

Quincy Market, 1826 yılında inşa edilmiş, Boston’un en canlı ve en çok ziyaret edilen noktalarından biri. Tarihi Faneuil Hall’un hemen yanında yer alıyor ve onunla birlikte bu bölgeyi adeta bir açık hava müzesi ve alışveriş cennetine dönüştürüyor.

Başlangıçta Boston’un büyüyen nüfusuna hizmet etmek üzere bir kapalı pazar yeri olarak tasarlanmış. Bugünse içeri adım attığınızda sizi sergi havasında dizilmiş el işi ürünler, hediyelik eşyalar, yöresel lezzetler ve butik dükkânlar karşılıyor. Alışveriş yapmasanız bile, sadece gezmek, mimarisini izlemek ya da sokak sanatçılarının performanslarına tanıklık etmek bile bu deneyimi keyifli kılıyor.

Granitten yapılmış kolonları, uzun yapısı ve camlı tavanı ile 19. yüzyılın ruhunu hâlâ taşırken, içindeki canlı atmosfer modern Boston’un enerjisini yansıtıyor.

Boston’ın kalbinde, modern gökdelenlerin arasında neredeyse sıkışmış gibi duran ama hâlâ tüm zarafetiyle ayakta duran Old State House, şehrin en eski ve en sembolik kamu binalarından biri. 1713 yılında inşa edilen bu yapının geçmişi, Amerikan devriminin en kritik anlarına ev sahipliği yapacak kadar köklü. Uzun yıllar boyunca Massachusetts sömürge hükümetinin merkezi olarak kullanıldı ve 1798’e kadar eyaletin resmi hükümet binası görevini üstlendi.

Binanın balkonu, 18 Temmuz 1776’da Bağımsızlık Bildirgesi’nin halka ilk kez okunduğu yer olarak tarihe geçti. Tam iki yüz yıl sonra, 1976’da, bu kez Kraliçe II. Elizabeth aynı balkondan halkı selamladı. Bu iki an, Amerika’nın İngiliz tacından ayrılışı ile monarşiden gelen bir uzlaşma selamının dramatik karşıtlığını simgeler nitelikteydi.

Günümüzde Boston History Museum (Boston Tarih Müzesi) olarak hizmet veren binada iki kat gezilebiliyor. İçeride, dönemin siyasi ve sosyal çalkantılarını anlatan etkileyici belgeler, eşyalar ve interaktif sergiler yer alıyor. (Ziyaret saatleri: her gün 09.30–17.00 / Giriş: yaklaşık 3$)

Binanın önündeki küçük meydan ise, Amerikan tarihinin en karanlık olaylarından birinin yaşandığı yer: Boston Katliamı (Boston Massacre). 5 Mart 1770’te, silahsız kalabalığın üzerine İngiliz askerlerinin ateş açması sonucu, aralarında Afrikalı-Amerikalı Crispus Attucks’un da bulunduğu beş kişi hayatını kaybetti. Olay, Amerikan kamuoyunu ayağa kaldırmış ve devrim ateşini körükleyen bir dönüm noktası olmuştu.

Washington Street üzerindeki Old South Meeting House, Boston’ın bağımsızlık mücadelesiyle en yakından ilişkili yapılarından biri. 1729 yılında bir Püriten cemaat evi olarak inşa edilen bu yapı, dışarıdan bakıldığında zarif ama sade; yüksek sivri kulesiyle Boston siluetinde hemen fark ediliyor.

Başlangıçta bir kilise olarak kullanılsa da, zamanla devrimci ruhun merkezi haline geldi. Boston Tea Party (Çay Baskını) öncesinde, binlerce kişinin toplandığı ve İngilizlere karşı ilk kitlesel itirazların yankılandığı yer burasıydı. O meşhur “çaylar denize dökülsün!” kararının alındığı toplantı da tam burada yapılmıştı.

Boston yalnızca devrimlerin değil, aynı zamanda göçlerin ve toplumsal dönüşümlerin de kenti. 1840’larda İrlanda’da yaşanan Büyük Patates Kıtlığı sonrası, hayatta kalmayı başaran binlerce İrlandalı Amerika’ya akın etti. Boston ve New York, bu göç dalgasının başlıca duraklarıydı. Boston’a gelen İrlandalılar zamanla şehir dokusunda kendilerine güçlü bir yer edindi. Bugün Boston’ın en tanınmış ailelerinden Kennedy’ler de bu İrlanda göçünün mirasçılarındandır.

Ancak bu göç kolay olmamıştı. “No Irish Need Apply” (İrlandalılar başvurmasın) gibi ilanlar, onlara yönelik önyargının ve dışlamanın sembolü oldu. Aynı yıllarda Boston, Amerika’nın sanayi devrimini yaşayan ilk şehirlerinden biri olarak göçmen işçi çekmeye devam etti. Siyah Amerikalıların oranı da arttıkça, kent merkezindeki demografik yapı değişti. Zamanla beyaz nüfus, şehir merkezini terk edip banliyölere taşındı. Bu yapısal değişim Boston’a, ortası boş kalmış gibi görünen bir şehir anlamında “doughnut city” (çörek şehir) lakabını kazandırdı.

Old South Meeting House’un hemen yakınında, bu göçmen geçmişi unutmamak adına İrlandalı göçmenleri anan bir heykel grubu yer alıyor. Ve Boston Celtics’in yeşil formaları, hatta takımın ismi bile işte bu İrlanda mirasının canlı bir yansıması olarak bugüne taşınıyor.

School Street üzerinde yürürken fark etmesi kolay olmayan ama Boston’un edebî geçmişinde çok özel bir yeri olan küçük, sevimli bir yapı çıkar karşınıza: Old Corner Bookstore. Bugün artık bir kitapçı değil ama 19. yüzyılda, Amerikan yayıncılığının kalbinin attığı yer tam olarak burasıydı.

Bir zamanlar burada faaliyet gösteren Ticknor & Fields Yayınevi, sadece kitap basmakla kalmadı, dönemin en önemli yazarlarına da kucak açtı. Nathaniel Hawthorne, Henry Wadsworth Longfellow, Ralph Waldo Emerson ve Harriet Beecher Stowe gibi isimlerin eserleri ilk kez bu duvarlar arasında hayata geçti. “Uncle Tom’s Cabin” (Tom Amca’nın Kulübesi) gibi Amerikan tarihinde çığır açan kitapların ilk baskıları burada yapıldı.

Aynı zamanda yazar Mary Hutchinson da bu tarihi binada bir dönem yaşamış. Her ne kadar kitap rafları artık burada olmasa da, bina hâlâ Boston’un kültürel mirasının sessiz tanığı olarak ayakta duruyor.

Boston’ın edebiyatla ilişkisi sadece bu kitapçıyla sınırlı değil. Şehir, Amerika’daki ilk matbaanın kurulduğu yerlerden biri. 1638’de, Harvard Üniversitesi’nden yalnızca iki yıl sonra matbaa çalışmaya başlamış. Ve 1704’te, ülkenin ilk gazetesi olan Boston News-Letter, yine burada yayımlanmış. Bu yüzden Boston’a boşuna “Amerikan yayıncılığının beşiği” denmiyor.

Bugün Old Corner Bookstore’un önünde durup yukarı baktığınızda, mütevazı dış cephesiyle geçmişin izlerini taşımaya devam ettiğini görürsünüz. İçerisi artık farklı bir amaçla kullanılsa da, kitapların dünyayı değiştirebildiği zamanlardan kalan o ruh hâlâ bir yerlerde saklı gibi.

School Street üzerinde yürürken karşınıza çıkan görkemli yapı, Old City Hall (Eski Belediye Binası). 1865–1969 yılları arasında Boston’un resmî yönetim merkezi olarak hizmet vermiş olan bu bina, şehrin tarihî ve mimari zenginliğini gözler önüne seriyor.

Girişi sütunlarla çevrili, cephe detaylarıyla dikkat çeken yapı, Amerikan kamu binaları arasında erken örneklerinden biri olan Fransız İkinci İmparatorluk tarzı ile inşa edilmiş. O dönem için oldukça yenilikçi bir mimari anlayışı temsil eden bina, daha sonra ülke genelinde birçok şehir binasına ilham kaynağı olmuş.

Burası aynı zamanda Boston’un siyasi tarihinde önemli bir yere sahip. John F. Kennedy’nin dedesi, yani John Francis “Honey Fitz” Fitzgerald, bu binada Boston Belediye Başkanı olarak görev yapmış. Kennedy ailesinin politik yolculuğu da tam olarak burada başlamış sayılabilir.

Bugün artık belediye binası olarak kullanılmasa da, yapı korunmuş ve farklı kurumsal kullanımlara ev sahipliği yapıyor. Avlusunda Benjamin Franklin’in heykeli yer alıyor; çünkü Franklin burada, tam bu sokakta bulunan eski bir okulda eğitim görmüştü.

School Street üzerindeki gösterişli yapı Freedom Trail’in resmi duraklarından biri olmasa da, Boston’un ruhunu anlamak isteyenler için kaçırılmaması gereken noktalardan biri: Omni Parker House Hotel.

1855 yılında kurulan otel, yalnızca Boston’un değil, Amerika’nın en eski kesintisiz hizmet veren oteli olma özelliğine sahip. Şehirdeki ilk ciddi lokanta ve lüks otel konseptini getiren Parker House, kısa sürede edebiyat, siyaset ve sanat dünyasının uğrak noktası hâline gelmiş. Koridorlarında Charles Dickens, salonlarında ise Amerikan edebiyatının devleri Longfellow, Hawthorne, Emerson ve Thoreau dolaşmış.

Ancak belki de en ilginç hikâyeler misafirlerden değil, burada çalışmış olan iki genç adamdan geliyor: 1915’te Ho Şi Minh, o dönem Boston’daki yaşam mücadelesinin bir parçası olarak otelin mutfağında çalışıyordu. Yıllar sonra Vietnam’ın bağımsızlık lideri ve komünist devrimin öncüsü olacaktı. 1940’lı yıllarda ise Malcolm X, gençlik yıllarında bu otelin lokantasında garsonluk yapıyordu; ileride Amerikan sivil haklar hareketinin simge isimlerinden biri hâline gelecekti.

Otelin mutfağı da tarihe iz bırakmış. Boston Cream Pie adlı tatlı ilk kez burada yapılmış ve zamanla Massachusetts’in resmî tatlısı olarak kabul edilmiştir.

Bugün hâlâ faal olan Omni Parker House, sadece konaklama sunmuyor; Boston’un siyasi, kültürel ve hatta devrimci hafızasını da taşıyor.

Tremont ve School Street’in köşesinde, Boston’un tarihine ve mimarisine dair çarpıcı izler taşıyan bir yapı yükselir: King’s Chapel. Amerikan Devrimi’nden önce, Britanya’dan gelen Anglikanlar için inşa edilmiş olan bu kilise, başlangıçta bir semboldü—tahtın dini temsilcisinin Amerika’daki uzantısıydı.

İlk yapı, 1686 yılında tahta karkas olarak yapılmıştı. Ancak bu mütevazı yapı 1754 yılında yıkılarak yerine bugünkü granit duvarlı, görkemli taş kilise inşa edildi. O dönem için oldukça iddialı olan bu mimari, ilk bağımsız mimarlarımızdan Peter Harrison tarafından tasarlandı. Boston’daki ilk granit bina olma özelliğini de taşıyor.

Amerikan Devrimi’nden sonra, Anglikan Kilisesi’ne duyulan tepki nedeniyle cemaat dağıldı. Fakat bina âtıl kalmadı. Bu sefer farklı bir ruhla yeniden doğdu: King’s Chapel, Amerika’nın ilk Unitarian kilisesi oldu. Dinsel dogmalara karşı daha özgürlükçü bir yaklaşımı savunan bu yeni mezhep, kilisenin de kimliğini dönüştürdü.

Ancak kilisenin geçmişi yalnızca vaazlar ve dualarla sınırlı değil. Boston Common’daki darağaçlarına gitmeden önce, idam mahkûmları son vaazlarını burada dinlermiş. Hemen kilisenin bitişiğindeki küçük ama etkileyici mezarlık—King’s Chapel Burying Ground—şehrin en eski mezarlığı olarak, 1600’lü yıllara kadar uzanıyor. Burada, koloninin kurucularından John Winthrop gibi önemli isimler sonsuz istirahatlerinde yatıyor.

Boston’un eğitim tarihiyle övünç duyduğu yerlerin başında gelir Boston Latin School. 1635 yılında kurulan bu okul, Amerika’nın ilk devlet okulu olma özelliğine sahiptir. Öyle ki, buradan mezun olanlar arasında Benjamin Franklin ve Samuel Adams gibi bağımsızlık hareketinin öncü isimleri bulunur. Bugün okul başka bir binada faaliyet gösterse de, orijinal yeri Freedom Trail üzerindedir ve Boston’un düşünsel gelişiminin temellerini atan yer olarak kabul edilir.

Ancak Boston’un tarih sahnesinde yalnızca okullar ve devrimciler yoktu. Bir kadın, dini baskıya karşı gösterdiği kararlılıkla adını tarihe yazdırdı: Mary Dyer.

Mary Dyer, 1600’lerin ortasında Püriten düzenine başkaldıran cesur bir kadındı. Başlangıçta, Tanrı’nın doğrudan insanlarla konuşabileceğini savunan Anne Hutchinson’ın destekçisiydi. Bu yüzden Boston’dan sürülüp Rhode Island’a gitti. Bir süre sonra İngiltere’ye döndü, fakat orada da duramadı; inanç arayışı onu tekrar Amerika’ya getirdi.

Bu dönüşünde Quaker olmuştu—yani, içsel aydınlanmayı, bireysel vicdanı ve barışı esas alan bir mezhebin mensubu. Ancak Massachusetts’te Quaker olmak yasaktı. Mary defalarca sürgün edildi, ama her seferinde geri döndü. O, yalnızca inancını yaşamakla kalmıyor, başkalarına da anlatıyordu.

Sonunda Boston yetkilileri ona bir seçenek sundu: Quaker inancından vazgeç veya idam edil. Mary Dyer inancından ödün vermedi. Ve 1 Haziran 1660’ta, Boston Common’da asılarak idam edildi. Adı, bugün özgürlük inancının sembollerinden biri olarak anılıyor. Heykeli, Massachusetts Eyalet Binası’nın önünde duruyor.

Mary’nin hayatı sadece dini değil, toplumsal kalıpları da sorgulayan bir hikâye. Örneğin, doğurduğu ölü çocuk, dönemin batıl inançları yüzünden bir “şeytan yavrusu” gibi betimlenmişti. Bu olay, onun cadılıkla suçlanmasa da toplumun dışına itilmesinin habercisi olmuştu.

Boston’un Püriten geçmişi bu tür hikâyelerle dolu. Bir başka örnek: Kaptan Kemble… Üç yıl süren bir deniz yolculuğundan döndükten sonra, evinin kapısında karısını öpmüş. Ancak kamuya açık alanda sevgi göstermek, Püriten ahlakına aykırı sayıldığından mahkemeye çıkarılmış ve ceza almış!

Boston’da, Old Granary Burying Ground adındaki mezarlık, yaklaşık 1600 mezara ev sahipliği yapıyor ve şehrin en eski mezarlıklarından biri olarak dikkat çekiyor. İsmi, aslında burada eskiden bir tahıl deposu (granary) bulunmasından geliyor; depo yıkılınca alan mezarlık olarak kullanılmaya başlanmış.

Bugün mezarlık, her gün gündüz saatlerinde ücretsiz olarak ziyarete açık. Tarihi atmosferi yakalamak isterseniz, Bağımsızlık Savaşı döneminin kıyafetlerini giymiş rehberlerle de turlara katılabilirsiniz.

Burada gömülü olanlar arasında Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın önemli isimleri yer alıyor:

•John Hancock, özgürlük mücadelesinin önde gelen liderlerinden biri,

•Samuel Adams, bağımsızlık hareketinin coşkulu savunucusu,

•Paul Revere, ünlü geceyarısı uyarıcısı,

•Robert Paine, önemli bir devrimci hukukçu,

ve hatta Benjamin Franklin’in annesi ve babası da bu topraklarda sonsuz uykuya dalmış.

Old Granary, sadece bir mezarlık değil, Boston’un ve Amerika’nın özgürlük mücadelesinin sembolü.

Park Street Church, ünlü yazar Henry James’in “Amerika’daki en ilginç tuğla ve harç yapısı” tanımını kazanamamış olabilir, ama beyaz ve süslü çan kulesiyle şehrin en dikkat çekici yapılarından biri olduğu kesin.

1829 yılının 4 Temmuz’unda, burada önemli bir tarihi an yaşandı: ünlü hatip William Lloyd Garrison, köleliğe karşı özgürlük kampanyasını tam burada başlattı. Bu nedenle Park Street Church, Amerikan kölelik karşıtı hareketinin önemli merkezlerinden biri olarak kabul edilir.

Park Street’in sonunda, bu etkileyici kiliseyi geride bırakıp Tremont Street’e adım atıyoruz. Karşımıza çıkan uzun ve sivri kuleye sahip başka bir tarihi bina, 1810’da İngiliz mimar Peter Banner tarafından tasarlandı. Söylentilere göre, Banner’ın bu yapıyı tasarlarken ünlü İngiliz mimar Christopher Wren’in eserlerinden esinlendiği düşünülüyor.

Boston, 1634 yılında ortak arazi olarak ayrılan Boston Common’un etrafında gelişti. Şehri ziyaret eden herkesin mutlaka ilk uğradığı yerlerden biri olan bu park, Boston’un “Zümrüt Gerdanlığı” olarak anılan dokuz parkından en değerlilerinden biridir. Bu dokuz parkın altısı, Amerika’nın en ünlü peyzaj mimarı Frederick Law Olmsted tarafından tasarlanmıştır.

Boston Common, Amerika’nın en eski kamu parklarından biri olup 1634’ten beri şehir sakinlerinin nefes aldığı yemyeşil bir vaha olarak varlığını sürdürüyor. Beton binaların arasında sakin bir doğa köşesi olan parkta, Ether Fountain adlı ikonik anıt ve George Washington’un bronz heykeli yer alır.

Parkın hemen yanında, Boston Common’a bitişik olan Boston Public Garden bulunuyor. Burada yer alan gölde yürüyüş tekneleriyle turlar yaparak doğanın tadını çıkarabilirsiniz.

Boston Common’un kenarında, Eyalet Meclisi binasının karşısında, Massachusetts 54. Alayı’nın gönüllülerini anan bir anıt vardır. Bu anıt, ırkçı ayrımcılığa karşı savaşan siyah askerlerin onuruna dikilmiştir. Şair Robert Lowell bu anıttan esinlenerek yazdığı For the Union Dead adlı şiirle Pulitzer Ödülü kazanmıştır. Ayrıca alayın trajik kahramanlıkları, Glory filminde etkileyici şekilde tasvir edilmiştir.

Boston’un Beacon Hill bölgesinde ise The Black Heritage Trail (Siyah Miras Yolu) bulunur. Bu yol, Smith Court’un küçük, krem rengi kaplamalı evlerinden başlayıp, bir zamanlar ünlü Yeraltı Demiryolu’nun önemli bir durağı olan, kaçak köleleri ödül avcılarından koruyan 66 Phillips Street adresindeki Lewis ve Harriet Hayden Evi gibi tarihî yerlerden geçer. Yol boyunca, siyah Amerikalıların Boston’daki tarihi, okullar, diğer kurumlar ve evler aracılığıyla gözler önüne serilir.

Beacon Street tarafında, Boston Common park karşısında 1798 yılında ünlü mimar Charles Bulfinch tarafından tasarlandı. Neoklasik tarzda inşa edilen bina, görkemli altın kubbesiyle kolayca fark ediliyor. Aslında bu kubbe ilk yapıldığında tahttandı; daha sonra bakırla kaplanıp 24 ayar altın varakla kaplanarak bugünkü halini aldı.

Bağımsızlık savaşı tamamlandıktan sonra burası, yeni Amerikan hükümetinin Massachusetts’teki yönetim merkezi hâline geldi. Giriş bölümünde bulunan Senato Salonu artık aktif olarak kullanılmasa da tarihî dokusunu koruyor. Yine ön kısımda yer alan Dorik Salon, içindeki George Washington ve diğer ulusal kahramanların heykelleriyle dikkat çekiyor.

Kubbenin arkasında kalan bölümlerde ise Temsilciler Meclisi Salonu, yönetim ofisleri ve büyük toplantı salonları yer alıyor. Özellikle görülmeye değer alanlardan biri de, adını savaşta yaralanan bir askerin bakımını yapan hemşire heykelinden alan Hastabakıcılar Salonu. Bu salonda, Amerikan Devrimi’nin önemli anları duvar resimleriyle anlatılıyor. Bir başka salonda ise savaş bayrakları, alay sancakları ve tarihî askeri flamalar sergileniyor.

Buranın belki de en ilginç sembollerinden biri, Sacred Cod (Kutsal Morina Balığı) adlı ahşap heykel. Bu balık, Massachusetts’in balıkçılıkla kazandığı refahı temsil ediyor ve Temsilciler Meclisi salonunun tavanında asılı duruyor. Rivayet odur ki, hangi parti iktidardaysa, Sacred Cod da başını o yöne çevirirmiş…

Boston’un simgelerinden biri hâline gelen Cheers Bar, aslında Boston Public Garden’ın tam karşısında, Beacon Street üzerinde yer alan mütevazı bir mekândı. Ama 1982’den 1993’e kadar tam 11 sezon boyunca milyonları ekran başına kilitleyen Cheers dizisinin meşhur açılış sahneleri burada çekilince ünü Boston sınırlarını aştı.

Dizideki repliklerden biri olan “Where everybody knows your name” (Herkesin adınızı bildiği yer) bir nevi bu barla özdeşleşti. Ancak ilginç bir detay: dizinin çekimleri yalnızca barın dış cephesinde yapıldı. İç mekân sahneleri tamamen bir Hollywood stüdyosunda kurulan setle çekildi. Yani televizyon ekranında gördüğünüz sıcak atmosferli iç bar sahneleri, gerçek Cheers Bar’a ait değil.

Yine de dizinin hayranları için bu bar nostaljik bir durak olmaya devam ediyor. Bugün hâlâ orijinal ismiyle, ancak “Cheers” markası altında çalışıyor ve içinde diziye dair hatıraların sergilendiği küçük bir müze köşesi de bulunuyor.

Charles Nehri’nin gelgit düzlüklerinin her bir bölümü 1857’den itibaren dolduruldukça, Back Bay’in geniş bulvarları ve görkemli evlerinden daha fazlası inşa edildi. Bu nedenle, bölgede doğudan batıya doğru bir yürüyüş, Viktorya mimarisi hakkında bir ders niteliğindedir.

Commonwealth Caddesi gibi büyük bulvarlar ise Public Garden’dan batıya doğru Back Bay’e uzanır ve Harvard Köprüsü Charles Nehri’nin üzerinden Cambridge’e uzanır.

Boston'ın eski tuğla evleri, bunların yanyana sıralandığı sokaklar insanın dikkatini çekiyor. Birbirine ve Charles Nehri'ne paralel uzanan Beacon Streat, Marlborough Street, Commonwealth Avenue ve Newbury Street bunlar.

Bacon Hill’in kuzey kısmı daha mütevazı bir ortama sahiptir ve 19. yüzyılın başlarından bu yana Afro-Amerikalılara ev sahipliği yapmaktadır. 2,5 mil boyunca uzanan Kara Miras Yolu gecmektedir.

Newbury Street, Boston şehrinin en gözde ve lüks caddelerinden birisidir. Back Bay bölgesinde bulunan bu güzel cadde 1,6 km’dir. Her daim cıvıl cıvıl ortamı ile evlerin altındaki butikler, kafeler ve restoranları ile keyifle vakit geçirebileceğiniz caddedir. Newbury caddesi konum olarak Boston Public Garden’dan Brookline Bulvarı’na kadar uzanır. Newbury Caddesine parkın olduğu taraftan gezmeye başlarsanız birbirinden pahalı markaların olduğu mağazaları gezebilirsiniz.

Boston’ın en güzel meydanlarından birisi olan Copley Meydanı tarihteki yeri itibari ile sanat meydanı olarak da anılmaktadır. Prudential Center, Hynes Convention Center, Institution of Contemporary Art ve Trinity Church, bu kentin belli başlı noktaları arasında.

First Baptist Church in Boston, Back Bay bölgesinde, Boylston Street üzerinde yer alan görkemli bir yapıdır. Kilise 1872 yılında tamamlanmış ve ünlü Amerikalı mimar Henry Hobson Richardson tarafından tasarlanmıştır. Bu yapı, onun adını taşıyan Richardsonian Romanesk tarzın ilk önemli örneklerinden biridir.

Kilisenin mimarisi, kalın granit duvarları, geniş kemerli pencereleri, yuvarlak kemerleri ve belirgin kuleleriyle Romanesk Revival tarzının tipik özelliklerini taşır. Yapının en dikkat çeken bölümü, İtalyan kampanilelerini andıran 61 metrelik çan kulesidir. Kule, hem simgesel bir işaret noktası hem de mimari bir odak noktası işlevi görür.

İç mekânda ise büyük kemer açıklıkları ve yüksek tavanlar sayesinde etkileyici bir hacim hissi yaratılmıştır. Özellikle ahşap işçiliği ve vitray pencereler, mekâna hem tarihî hem de ruhani bir atmosfer kazandırır.

Kilisenin cemaati aslında Boston’da 1665’te kurulan en eski Baptist topluluklardan biridir; bu yapı onların dördüncü ibadet mekânıdır ve Amerikan dini özgürlük tarihinin de önemli bir simgesidir.

Trinity Church, Boston’ın Back Bay bölgesinde, Copley Meydanı’nda yer alan en ikonik yapılardan biridir. 1877 yılında Henry Hobson Richardson tarafından tasarlanan bu yapı, mimarın adını taşıyan Richardsonian Romanesk tarzının ilk büyük örneğidir ve Amerikan mimarlığında bir dönüm noktası olarak kabul edilir.

Kilise, bataklık bir zemine inşa edildiğinden yaklaşık 4.000 ahşap kazık üzerine oturtulmuştur. Dış cephesinde kullanılan kırmızımsı kumtaşı, yapıya sıcak ama heybetli bir görünüm kazandırır. Simetrik olmayan tasarımı, yuvarlak kemerleri, ağır kütleli yapısı ve yüksek çan kulesi ile klasik Romanesk öğeler başarıyla modernize edilmiştir.

İç mekânda özellikle Burne-Jones ve William Morris tarafından yapılan vitray pencereler dikkat çeker. Bu vitraylar, sadece dini anlatımları değil, aynı zamanda dönemin sanat akımlarını da yansıtarak kiliseye zarif ve ruhani bir atmosfer katar.

Trinity Church, Amerikan Mimarlar Enstitüsü’nün düzenlediği ankette, ABD’nin en güzel ilk on yapısı arasında gösterilmiştir. Bugün de aktif bir cemaatin buluşma noktası olarak kullanılırmaktadır.

Huntington ve Massachusetts caddelerindeki Christian Science Center, First Church of Christ Scientist’in “Ana Kilisesi”dir.

Boston’ın Huntington Avenue ve Massachusetts Avenue kesişiminde yer alan, hem dini hem de mimari bakımdan dikkat çekici bir komplekstir. Merkezde, 1894’te açılan ve zamanla genişletilen First Church of Christ, Scientist—yani Christian Science inancının ana kilisesi—bulunur. Kubbesiyle dikkat çeken granit yapı, neo-klasik ve Rönesans etkileri taşıyan mimarisiyle öne çıkar.

Kompleksin modern kanadı ise 1970’lerde mimar Araldo Cossutta tarafından tasarlanmış olup, uzun havuzu, sütunlu yürüyüş yolları ve açık alanlarıyla Boston şehir merkezine nefes aldıran bir bölge yaratır.

En ilginç bölümlerden biri ise, 1935’te tamamlanan ve ziyaretçileri içine alan cam küre Mapparium’dur. 3 kat yüksekliğindeki bu cam dünya, dönemin politik sınırlarını koruduğu için tarihsel olarak da değerlidir. İçine girdiğinizde sesin yankılanma biçimi ve dünya haritasına içeriden bakma deneyimi oldukça etkileyicidir.

Ayrıca Christian Science Center, bağımsız gazeteciliğiyle tanınan Christian Science Monitor gazetesinin de evidir. Nelson Mandela, 1990 yılında gazeteye verdiği destekten ötürü bizzat teşekkür etmek üzere merkezi ziyaret etmiştir.

Copley Meydanı, Boston’un Back Bay bölgesinin kalbinde yer alır ve tarihiyle modern mimariyi aynı karede buluşturan eşsiz bir noktadır. Meydanın çevresi hem 19. yüzyıl mimarisini yansıtan yapılarla hem de günümüz gökdelenleriyle çevrilidir. Bu çeşitlilik, bölgeye bir sentez atmosferi kazandırır.

Meydanın en dikkat çeken yapılarından biri, 1895’te açılmış olan Boston Halk Kütüphanesi’dir. Amerika’nın en büyük ikinci halk kütüphanesi olan bu yapı, 26 farklı bölümden oluşur ve hem içerdiği devasa kaynak koleksiyonu hem de mimarisiyle öğrencilerin ve araştırmacıların gözdesidir. Sessiz çalışma alanları, sanat eserleriyle süslenmiş odaları ve ücretsiz Wi-Fi hizmeti sayesinde modern bir öğrenme ortamı sunar. Kütüphane cephesindeki “Free to all” yazısı ise halk kütüphaneciliği felsefesinin güçlü bir ifadesidir.

Meydanın siluetine hâkim olan Prudential Tower, Boston’un en yüksek yapılarından biridir. 1964’te tamamlanan bu kule, tepesindeki radyo direğiyle birlikte 270 metreyi aşar. Gökdelenin tepe katındaki “Skywalk Observatory” ziyaretçilere Charles Nehri’nden Atlantik kıyılarına kadar uzanan panoramik bir Boston manzarası sunar.

Old South Church, Boston’un Back Bay semtinde yükselen görkemli bir dini yapıdır. 1875 yılında tamamlanan kilise, mimarlar Charles Amos Cummings ve Willard T. Sears tarafından tasarlanmış olup Viktorya dönemi Venedik Gotik mimarisinin başarılı bir örneğidir. Renkli taş cephesi, yüksek sivri çan kulesi ve karmaşık taş işçiliğiyle dikkat çeker. İç mekânda yer alan zarif sütunlar, kavisli kemerler ve renkli vitray pencereler, ibadet alanına hem ruhani hem de estetik bir atmosfer kazandırır. Özellikle 70 metre yüksekliğindeki çan kulesi, Boston siluetine ayrı bir karakter katar.

Kilise, Boston’daki pek çok gökdelenin gölgesinde kalsa da zarif mimarisiyle geçmişin ruhunu korur. Aynı zamanda kilisenin içindeki org ve akustik tasarım, müzik performansları ve konserler için de ideal bir ortam yaratır.

Old South Church, 1669’da kurulmuş olan köklü bir cemaatin Boston’daki en yeni evi olarak 1875’te inşa edilmiştir. 19. yüzyıldan bu yana yalnızca bir ibadet yeri değil, aynı zamanda toplumsal adalet, insan hakları ve yardım faaliyetlerinin merkezlerinden biri olmuştur. Kilise, yoksullara yardım, LGBTQ+ hakları, göçmen destek programları ve çevre bilinci gibi birçok konuda aktif rol oynamaktadır.

Cemaatin geçmişi ise daha da etkileyicidir: Amerikan Bağımsızlık hareketinin başladığı yerlerden biri olan eski Old South Meeting House, bu cemaatin ilk kilisesiydi. Bugünkü kilise ise bu tarihî mirası günümüzde yaşatmaya devam ediyor.

Merkezden Tremont Caddesi boyunca aşağı doğru ilerlediğinizde, Boston’un renkli Chinatown ve Tiyatro Bölgesi’ne ulaşırsınız. Chinatown’un kalbi sayılan Essex Street’te, özellikle “Chan Chow” adlı mekanda dim sum denemenizi şiddetle öneririm. Burada sunulan lezzetler ağırlıklı olarak wan tun tarzında; yani ince hamur içine sarılıp buharda pişirilen, genellikle domuz eti veya deniz ürünleriyle hazırlanan enfes tatlar var. Chan Chow, Kanton mutfağına özgü bir lezzet sunuyor ve etle deniz ürünlerinin harmanlandığı karışık dim sum seçenekleriyle biliniyor. Menü çeşitliliği sınırlı olsa da, tadımlık porsiyonlardaki tazelik ve lezzet sizi memnun edecektir.

Chinatown’un hemen yanı başında bulunan Tiyatro Bölgesi ise Boston’un kültürel kalbi olarak kabul edilir. Burada çok sayıda tiyatro salonu, sahne sanatları merkezi ve canlı gösteri mekânı bulunur. Bölgede her türden oyun, müzikal, konser ve performans izlemek mümkün. Hem modern hem tarihi tiyatroların bir arada olduğu bu bölge, şehrin sanat yaşamına dinamizm katar. Akşamları ışıklandırılmış tabelalar ve kalabalık caddeler, bölgeyi canlı ve enerjik kılar.

Bunker Hill, Boston’un Charlestown bölgesinde, Charles Nehri’nin karşı tarafında yer alır. 1775’te Amerikalı milislerin Boston’u kuşatmak için toplandığı stratejik bir tepedir. Aslında o dönemde daha çok Breed’s Hill olarak biliniyordu. Amerikalılar, İngilizlere karşı savunma hattı kurmak için burayı tahkim etmeye çalışırken İngilizler ağır bir saldırı başlattı. Kanlı ve zorlu çatışmalar sonucunda İngilizler tepede kontrolü ele geçirdi, ancak verdikleri ağır kayıplar yüzünden ilerleyemediler. Boston İngilizlerin elinde kaldıysa da, George Washington komutasındaki Amerikan kuvvetleri şehri uzun süre kuşattı ve sonunda geri aldı.

Bu savaş ve çevresindeki olaylar, on üç koloninin bağımsızlık mücadelesinde dönüm noktalarından biri oldu; Bağımsızlık Bildirgesi’nin yayımlanması da bu döneme denk gelir. Bugün Bunker Hill’e çıkıldığında asıl göze çarpan 67 metre yüksekliğindeki anıt kule. Tepeden şehre ve nehre panoramik bir bakış sunuyor.

Charlestown, Boston’un tarih kokan New England tarzı eski evlerinin yoğun olduğu, sakin ve biraz da nostaljik bir semt. Freedom Trail’in Charlestown Köprüsü’nden geçip buraya ulaşması burayı Boston tarihinin önemli duraklarından biri yapıyor.

Son yıllarda bölgede “gentrification” (mahalle yenileme, zenginleştirme) süreci başlamış olsa da, hafta içi ve gündüz saatlerinde sokaklar oldukça tenha ve sessiz oluyor. Burası büyük şehir merkezinin karmaşasından uzakta, sakin bir nefes almak için ideal bir yer gibi.

Charlestown, özellikle tarihi evleri, küçük bahçeleri ve yerel yaşamıyla Boston’un diğer bölgelerinden farklı, daha huzurlu bir atmosfer sunuyor. Hafta sonu veya akşamları biraz daha hareketleniyor ve mahalle daha canlı ve çekici hale geliyor.

Boston’a gidip de okyanus kenarını hiç görmedim diyen kalmasın! Boston Limanı, şehrin denizle buluştuğu hem tarihi hem de modern dokusunu bir arada sunan özel bir bölge. Liman boyunca yürürken hem şehir siluetinin etkileyici manzarasını hem de hareketli deniz trafiğini izleyebilirsiniz.

Limanda yer alan New England Akvaryumu, deniz canlıları tutkunları için mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir nokta. İçerisinde devasa bir deniz kaplumbağası tankı, köpekbalıkları ve rengarenk tropik balıklarla dolu birçok bölüm bulunuyor. Akvaryumun hemen dışındaki liman yürüyüş yolunda, tekneler, feribotlar ve yelkenliler geçerken yürüyüş yapmak keyifli.

Biraz daha ileride, limanın girişindeki Charlestown Navy Yard’da Amerika’nın en eski müze gemilerinden biri olan USS Constitution (diğer adıyla “Old Ironsides”) demirli. 1797 yapımı bu savaş gemisi, Amerikan Donanması’nın gurur kaynağıdır ve ziyaretçilere açılmıştır.

Boston Limanı’nın çevresinde ayrıca Boston Tea Party Ships & Museum da bulunur. Burada 1773’te gerçekleşen tarihi Çay Partisi olayı canlandırmalarla ve etkileşimli sergilerle anlatılır.

Liman boyunca uzanan Seaport District ise Boston’un en hızlı gelişen modern bölgelerindendir. Burada şık restoranlar, sanat galerileri ve modern mimarinin örnekleri olan gökdelenler yer alır.

Son olarak, limanın hemen yakınında yer alan Christopher Columbus Park, yürüyüş ve piknik için güzel bir yeşil alan sunar.

4th of July kutlamaları…

Boston Çay Partisi, 16 Aralık 1773’te Boston Limanı’nda gerçekleşen önemli bir protesto hareketidir. Amerikan kolonistleri, İngiltere’nin uyguladığı yüksek vergili çaya karşı tepkilerini göstermek için Kızılderili kılığına girerek, limandaki İngiliz gemilerindeki tonlarca çayı denize dökmüştür. Bu sembolik eylem, sadece vergi politikasına karşı bir isyan değil, aynı zamanda Amerikan halkının özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinin başlangıcı olmuştur.

Boston Çay Partisi, Amerikan Devrimi’nin simgelerinden biri olarak tarihe geçmiştir, ülkeyi ve vergi politikalarını protesto etmek amacıyla gerçekleştirdikleri sembolik bir eylemdir.

Bu protestonun etkileri, sonunda 4 Temmuz 1776’da Amerika’nın Bağımsızlık Bildirgesi’ni ilan etmesine kadar uzanmış ve 4 Temmuz 1776’da Amerikan halkı özgürlüğünü ve bağımsızlığını ilan etmiştir.

Yöresel etkinlikler ve konserlerle dolu bu özel gün, sadece eğlenceli değil, aynı zamanda kültürel açıdan da farklı bir deneyim sundu bizlere.

Bugün 4th of July’ı kutlamak, bizim için sıradan bir tatilden çok daha fazlasıydı. Farklı bir ülkenin tarihine ve kültürüne tanıklık ettik. Amerika’nın Bağımsızlık Günü, her köşesi ayrı bir coşkuya sahne olan bir deneyime dönüştü. Gün boyunca sokaklarda süzülen bayraklar, rengarenk kıyafetlere bürünmüş insanlar ve etrafa yayılan enerji, hepimizi içine çekti.

Akşam saatlerinde başlayan havai fişek gösterisi ise adeta gökyüzünde bir görsel şölen sundu. Renklerin dansı, müzik eşliğinde büyüleyiciydi.

Charles Nehrinin Cambridge kenarında olan Massachusetts Institute of Technology namı değer MIT, Harvard’dan sonra en çok merak edilen okullardan birisidir. Mühendislik alanında dünya devi okul teknik üniversitedir.

1861 yılında kurulmuştur ve dünya çapında teknoloji, mühendislik ve bilim alanında liderdir.

Çok uluslu ve yenilikçi, yaratıcı öğrencilerden oluşur.

Hem tarihi hem modern yapılar bir arada; teknoloji ve akademi dolu dinamik bir ortam.

Yıl boyunca seminerler, atölyeler, bilim festivalleri ve öğrenci kulüpleri tarafından düzenlenen etkinlikler yapılır.

MIT, özellikle mühendislik ve teknoloji alanlarında dünyaca ünlüdür ama çok çeşitli bölümleri vardır. Ana fakülteleri şunlardır:

School of Engineering (Mühendislik Fakültesi): Elektrik, Mekanik, Bilgisayar Bilimleri, Biyomedikal, Kimya, İnşaat gibi bölümler.

School of Science (Fen Fakültesi): Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji, Deniz Biyolojisi.

School of Architecture and Planning (Mimarlık ve Planlama): Mimarlık, Kentsel Planlama, Medya Sanatları.

Sloan School of Management (İşletme Fakültesi): İşletme, Finans, Yönetim.

School of Humanities, Arts, and Social Sciences (Beşeri Bilimler, Sanatlar ve Sosyal Bilimler): Ekonomi, Felsefe, Psikoloji, Tarih, Dil Bilimleri.

MIT, akademik başarı ve ihtiyaç bazlı burslar sunar.

•MIT, öğrencilerin finansal durumlarını detaylı inceler ve gereksinim duyulan miktarda yardım sağlar. Öğrencilerin %60’ından fazlası bu tür destek alır.

•Merit bazlı burslar MIT’de yaygın değildir, çünkü burslar genellikle ihtiyaç bazlıdır.

•Uluslararası öğrenciler de finansal yardım için başvurabilir.

•Öğrenciler, düşük gelirli ailelerden geliyorsa, öğrenim ücretinin tamamı karşılanabilir.

Finansal yardım, öğrenim ücretinin yanı sıra yaşam masraflarını da kapsar.

MIT, çeşitliliğe büyük önem verir.

•Öğrenci topluluğu çok ulusludur, dünyanın 100’den fazla ülkesinden öğrenciler vardır.

•Kadın mühendis oranı artmakta ve çeşitli cinsiyet kimliklerine yönelik destek programları mevcuttur.

MIT’ye kabul çok rekabetçidir.

•Ortaokul ve lise başarıları (GPA) çok önemlidir; en üst düzey akademik performans beklenir.

•Standart testler: SAT ve ACT sonuçları istenir (özellikle ABD’den başvuranlar için, pandemi sonrası bazı esneklikler var).

•Bilim ve matematik yetenekleri: MIT, özellikle STEM alanlarında yüksek yetenekli öğrencileri tercih eder.

•Liderlik ve sosyal aktiviteler: Akademik başarının yanında sosyal sorumluluk, liderlik ve proje deneyimleri önemlidir.

•Referans mektupları ve motivasyon mektubu: Öğrencinin karakterini ve hedeflerini yansıtan belgeler.

•Mülakat: MIT’de başvuranlar için gönüllü mülakat sistemi vardır, genellikle eski öğrencilerle yapılır.

Kabul oranı yaklaşık %4-7 arasındadır, yani çok seçicidir.

Great Dome

MIT’nin en ikonik yapısıdır. 1916 yılında tamamlanan bu büyük kubbeli bina aslında Barker Kütüphanesi’ne ev sahipliği yapıyor. Kubbenin altında öğrenciler ders çalışır, dışarıdan ise kampüsün kalbi gibi görsel bir odak noktasıdır.

MIT Museum

MIT Müzesi, teknolojinin tarihini, inovasyonlarını ve bilimsel gelişmeleri sergiliyor. Burada robotlardan yapay zeka projelerine, hologramlardan biyoteknolojiye kadar pek çok etkileşimli sergi var. Özellikle bilim ve teknoloji meraklıları için ilham kaynağıdır.

Killian Court

Great Dome’un hemen önündeki büyük yeşil alan. Bahar törenleri ve mezuniyetler burada gerçekleşir. MIT’de kampüs hayatının kalbidir.

Stata Center

Frank Gehry tarafından tasarlanmış sıra dışı mimarisiyle ünlüdür. Modern, kıvrımlı, adeta bilim ve sanatın buluştuğu bir yapı. İçinde bilgisayar bilimi ve yapay zeka bölümleri bulunur.

Infinite Corridor

MIT’de “sonsuz koridor” olarak bilinen bu uzun ve düz koridor, kampüsün çeşitli binalarını birbirine bağlar. Hatta her yıl birkaç gün boyunca koridorun iki ucu güneş ışınlarıyla tam hizalanır; bu an “MIThenge” olarak adlandırılır ve oldukça ilginçtir.

Zesiger Sports and Fitness Center

MIT öğrencilerinin spor yapması için kapsamlı bir tesis. Yüzme havuzları, koşu bantları, basketbol sahaları gibi birçok spor alanı bulunur.

Lobby 7

MIT kampüsünün ana girişlerinden biridir. Öğrencilerin buluşma noktasıdır, kulüp etkinlikleri ve duyurular burada yapılır.

MIT bilim ve teknoloji tutkunları için büyüleyici bir deneyim.

Cambridge şehrinin göz bebeklerinden birisi olan Harvard Üniversite’sindeyiz. Derin’i ekonomi yaz okuluna yerleştirmeye geldik.

Harvard, adını bir din adamı olan ve üniversiteye 779£ ve 400 kitap bağışlayarak, bugün 15 milyondan fazla kitabı barındıran dünyaca ünlü kütüphanenin oluşmasına katkıda bulunan hayırsever John Harvard’dan alır.

Harvard üç kampüsten oluşur:

Cambridge: Harvard Üniversitesi ana kampüsünün bulunduğu şehir olan Cambridge, çoğu idari binayı, lisans yurtlarını ve Harvard College okulunu barındırır.

Allston: Harvard University ana kampüsünün güneybatısında, Charles Nehri boyunca yer alan kampüs, Harvard spor tesislerine ve ünlü Harvard Business School yani işletme okuluna ev sahipliği yapar.

Longwood, Boston: Charles Nehri'nin güneyinde yer alan kampüs, Harvard Tıp Fakültesi, Diş Hekimliği Fakültesi ve Halk Sağlığı Okulunu barındırır.

Harvard havasını solumak için, üniversitenin en eski ve en sembolik alanlarından biri olan Harvard Yard..

Tarihi binalar, gençliğin enerjisi ve Avrupa’yı anımsatan mimari öyle güçlü bir atmosfer yaratıyor ki, sadece yaz okuluna gelen öğrenciler değil, biz ebeveynler de burada kalbimizi bırakıyoruz.

Harvard çok turistik bir yer. Boston’un en çok ziyaret edilen ve turistik yerlerinden biri. Yıllık olarak yaklaşık 3 milyon turist Harvard kampüsünü gezmek için geliyor Gezilecek yerleri aşağıdaki gibidir.

1. Harvard Yard

Harvard’ın kalbi sayılan geniş yeşil alan. Tarihi binaların çevrelediği bu avlu, öğrencilerin buluşma ve dinlenme noktası. Harvard’ın en eski binaları burada bulunur.

2. Widener Library

Harvard’ın en büyük ve en önemli kütüphanesi. Muhteşem iç mimarisi ve devasa kitap koleksiyonuyla büyüler. Ziyaretçiler için belirli bölümleri açıktır.

3. Memorial Hall

Gotik mimari tarzındaki bu tarihi yapı, Harvard mezunlarına adanmıştır. Şimdi konserler, etkinlikler ve toplantılar için kullanılır.

4. Harvard Art Museums

Üç ayrı müzeden oluşur: Fogg, Busch-Reisinger ve Arthur M. Sackler müzeleri. Avrupa ve Asya sanatından geniş koleksiyonlar sunar.

5. Science Center

Modern bir bina ve kampüsün bilimsel merkezidir. Sergiler, öğrenci projeleri ve etkinlikler burada gerçekleşir.

6. Harvard Square

Kampüsün hemen dışında yer alan canlı bir meydan. Kafe, kitapçı ve mağazalarla dolu, öğrenci ve ziyaretçiler için popüler bir sosyalleşme alanı.

7. John Harvard Statue

Harvard Yard’da bulunan ve “Statue of Three Lies” (Üç Yalan Heykeli) olarak da bilinen ünlü heykel. Harvard Üniversitesi’nin kurucusu olmadığı halde ismi verilmiştir.

8. Tercentenary Theatre

Harvard Yard içinde bulunan açık hava tiyatrosu ve mezuniyet törenlerinin yapıldığı yer.

Üniversiteye başvuru yapan öğrencilerin ortalama %5.2’lik bir kısmını kabul ediyor. Yani 100 başvurudan 95’i ret alıyor.

Harvard Kütüphanesi, aynı zamanda Amerika’daki en eski koleksiyona sahip dünyanın en ünlü üniversite kütüphanelerinden biridir. 100’den fazla dilde, neredeyse 3,5 milyon esere ev sahipliği yapan kütüphane 92 kilometrelik raftan oluşur. Harvard hakkında en ilginç bilgi, kütüphane binasına genişletme yapılamadığı için 4 kat yeraltına inilmiş.

Bu okullardan mezun olanlar dünyayı yönetiyor. Harvard mezunu ABD başkanlarına bir kaç örnek vermem gerekirse Barack Obama (1991- Law School), George W. Bush (1975- MBA Business School), John F. Kennedy (1940), Franklin Delano Roosevelt -FDR (1904- Law School), Rutherford B. Hayes (1845- Law School), John Quincy Adams (1787-Law School), John Adams (1755-Law School)’i sayabilirim.

Harvard University (2023-2024)

* Tuition: 54.269 USD

* Fees: 4.807 USD

* Housing: 12.424 USD

* Food: 7.950 USD

* Personal Expenses: 2.500 USD

* Books: 1.000 USD

* Health Insurance: 4.120 USD

* Total: 87.070 USD

Harvard Üniversitesi’nin bahçesinde yer alan John Harvard heykeli, kampüsün en bilinen simgelerinden biridir. Heykelin sol ayağına dokunmanın şans getirdiğine inanıldığı için ziyaretçiler genellikle buraya uğrayıp mutlaka dokunuyor ve fotoğraf çekiliyor.

Heykelin üzerinde “John Harvard, The Founder, 1638” yazsa da, bu bilgiler gerçeği tam yansıtmıyor. Heykel, aynı zamanda “3 Yalan Heykeli” (Statue of Three Lies) olarak anılıyor çünkü:

1.John Harvard, üniversitenin kurucusu değil; 1638’de değil, ölümünden sonra yaptığı büyük bağış sayesinde üniversitenin adı ona verilmiş.

2.Harvard Üniversitesi 1638 değil, 1636 yılında kurulmuş.

3.Heykel orijinal John Harvard figürünü temsil etmiyor; 1764’te Harvard Hall yangınında orijinal tasvir yok olmuş, günümüzdeki heykel ise muhtemelen heykeltıraşın bir öğrenciyi model almasıyla yapılmış.

Tüm bu detaylar, John Harvard heykelini Harvard’ın tarihine dair eğlenceli ve düşündürücü bir anıta dönüştürüyor.

Balina izleme turu için Capt. Bill and Sons’la yola çıktık. Boston’un yaklaşık 45 dakika kuzeyine gidip oradan tekneye bindik. Okyanusa açıldığımızda bizi iki saatlik, rüzgârlı ve oldukça sallantılı bir yolculuk bekliyordu—öyle ki bazıları deniz tutmasından kusmak zorunda kaldı. Ama kimse vazgeçmedi; çünkü balinaları görme umudu hepimizi ayakta tutuyordu.

Saatler süren arayışın ardından, dev gövdeleriyle balinalar birer birer ortaya çıkmaya başladı. Etrafımızda dönüyor, su yüzeyine çıkıp tekrar dalıyorlardı. Âdeta bizim için bir gösteri sunuyorlardı. Bu etkileyici anları büyük bir keyifle izledim. Okyanusun ortasında, bu dev canlılarla aynı ortamda olmak gerçekten ilginç bir duyguydu.

Beş saat süren bu yolculuk hem doğanın ihtişamını hem de sabrın sonunda gelen ödül oldu. Keyifli bir deneyim olarak anılarda kalacak.

Boston Duck Tours’la şehri gezmek sıradan bir deneyim değil, tam bir macera! Önce bu kocaman, rengârenk “ördek araca” biniyorsun; rehber kaptan gaza basıyor ve Boston sokaklarında tarih, hikâye ve bol kahkaha eşliğinde dolaşıyorsun. Sonra sürpriz geliyor: Araç hop diye Charles Nehri’ne giriyor! Evet evet, bildiğin suya dalıyor. Panik yok, çünkü bu araç hem karada hem suda gidiyor. Kullanılan araçlar, II. Dünya Savaşı sırasında askeri amaçlarla geliştirilen DUKW tipi taşıtların modernize edilmiş versiyonları. Rehberler de ciddi rehberler değil, stand-up yapar gibi anlatıyorlar Boston’u. Bir yandan öğreniyor, bir yandan da gülmekten karnına ağrılar giriyor. Şehri görmek isteyen ama klasik turlardan sıkılanlar için birebir!

Gotik mimari, akademik aura; kendimizi bir romanın içinde bulduk Yale’de.

Özgürlük havası Brown’ın kampüste hissediliyor; burada kurallar değil, fikirler konuşuyor.

Dartmouth, doğanın ortasında bir bilgi vahası; burada sessizlik bile ilham veriyor.

Zekâ ışıl ışıl, MIT sanki bir bilim kurgu seti; teknolojiye dokunur gibi olduk.

Duvarlar sessiz, geçmiş görkemli; bilgi Harvard’da sadece içeride değil, havada da asılı.

Çay partileriyle tarih yazmış Boston’da, biz de kendi anılarımızı demledik.

Ve böylece, Doğu Amerika Günlükleri’nin sonuna geldik. Onbeş gün süren bizim yolculuğumuz, kızımızın bir aylık serüveniyle birleşerek hayatımızın en özel anılarından birine dönüştü. Tıkabasa yemekler yendi, kahveler içildi, alışverişler yapıldı, sokaklar, müzeler gezildi, kampüsler adım adım dolaşıldı. Navigasyon sapıttı, valizler doldu taştı, ama biz her anın tadını çıkardık. Kızım bir ay boyunca geleceğin peşinden koştu, biz de onun arkasından koşturduk.

Yorulduk mu? Evet.

Değdi mi? Fazlasıyla.

Bir sonraki rotaya kadar, şimdilik durduk. Ama bavullar göz kırpıyor

Bir yol biter, bir diğeri başlar.

Şimdilik hoşça kal Doğu Amerika — biz dolu dolu geldik, dolu dolu dönüyoruz.

Bu gezimde de mekanların tarihleri, sokakların, binaların mimari özellikleri, yerel halkın hikayeleri ve lezzet durakları tavsiyeleri için okuduğum, yararlandığım kaynaklar:

New York Eye Witness Travel Guides

Let’s Go Washington D.C.

USA The Rough Guide

Frommer’s Philadelphia & the Amish Country

Baska Kentler, Baska Denizler 3_ Murat Belge

Huseyin Sayin

Gezimanya

Wikipedia

Blondie on the road

Tüm fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir, içinde olduklarım hariç.

Emeğe saygı önemli

Tavsiye ettiğim yerlerle bir iş birliğim veya reklamım yok.