Rami-Pierre Loti Gezisi
Son günlerde soğuk ve yağmurlu havaların etkisi altında olan İstanbul, nihayet güneşli bir güne kavuştu. Bu güzel havayı değerlendirmek ve uzun zamandır ziyaret etmek istediğim bir mekânı görmek için fırsatı kaçırmadım. Yıllar boyunca tarihi bir askeri yapı olarak hizmet veren, sonrasında ise titizlikle restore edilerek İstanbul’un en büyük kütüphanelerinden biri haline getirilen Rami Kışlası Kütüphanesi’ne gitmeye karar verdim. Hem tarihî atmosferi hem de kültürel zenginliğiyle kendine hayran bırakan bu kütüphane, uzun zamandır listemin başında yer alıyordu ve nihayet ziyaret ediyorum.
Rami Kışlası ve Kütüphanesi, Osmanlı padişahı sultan III. Mustafa tarafından Rumeli’ye giden ordunun genel ihtiyaçlarına destek amacı ile yapılmış. Sultan II. Mahmut döneminde karargâh olarak kullanılmış. Yine aynı dönemde Mekteb-i Harbiye buraya taşınmış ve kışla farklı isimle anılmaya başlanmış. Fransızların işgali, cumhuriyet döneminde 1. Ordu’ya geçişi ve sonrasında belediye bünyesinde varlığını sürdüren Rami kışlası bugün İstanbul’un en büyük kütüphanesi olarak hizmet vermekte.
III. Mustafa’ya “Ram” (itaatkâr) olduğu için “Rami” lakabıyla anılan Veziriazam Mehmed Paşa’nın çiftliğine yapılan kışla II. Mahmud döneminde yenilenerek 1960’a kadar kullanılmış. Kışla, Gülhane gibi bir park yapılması koşuluyla İstanbul Belediyesi’ne devredildiyse de belediye bu alanı bir ara kuru gıda toptancılarına tahsis etmiş.
Rami Kışlası uzun süre devam eden restorasyondan sonra kütüphane olarak hizmete açıldı. 36.000 metrekare kapalı ve 51.000 metrekare yeşil alanı bulunan 4.200 kişi kapasiteli kütüphane, 0-3 yaş grubundan başlayarak her yastaki kullanıcının ilgi alanına ve ihtiyaçlarına yönelik Bebek ve Çocuk, Gençlik, Yetişkin, İhtisas, Atatürk ve Yazma Eserler gibi farklı kütüphanelerde hizmet veriyor.
Kışlanın arkasında II. Abdülhamit’in başmabeyincisi Serasker Ali Rıza Paşa’nın, hayratı Sofular Rıza Paşa Çeşme, Havuzlu Çeşmesi var. Rami Kışlası’nın tam arka tarafına düşüyor. Havuzbaşı Çeşme SokağI’na da adını vermiş.
Rami Cuma Mahallesi’nde, 93 Harbi denilen 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi sonucunda Rus Ordusu’nun Tuna’yı geçip Bulgaristan’ın kuzeyini ele geçirmesiyle oralardan göç ederek İstanbul’a gelen Türk-Müslüman muhacirlerin Sultan II. Abdülhamit tarafından yerleştirilmesiyle kurulmuş bir mahalle imiş.
Cuma Mahallesi’nde 1960’lara kadar çok sayıda 2-3 katlı ahşap evler ve konaklar bulunuyormuş. Sultan II. Abdülhamit’in zaman zaman Yıldız Sarayı’na çağırıp bazı hususlarda görüş ve tavsiyeleri aldığı ve çok saygı duyduğu Reisü’l Ulemâ Yusuf Ziyaettin Efendi’nin konağı Rami Kışlası’nın karşısında Topçular ile eski Bereç Pil Fabrikası arasında yine eski Tikveşli Çiftliği’nin adını taşıyan sokağın başında restore edilmiş bir şekilde duruyor.
İstanbul’un fethi öncesinde sadece askeri hazırlıklar yapılmadı. Manevi hazırlıklar da yapıldı. İşte bunlardan biri de askerin ibadetini rahat yapabilmesi için yapılan Rami Kışla Caddesi üzerinde Topçuoğlu Esat Ağa’nın kuşatma sırasında yaptırdığı Topçubaşı Esat Ağa Cami’dir. Caminin bulunduğu bölgede Fetih öncesi Fatih’in karargahının kurulduğu yermiş. Burada yaklaşık 5 bin askerin konuşlandırıldığı bilinmekte.
Rami İstanbul’un Eyüpsultan ilçesine bağlı büyük ve tarihi bir semttir. Adını Osmanlı padişahı II. Mustafa döneminde önce Reisül Küttab sonra da sadrazamlık yapan Rami Mehmed Paşa’dan alır.
II. Mustafa’nın Sadrazam Rami Mehmed Paşa’ya hediye olarak verdiği arazi Rami Çiftliği olarak anılmaya başlamış, zamanla semtin adı Rami haline gelmiştir. II. Abdülhamit zamanında birçok devlet görevlisi bu semtte yerleşmiş. Hacı Ali Paşa İlköğretim Okulu ve Hacı Ali Paşa Camii semtin tarihi yapılarındandır.
Hamidiye Camii ve Cuma Camii isimleriyle de bilinen Hacı Ali Paşa Camii, Sultan II. Abdülhamit’in başmabeyincisi Hacı Ali Rıza Paşa tarafından 1889 yılında yaptırılmış.
İslambey Camii, Eyüp’ten Rami’ye yürürken İslambey Caddesi üzerindedir. Kanuni’nin kumandanlarından Kırşehirli İslam Bey tarafından, bitişiğindeki çeşme ve sıbyan mektebiyle birlikte 1521 yılında yaptırılmış. Sonradan bedevi tekkesi olarak kullanılmış. Mihrap duvarı ve minare tarafındaki duvarın üzerinde yer alan bedevi sikkeli kitabeler de bu döneme ait.
İstanbul Eyüp Sultan’da İdris-i Bitlisî tepesinde (Pierre Loti de diyenler vardır) gözlerden ırak, mezarlar arasında 277 yaşında bir tekke vardır. Kaşgari Tekkesi Cami de denir. Yolun her iki yola açılan avlu kapıları vardır. İdris Köşkü Caddesi tarafındaki kapı civarında, sol tarafta ve set üzerinde Türk Musikisinin ünlü üstadı Zekâi Dede Efendi ve ailesinin kabirleri var.
Tekkenin yapımına 1157 tarihinde başlanmış ve bir senede bitirilmiş. Bânisi Murteza Efendi 1166 da vefat etmiş. Kabri, tekke haziresindedir.
Cami tamamen ahşaptan yapılmış. Kapının sağ tarafında da kitabesiz büyük hazneli bir çeşme var. Avluda on yüzlü, kitabesiz bir şadırvan bulunmakta. Mescit yanında mermer, çıkrıklı fakat kitabesiz bir kuyu mevcut.
Hoca Hüsam Tekkesi, Hüsam Efendi Tekkesi, Selim Efendi Tekkesi ve Hâtûniye Tekkesi, isimleri ile anılan tekke Ahmed Dede Mescidi içinde bulunuyor. Tekkenin yapım tarihi 1732. Hasan Hüsameddin Efendinin şeyhi ve hocasıdır.
Mescit, Eyüp’te İdris-köşkü civarında, Gümüşsuyu Çeşmesi yakınında, eski Havuzbaşı denilen yere yakın bir mahalde ve Eyüp-Gümüşsuyu Yolu ile Hüsam Efendi Sokağının birleştiği yerde ve sokağın sol tarafında çok geniş ve meyilli bir arazi içinde girilmesi imkânsız bir gizlilik içinde bulunmakta.
Zeynep Hatun Camii ya da Kerimağa Camii İdris köşkü semtinde ve Kerim Ağa Sokağı ile Gümüşsüyü Camii Sokağı arasındadır. Zeynep Hâtûn’un kabri ise, Türbe Sokağının sol başında ve set üzerinde. Bulunduğu sokağa adını vermiş olmasından ve kalın gövdeli, bodur minaresinden dolayı 15. yüzyıl mescitlerinden olduğu anlaşılıyor.
İdris Köşkü Caddesi üzerinde, Pierre Loti Tesisleri önünde, İdris-i Bitlisî çeşmesi ve sıbyan mektebi bulunuyor. 1620’li yıllarda inşa edildiği düşünülen mektep kesme taştan yapılmış.
İdris-i Bitlisi Bitlis doğumludur. 15. yüzyılın ortalarında doğduğu tahmin ediliyor. II. Bayezid zamanında Osmanlı sarayında büyük itibar görmüş ve kendisine yüksek maaş bağlanmış bir kişi. II. Bayezid’in emriyle Heşt Bihişt adlı Osmanlı tarihini yazmaya başlamış ve eserini otuz ay içinde tamamlayıp 1506 padişaha sunmuş. Yavuz Sultan Selim’in 1514 yılında gerçekleştirilen İran seferine ve Çaldıran Savaşı’na katılmış. Bir süre Tebriz’de kalarak verdiği vaazlarla halkı Osmanlı idaresine ısındırmaya çalışmış. Yavuz’un İstanbul’a dönmesinin ardından maiyetindeki 10.000 yerli gönüllü askerle Safevî kuşatması altındaki Diyarbekir’i kurtarmaya gitmiş ve bu şehrin kurtarılmasında büyük hizmeti geçmiş. Tıp, kozmografya, felsefe, tasavvuf, siyaset, ahlâk ve tarih gibi ilimlerle meşgul olan İdrîs-i Bitlisî Farsça, Arapça, Türkçe olmak üzere telif, tercüme ve şerh mahiyetinde çeşitli eserler kaleme almıştır.
Gümüşsüyü Camii sokağının sol başında ve bir evin bahçesinde de İdris-i Bitlisi’nin şahidesi bulunmakta.
İdrisköşkü caddesi üzerinde, İdris-i Bitlisi Sıbyan Mektebinin sağ ilerisinde Nahilbend Hasan Ağa türbesi bulunur. Türbenin arka tarafında, Pierre Loti Tesisleri içerisinde ise evvelce burada var olan tekkenin son kalıntısı olan kuyu bileziği yer alır.
Bugünkü Karyağdı Mahallesi’nde, mezarlıkların bittiği noktada ve Pierre Loti kahvehanesinin yanı başında, Eyüp sırtlarından Haliç’e tepeden bakan Karyağdı Horasani Mehmet Ali Baba Tekkesi İstanbul’un en ünlü turistik noktalarından.
18. yüzyılın sonlarında kurulan bu Bektaşi tekkesi 1828’de Padişah II. Mahmud tarafından Yeniçeri Ocağı’nın ve Bektaşiliğin yasaklanmasıyla birlikte kapatılmış ancak sonraki dönemlerde tekrar açılmış. Tekkenin çevresinde Bektaşi tarikatına ait kişilerin kabirleri var. Buradaki en eski kabir 1779 tarihinde tekkenin yönetimine getirilen Seyyid Muhamad Ali’ye ait.
Pierre Loti tepesindeki mezarlıkların arasında Osmanlı cellatlarına ait olduğu iddia edilen dört köşeli ve yazısız cellat mezarları var. Osmanlı İmparatorluğu'nda cellatların kimliği gizli tutulurdu. Cellatların mezarlarında öldükten sonra ailelerinin dışlanmaması için isimleri yazılmazdı.
Bostancıbaşı’na bağlı olarak görev yapan cellatlar siyasileri boğarak, katilleri işkenceyle, korsanları çengele geçirerek, yol kesenleri ise bazen kazığa oturtarak öldürürlermiş. Daha çok Hırvat ve Çingeneler arasından cellat yapılmış. Dilsiz ve sağır olmalarına özen gösterilmiş ve idam ettikleri kişinin feryadını duymamaları ve onlarla konuşmamaları için bazılarının da dilleri kesilerek ocağa girişi sağlanırmış.
Pierre Loti, 1850-1923 yılları arasında yaşamış ünlü bir Fransız yazar ve oryantalist. Aslen bir deniz subayı olan Loti, Türkiye’ye ilk kez 1876 yılında gelmiş ve bir yıl kadar kalmış. Eyüp sırtlarındaki bu tarihî kahveyi de o yıllarda keşfetmiş.
Kahvehanenin geçmişi 18. yüzyıl ortalarına kadar gidiyor. III. Mustafa döneminde Rabia Kadın’ın işlettiği kahvehane, daha çok sonraki sahibi Ragıp Ağa ile anılıyor. Pierre Loti’nin müdavimi olması kahvehanenin ve tepenin ününü artırır. Pierre Loti ünlü Aziyade romanının bir kısmını bu kahvehanede yazmış.
60’lı yılların başına kadar bu kahvehanenin müdavimleri genellikle kabir ziyaretine gelen insanlarmış. 1964 yılında Sabiha Tansuğ devraldığı kahvehaneyi yeni baştan düzenleyip turistik bir yer hâline getirmiş.
Tepeye mezarlık içinden geçen dik yokuşlu bir yol ile çıkılıyor. Uzun kuyruklarda beklemeyi göze alırsanız güzel bir manzara eşliğinde teleferikle de çıkmak mümkün.
Şah Sultan Camii Eyüp Sultan Pierre Loti mezarlığının tam karşısında Haliç deniz kıyısında bulunuyor.
Şah Sultan tarafından Musliheddin Musa Efendi için yaptırılmış harem, tekke, mektep, türbe, derviş bölümlerinden meydana gelen yapılar topluluğuna ek olarak Osmanlı imparatorluğunun Baş Mimarı, Mimar Sinan’a Şah Sultan, bir de camiyi yaptırmış.
Kare planlı, almaşık taş duvar örgüsüne (Almaşık Duvar Tekniği, tarihi yapıların inşasında kullanılan önemli bir tekniktir. Bu teknik, taş, ahşap, toprak ve diğer malzemeleri kullanarak yapıların dayanıklılığını arttırır ve uzun yıllar boyunca ayakta kalmasını sağlar.) sahip olan yapının çatı bölümü ve son cemaat bölümü ahşap malzeme kullanılarak yapılmış. Caminin güneydoğu bölümünde Merkezzade Şeyh Ahmet Efendi’ye ait türbe bulunuyor.
Şah Sultan Camii, 190 yıl sonra 1766 depreminde yıkılmış. Daha sonra Sultan II. Mustafa döneminde yenilenmiş. 1812 yılında Sultan II. Mahmut döneminde yeniden yenilenmiş.
1766’da Marmara Denizi’nin doğusunda meydana gelen ve İstanbul Boğazı ve Mudanya Körfezi'ne kadar uzanan tsunamiye yol açan büyük bir deprem olmuş. Bu depremde 4-5 bin arasında kişi ölmüş ve Fatih Camii, şehir surları, Yedikule, Kapalıçarşı, Topkapı Sarayı gibi yerlerde büyük hasarlar oluşmuş. Hatta padişah bir süre çadırda kaldığını söyleniyor.
Adını daha önce tüm kıyıyı kaplayan saraylı hanımların Bahariye yalılarından alan Bahariye Mevlevihanesi 1873 yılında Beşiktaş’tan şimdi olduğu noktaya taşınmış.
1612’de Ohrili Hüseyin Paşa’nın kurduğu Beşiktaş Mevlevihanesi’nin Çırağan Sarayı yaptırıldığı sıra yıktırılıp arsasının saraya katılması halkta hoşnutsuzluğa neden olunca mevlevihane geçici olarak Fındıklı’ya, Karace hennem İbrahim Ağa’nın konağına taşımış. Padişah Abdülaziz, mevlevihaneyi Maçka’da yeniden yaptırdıysa da Maçka Silahhanesi (İTÜ Maçka Maden Fakültesi) yapılırken Eyüp’e bugünkü yerine taşınmasını istemiş. Mevlevihane özel etkinliklerde açık olup, bilet ile izlenen sema gösterileri sunmakta.
Bu gezi bana hem keşiflerle dolu bir macera oldu hem de geçmişe dokunma fırsatı sundu. Yorgun ama ruhen zenginleşmiş şekilde dönüş yolundayken yolumun üzerindeki Edirnekapı Şehitliği’ne uğramadan gidemedim.
Edirnekapı Şehitliği, 1453 tarihinde İstanbul’u fethetmek için savaşıp şehit düşen askerlerin Edirnekapı, Topkapı Maltepe ve Topçular arasında kalan geniş araziye gömülmeleri ile oluşmuş.
Osmanlı-Rus Harbi, Balkan Harbi şehitleri, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri şehitleri, Polis Teşkilatımızın şehitleri, T.H.Y. sivil şehitleri, İtfaiye Şehitleri, Eski Tulumbacılar ve Harp malul ve gaziler bu mezarlıkta yatmaktalar.
Osmanlı döneminde Sır Tekke adıyla anılan ilk şehitliğin yeri bugün bilinmemekte. Bayram sabahları camilerden çıkan cemaatler, Sır Tekke’de toplanır ve şehitlerin ruhlarına dualar ederlermiş. E-5 karayolunu Haliç Köprüsü’ne birleştiren tünelin yapımı sırasında tünelin üstüne düşen kısımdaki şehitlerin kabirleri buradan alınarak başka yerlere nakledilmişler. Sır Tekke denilen yer de bu tünelin üst kısmına rastladığından kaybolmuş.
Bu durak, yolculuğuma derinlik katarken, bana köklerimizi ve minnet duymamız gereken değerleri bir kez daha hatırlattı. Tarihimize, fedakârlıklara ve hatıralara saygı duruşunda bulunup, evimin yolunu tuttum.
Bu gezimde de mekanların tarihleri, eserlerin anlamı, sokakların, binaların mimari özellikleri, yerel halkın hikayeleri, yaşam tarzları ve lezzet durakları tavsiyeleri için okuduğum, yararlandığım kaynaklar:
İstanbul Nasıl Gezilir- Haldun Hürel
İstanbul Gezi Rehberi- Murat Belge
Taşların Dilinden İstanbul- Sami Bayraktar
Strolling Throug İstanbul- Hillary Summer-Boyd & John Freely
Tarihi Yarımada- Tayfun Nasuhbeyoğlu
Turan Akıncı
Mustafa Cambaz
Kültür Envanteri
Tarihi Mekanlar Kişisel Ansiklopedi-Erol Şaşmaz
Türkiye’nin Tarihi Eserleri
Haritalarla İstanbul Gezi Rehberi-IBB
Seda Özen Bilgili
Belediye websiteleri yazıları, faydalanmamız için yazılarını web, instagram, facebook, X…. yayınlayan bloggerlar, gezginler… Hepsine ayrı ayrı çok teşekkür ederim.
Emeklerine saygı önemli!
Tavsiye ettiğim yeme, içme mekanları, yerler ile bir işbirliğim veya reklamım yoktur.!!!