320

Feneryolu - Göztepe Gezisi

İstanbul’un sokaklarıyla özdeşleşen renkleri. Sokakları keşfederken tarihin kahverengi dokuları, yeşilin huzur veren tonları, gün batımının büyüleyici turuncuları, denizin capcanlı turkuazı, semtin dinamizmini yansıtan pembeyi ve ruhu hafifleten lilanın izini sürdük. 

Bugün Feneryolu ile Göztepe arasındaki bölgeyi gezerek hem kentsel dönüşümle yok olan apartman seramiklerini hem de günümüze ulaşamayan köşklerin mimari yapısını, bahçe düzenlemelerini ve köşk hayatının nasıl olduğunu inceledik.

Gezimiz sırasında, bir kısmı yangınlarda zarar gören, bir kısmı Cumhuriyet sonrası mali sıkıntılar nedeniyle elden çıkarılan, bazıları ise varislerinin bakım masraflarını karşılayamaması nedeniyle yıktırılıp yerine apartman yapılmak zorunda kalan köşklerin hikâyelerine tanık olduk. Ayrıca, hukuki ve yasal sorunlar nedeniyle tadilat yapılamayıp çürümeye terkedilen köşklerin de izlerini sürdük. Her biri bir dönemin yaşam tarzını yansıtan bu yapılar, artık sadece hatıralarda ve eski fotoğraflarda varlığını sürdürüyor.

Feneryolu mahallesinde 20. yüzyıl başlarında yirmi adet köşk varmış.

19. yüzyılın sonlarında Avrupa’da ortaya çıkan Arts and Crafts hareketi, mimarlık, seramik ve resim sanatlarını bir araya getirerek yeni bir estetik anlayış geliştirdi. Evrensel ve yerel unsurların harmanlandığı bu üslup, büyük seramik panolar aracılığıyla mimari yapılarla bütünleşmeye başladı ve binalara kendine özgü bir kimlik kazandırdı.

Feneryolu Yazıcıbaşı Sokak’ta yer alan Erturan Apartmanı’nın (No:13) cephesindeki seramik pano, soyut ve figüratif ögeleri bir arada sunan etkileyici bir kompozisyona sahip. Toprak tonlarının hâkim olduğu tasarımda, en altta dört kadın figüründen oluşan bir grup yer alırken, yukarı doğru yükselen soyut formlar dikkat çekiyor. Panonun sağ alt köşesinde ise “Nazan” imzası bulunmakta.

Şehirdeki mekânlar, modern sanatın birer yansıması olarak, çağdaş dilin ve estetik anlayışın göstergesi haline gelir. Sergi ve galerilerde sanatseverlerle buluşan eserler, yalnızca kapalı alanlarla sınırlı kalmaz; kamusal yapılar ve dış cephelerde de modern sanatın yayılmasına katkıda bulunur. Bu tür eserler, sanatı herkesin ulaşabileceği bir noktaya taşıyarak izleyiciyi pasif bir gözlemciden aktif bir katılımcıya dönüştürür ve kamusal alanlarda kolektif bir etkileşim yaratır.

Feneryolu Yazıcıbaşı Sokak’ta, Arı Apartmanı’nın (No:14) cephesinde yer alan seramik pano, soyut geometrik desenlerden oluşan uzunlamasına bir kompozisyona sahip. Keskin hatlar ve ritmik formlar, binanın mimari yapısıyla bütünleşerek hareketli bir yüzey etkisi oluşturmakta. Panonun en alt kısmında “Ark Seramik, 89. 5716016” imzası yer alıyor. Bazı seramik atölyelerinin imzalarının yanı sıra iletişim bilgilerini de eserlerine dahil edilmiş. Bu pano, sanatın sadece bir dekoratif unsur değil, aynı zamanda kent belleğinin ve dönemin sanatsal anlayışının bir parçası olduğunu da vurgulamakta.

Dönemin sanatçıları tarafından büyük ölçekli binalar için tasarlanan mozaik-seramik panolar, milliyetçi, sosyalist, folklorik ve etnik unsurların bir araya getirilmesiyle kendine özgü bir “ulusal” sanat dili oluşturmuştur. Bu panolar, yalnızca estetik bir unsur olmanın ötesine geçerek, toplumsal kimlik, kültürel miras ve kolektif belleğin bir yansıması haline gelmiştir.

Feneryolu Yazıcıbaşı Sokak’ta bulunan Nil Apartmanı’nın (No:12) girişinde ve iç mekânında yer alan 1979 tarihli seramik pano, soyut ve amorf (şekli olmayan cisimler) dairesel formlardan oluşan dinamik bir kompozisyona sahip. Alçak rölyef tekniğiyle (alçak rölyef, figürlerin yüzeye daha yakın olduğu ve ince detayların işlendiği bir tekniktir. Bu teknik, daha hassas ve zarif bir görünüm sağlar.) derinlik kazandırılan bu eser, ışık ve gölge oyunlarıyla mekânda farklı perspektifler yaratmış. Panonun üzerinde “Cevdet Altuğ 79” imzası yer almakta olup, bu imza hem sanatçının kimliğini hem de dönemin sanatsal yaklaşımını yansıtan önemli bir belge niteliğinde. Bu eser, modern sanatın mimariyle kurduğu güçlü bağın ve kamusal alanlarda sanata verilen önemin somut örneklerinden biri durumundadır.

Türkiye’de 1950’lerde mimaride seramik ve mozaik panoların kullanımı yaygınlaşmaya başlamış, bu yeni sanatsal yaklaşım, evrensel üslupla yerel, milli ve folklorik ögelerin birleştiği eklektik bir ifade biçimine dönüşmüştür. Her sanatçı, kendi özgün stilini bu büyük mimari yüzeylere aktararak hem yapıya kimlik kazandırmış hem de sanatın gündelik yaşamla bütünleşmesini sağlamıştır.

Ancak, 1970’lerden itibaren seramik-mozaik pano siparişlerinde önemli bir değişim yaşanmış, mimar ile sanatçı arasındaki yaratıcı iş birliği giderek azalmıştır. Bu dönemde, müteahhitler ve inşaat firmaları, mimari estetikten çok, işlevsellik ve ekonomik kaygılarla hareket etmeye başlamış ve sanatsal üretimler, daha çok işverenin talepleri doğrultusunda şekillenen “sipariş tasarım”lara dönüşmüştür. Bu değişim, sanatın mimariyle olan organik bağını zayıflatırken, özgün sanat eserlerinin yerini standart ve tekrar eden desenlere bırakmasına yol açmıştır. Yine de, bu dönemde üretilen bazı eserler, sanatçıların bireysel dokunuşları sayesinde estetik değerlerini koruyarak günümüze ulaşmıştır.

Feneryolu Yazıcıoğlu Sokak. Akgün Apt. 

Feneryolu, Yazıcıoğlu Sokak, Güney Apartmanı No: 22’ye yetişemedik. Ne yazık ki bina, kentsel dönüşümden nasibini almış. Eke, İstanbul, Ankara, İzmir ve diğer şehirlerdeki panoların mimari ve sanat hareketleri içindeki yerini saptayıp, dijital arşiv ve envanterleme çalışmalarıyla bu panoları şehir belleğinin bir parçası olarak görünür kılmaya çalışan “Şehrin Panoları” arşivinden aldığım bu resmi, hafızalarda yer etmesi için paylaşmak istiyorum. Umarım bu eser korunmuş ve yeni binada yeniden yerine konulacaktır.

Feneryolu’nda, Kuyubaşı Sokak ile Yazıcıbaşı Sokak’ın kesiştiği noktada yer alan Kilercibaşı Köşkü önemli bir tarihi ederdir. 19. yüzyılın sonlarında, Sultan II. Abdülhamid’in kilercibaşısı Osman Bey tarafından inşa ettirilen köşk, dönemin estetik anlayışını yansıtan üç katlı ahşap bir yapıdır.

Köşkün bulunduğu Kuyubaşı Semti, adını, bugün Süleyman Yalçın Şehir Hastanesi’nin arazisinde yer alan ve Sultan V. Murad’ın Fikirtepe’deki av köşküne su sağlayan su terazisinin yanında bulunan kuyudan almış. 1800’lü yılların sonlarında bölge, geniş ormanlık alanları ve seyrek yerleşimiyle dikkat çeken bir sayfiye yeriymiş. Günümüzde ise Kuyubaşı, mahalle dokusunu büyük ölçüde koruyarak ağaçlık alanları ve tarihi yapılarıyla sevimli bir semt olma özelliğini sürdürüyor.

Kilercibaşı Osman Bey, yaz aylarını geçirmek için kullandığı bu köşkte 1907 yılında vefat ettikten sonra köşk bir süre boş kalmış. 1928 yılında Bedros Efendi tarafından satın alınan köşk, onun ve kızı Zaruhi Hanım’ın yerleşmesiyle yeniden hayat bulmuş. Bedros Efendi, köşkün bakımını yaptırarak korunmasını sağlamış. Babasının vefatından sonra Zaruhi Hanım, eşiyle birlikte köşkte yaşamaya devam etmiş. Çiftin ölümünün ardından mülk el değiştirerek yeni sahiplerine geçmiş.

Günümüzde Kilercibaşı Köşkü, Türk Lions İstanbul Anadolu Yakası Sosyal Hizmet Vakfı tarafından kullanılmakta. Ayrıca, popüler televizyon dizisi Gönülçelen’in çekimlerine de ev sahipliği yapmış.

Kadıköy’de, eski SSK Hastanesi’nin bahçesinde, yola oldukça yakın bir konumda bulunan su terazisi. Bilmem kaçınız fark etti? Bu su terazisi, Sultan V. Murad’ın şehzadeliği döneminde yaz aylarını geçirdiği geniş arazide yer alan av köşküne su sağlamak amacıyla inşa edilmiş.

1864 yılında, Sultan Abdülaziz’in yeğeni Sultan V. Murad’a hediye ettiği geniş arazi, bugünkü Fikirtepe Mahallesi’nin büyük bir bölümünü kapsamaktaymış. Arazinin doğusunda inşa edilen av köşküne düzenli su temin edebilmek ve suyun basıncını dengelemek amacıyla bu su terazisi yapılmış. Yaklaşık 5 metre yüksekliğindeki yapı, taş ve tuğladan örülmüş olup, batı cephesinde üzerine çıkılmasını sağlayan demir basamaklar bulunmakta.

Osmanlı döneminde önemli bir sayfiye alanı olan bu bölge, günümüzde Kadıköy’ün Eğitim, Fikirtepe ve Dumlupınar Mahallelerinin büyük bir kısmını kapsayan geniş bir yerleşim alanına dönüşmüş durumda. Göztepe’den Kurbağalıdere’ye, minibüs yolundan E-5’e kadar uzanan bu araziden günümüze ulaşan nadir Osmanlı yapıları arasında bir hamam, bu su terazisi ve bir kuyu yer almaktadır.

Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Ferruh Başağa, Sabri Berkel, Attila Galatalı ve Ercüment Kalmık gibi Türkiye’nin önde gelen sanatçıları, Anadolu’nun zengin kültürel mirasından ilham alarak etnik motifleri mozaik panolara taşımışlardır. Bu sanatçılar, geleneksel desenleri modern bir yorumla buluşturarak, mimari yapılarla bütünleşen özgün eserler yaratmışlardır.

Bu anlayışın bir yansıması olarak, Feneryolu’nda Gedikli Sokak’ta yer alan Vehbi Aytan Apartmanı’nın (No:31) cephesinde bulunan mozaik pano, estetik ve kültürel değerleri bir araya getiren önemli bir örnek. “İclal” imzasını taşıyan bu eser, soyut ve etnik formların birleşimiyle dikkat çekmekte. Mozaik sanatıyla şekillenen bu tür panolar, sadece birer dekoratif unsur olmanın ötesinde, geçmiş ile geleceği bağlayan sanatsal köprü olarak kent dokusuna katkıda bulunmaktadır.

Seramik sanatının öncülerinden biri Gorbon Işıl Seramik’tir. 1957 yılında hem mimar hem de seramik sanatçısı olan Rebii Gorbon tarafından kurulan Gorbon Işıl Seramik Atölyesi, ilerleyen yıllarda bir fabrikaya dönüşerek Türkiye’de endüstriyel seramik üretiminin öncülerinden biri olmuştur. Rebii Gorbon, atölye ve fabrikasında dönemin önde gelen seramik sanatçılarıyla iş birliği yaparak birçok mimari yapıya özgün ve büyük ölçekli seramik tasarımları kazandırmıştır. Sanat ve endüstriyi buluşturan bu çalışmalar, Türkiye’de seramik sanatının gelişiminde önemli bir rol oynamıştır

Feneryolu Tahir Ertap Sok. Göktepe Apt. No:1

Uzun yıllar boyunca çalıştığım Gorbon Işıl Seramik’in ürettiği seramik panolar, bugün hâlâ pek çok apartmanın cephesinde zamana meydan okuyarak varlığını sürdürüyor. Bu panolar, mimariyle bütünleşen sanatsal dokularıyla sadece dekoratif bir unsur olmanın ötesine geçmiş, kent estetiğine kalıcı bir katkı sağlamıştır.

Bu süreçte, Aziz Bey’in liderliğinde gerçekleştirilen çalışmalarda, değerli sanatçı Erdoğan Ersen’in de önemli bir rolü olmuştur. Erdoğan Bey’in tasarladığı panolar, yalnızca teknik ustalığıyla değil, aynı zamanda güçlü sanatsal ifadesiyle de dikkat çeker. Estetik değeri yüksek bu eserler, dönemin sanatsal yaklaşımlarını yansıtırken, aynı zamanda modern Türk seramik sanatının gelişimine de katkıda bulunmuştur. Bugün hâlâ pek çok binanın cephesinde görülebilen bu panolar, sanatın mimariyle nasıl iç içe geçebileceğinin en güzel örneklerinden biri olarak kent dokusunu zenginleştirmeye devam etmektedir.

Feneryolu Mah. Eyüp Paşa sok. Tellioğlu Apt. No:24 Sanatçı: Yalçın Tokay

Sanatın ancak mimariyle bütünleşirse göçebelikten kurtulacağını söyler Eyüboğlu.

1-2: Mustafa Mazhar Bey sok. Gökalp Apt. No:43,

3-4: Mustafa Mazhar Bey sok. Süzer Apt. No:16

5: Özgürlük Parkı kapısında bulunan Ressam Tülin Özkara’ya ait 2013 yılı uluslararası Gaziantep Mozaik yarışmasında ikincilik ödülü alan mozaik panosu

Şehirlerin görsel hafızasında önemli bir yer tutan seramik ve mozaik panolar, binalarla birlikte yıkıldığında sadece fiziksel varlıklarını kaybetmekle kalmaz, aynı zamanda o dönemin kültürel ve sanatsal mirası da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Bu panolar, bir zamanların toplumsal, sanatsal ve mimari anlayışlarını yansıtarak geçmişin izlerini bize sunan önemli kültürel unsurlardır. Ancak, bu değerli mirasın kaybolması, o dönemin kültürünü ve estetiğini de hafızamızdan siler.

Bu kültürel hafızayı oluşturmak, yaşatmak ve geleceğe taşımak için belgeleme ve korunma süreçlerinin önemi büyüktür. Sanatçılar, mühendisler ve tarihçilerle birlikte yapılacak çalışmalarla bu panoların sadece fiziksel varlıkları değil, aynı zamanda onları yaratan kültürel bağlam da korunabilir. Bugünün toplumları, geçmişin estetik değerlerini anlamak ve yaşatmak adına bu tür mirası korumalı, ona sahip çıkmalıdır. Aksi takdirde, kentlerimizin kültürel zenginliği, zaman içinde silinip gidebilir.

Feneryolu Mah. Mustafa Mazhar Bey sok. Şahinbaş Apt. No:4 Sanatçı: İlgi

Aynı sokaklardan geçiyorum. Aynı kaldırımlara basıyorum. Aynı ağaçların gölgesinde yürüyorum. Ama artık farklı bir şey var.

Bugüne kadar fark etmediğim ayrıntılar, sanki birer birer gün yüzüne çıkıyor. Daha önce yalnızca fon gibi gördüğüm yol kenarında, muhteşem bir çeşme beliriyor karşımda-Selami Çeşme. Ne kadar zamandır orada duruyor, kim bilir… Şimdiye kadar nasıl da fark etmemişim? Halbuki hayatimin 25 yılı o mahallede geçti. 

Selamiçeşme o zamanlarda menzil yerlerinden biriymiş. Menzil yerlerine namazgâh yapmak âdetmiş. Buradaki namazgâh (18. yüzyıldan kalma) üzerine benzin istasyonu yapıldı. 

Semtin adını veren çeşme, 1800 Yılında Sultan 3.Selim’in haznedar ustası Şuhi Kethüda Kadın tarafından yaptırılmış. Rivayete göre eskiden hacca giden kafileler bu çeşmenin namazgahında kılınan toplu bir namazla uğurlanıp, döndüklerinde yine bu çeşmenin başında karşılandıkları için çeşme ‘Selam Çeşmesi’ diye adlandırılmış, daha sonra bu isim Selamiçeşme’ye dönüşmüş. Bir başka rivayete göre de, 17.yy.da Celvetiye Tarikatı’nın bir kolu olan Selami Tarikatı’nın kurucusu Şeyh Ali Efendi tarafından yaptırılmış, bu sebepten Selami Çeşmesi adını almış.

Namazgâh, çeşme ve hazireden oluşan kompleksin bugün sadece çeşmesi ve namazgâhın kıble taşı duruyor.

1940’ların sonunda gündeme gelen ve 1960-1970’ler arasında hız kazanan mimar, müteahhit ve inşaat firmalarıyla sanatçılar arasındaki iş birliğiyle şekillenen seramik-mozaik panolar, dönemin kültürel ve estetik kimliğini yansıtan önemli sanat eserleridir. Bu iş birliği, sanatın mimariyle buluşarak gündelik yaşamın estetik değerini arttırdığı bir dönemi simgeler. Ancak, günümüzde kentlerde yaşanan dönüşüm süreçleri, doğal ve insan kaynaklı afetler, bu panoların büyük oranda kaybolmasına yol açmaktadır.

Kentsel dönüşüm projeleri ve çeşitli afetler nedeniyle, bu panolarla bezeli binalar yıkıldıkça, yalnızca fiziksel yapılar değil, aynı zamanda o dönemin kültürel mirası da kolektif hafızamızdan silinmektedir. Geçmişin estetik izlerini taşıyan bu eserler, mimari yapılarla birlikte yok olmakta ve kültürel mirasımız büyük bir kayba uğramaktadır. Bu panoların korunması, gelecek nesillere aktarılması ve kültürel belleğimizin yaşatılması, ancak belgeleme, restorasyon ve bilinçli koruma çalışmaları ile mümkün olacaktır.

1-2: Selamicesme Bağdat Cad. 

3-4: Bağdat Cad. Çiftehavuzlar Apt. No:207

5: Yok olan bir pano daha. Bağdat Cad. No:222. Yıllarca önünden geçtim. İmza pastanesi çocukluğumun, gençliğimin, olgunluğumun eskimeyen yılların pastanesi. Ne yazık ki farkına varamadan yok oldu.

Panolarda üç ayrı yöntem kullanılmıştır. Seramik, mozaik ve rölyef. 

Seramik, kil veya benzeri malzemelerin şekillendirilip yüksek sıcaklıkta pişirilmesiyle elde edilir. Sırlama ve boyama teknikleriyle renklendirilebilir. 

Mozaik, küçük taş, cam, seramik veya diğer malzemelerden oluşan parçaların bir yüzeye yapıştırılmasıyla yapılan bir süsleme sanatıdır.

Rölyef, düz bir yüzey üzerine yapılan üç boyutlu kabartma veya çukur işçiliğidir.

Çiftehavuzlar Bağdat Cad. Kosif Apt.

Çiftehavuzlar Tepegöz Sokak’ta yer alan Rukiye Sultan Köşkü, 1900 yılında Ali Refik Paşa tarafından ünlü inşaat ustası Apostol Kalfa’ya inşa ettirilmiştir. İki katlı ahşap bir yapıdır ve zaman içinde farklı sahiplerin elinde önemli bir yer tutmuştur.

Köşk, daha sonra Sultan V. Murat’ın torunu Mehmet Selahattin Efendi’nin kızı olan Rukiye Sultan’a satılmış ve bu nedenle Rukiye Sultan ismiyle anılmaya başlanmıştır. Rukiye Sultan’ın bu civarda, kardeşi Adile Sultan’a ait büyük bir köşk daha bulunmaktaydı.

Ali Refik Paşa, Sütlüce tekkesinin şeyhi Muhtar Efendi’nin kızı Emine Müşkat Hanım ile evliydi. Evliliklerinin ilk yıllarını Sütlüce’de geçiren çift, Göztepe’deki köşk tamamlandıktan sonra burada yaşamaya başlamıştır. Ali Refik Paşa ve kalabalık ailesi bu köşkte yaşamış; Paşa’nın kızı Mehpare Hanım’ın torunu, kadın hastalıkları doktoru İsmail Türsan da burada büyümüştür. İsmail Türsan’ın eşi ise ünlü yazar Servet Muhtar Arus’un kızı Elhan Hanım’dı.

Köşkün ikinci sahibi Rukiye Sultan, Sultan V. Murat’ın torunu olup, babası Şehzade Selahattin Efendi, annesi ise Tevhide Hanım’dır. 1912 yılında Şerif Abdülmecit ile evlendikten sonra, köşkü satın alarak burada yaşamaya başlamışlardır. Rukiye Sultan’ın vefatının ardından, köşk, Sultan Abdülmecit’in ikinci eşi Saliha Naciye Kadınefendi ve oğlu Şehzade Abit Efendi tarafından kullanılmaya devam edilmiştir. 1924’teki sürgün sonrasında ise köşk, mühendis İlhan Bey tarafından satın alınmıştır.

Günümüzde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Alzheimer ve problemli çocuklar için rehabilitasyon merkezi olarak hizmet veren bu köşk, tarihsel ve kültürel mirasıyla hala önemli bir fonksiyon üstlenmektedir.

Kadıköy’ün Çiftehavuzlar semti, adını içilebilir suyun biriktiği çifte havuzlardan alır. Kaynağı tam olarak bilinmeyen bir ayazmadan gelen su, son derece ferahlatıcı ve içilebilecek kadar temizdir. Küçük olan havuzun başında bir aslan başı heykeli bulunur. Ayazmanın suyu önce bu havuza akar, ardından daha büyük olan diğer havuzu doldurur. Bu su, Bizans dönemine ait büyük künklerle yolun altından geçerek, karşı tarafta yer alan Cemil Topuzlu Köşkü’nün havuzuna uğrar ve nihayetinde denize ulaşır.

Çiftehavuzlar’da, Güher ve Gürdal Elçiçek’in maddi ve manevi önderliğinde sanat ortamına tahsis edilen Beyaz Köşk, dört katlı bir yapıdır. Geniş bir bahçeye sahip olan köşk, iki katı sanat galerisi olarak düzenlenmiş, geri kalan iki katı ise sanat atölyeleri ve söyleşi gibi etkinliklere ev sahipliği yapacak şekilde tasarlanmıştır. Burada, sanatçılar ve sanatseverler için bir buluşma noktası oluşturulmuş, farklı sanat dallarını bir araya getiren bir ortam yaratılmıştır.

Çiftehavuzlar’dan Göztepe yürürken arada bir iki köşk daha gördük. Bunlardan biri Yeşil Bahar Hastanesi’ne giden Cavit Paşa Sokağı’na girin. Tabelaları takip edecek olursanız, Tevfik Efendi Köşkü’ne varacaksınız. Yeşilbahar Sokağı’nda bulunan Tevfik Efendi Köşkü daha önce, oldukça büyük, ahşap ve üç katlı olarak Cengiz Han Sokağı’nda bulunuyormuş. Arazi parsellenip yerine apartman yapılmak istenince, yıkılarak bugünkü yerinde aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş. Bugün köşk, Yeşilbahar Hastanesi olarak hizmet veriyor. 

Yine Cavit Paşa Sokağı’nda bulunan bir başka köşkte, Ali Refik Paşa Köşkü. Apartmanların arasında kalmış köşk, yolun solunda kalıyor. Ali Refik Paşa’nın oğlu İsmail Türsan anılarında ‘Eskiden arkamızdaki evi İngilizler işgal etmişti. O günleri hatırlıyorum hâlâ. Bu köşk bana babamdan kalma. Ona da babasından kalmış. Dört sene önce ön bahçemize bir apartman yaptırdık. Çünkü köşkün masraflarını karşılamak kolay değildi. Ayrıca apartman yapılırken, bizim köşk de çok güzel onarıldı. Şu an taş gibi ayakta.’ bahsetmektedir.

Mimar Kemalettin Bey tarafından inşa edilen Göztepe İlkokulu ve Göztepe Tren İstasyonu, bölgede kalan en ilginç yapılar arasında yer almaktadır. 

Göztepe İlkokulu, Cumhuriyet dönemi mimarisinin örneklerinden biri olarak, I. Ulusal Mimari Akım’a ait bir binadır.

1915 yılında, Birinci Dünya Savaşı sırasında “Evkaf Nezareti” tarafından İstanbul’da temeli atılan bu yapının mimarı, Yüksek Mimar Kemalettin Bey’dir. İnşaatı savaş nedeniyle uzun süre durmuş, hatta İstanbul’u işgal eden güçler tarafından binanın üzeri branda bezleriyle kapatılarak karargâh olarak kullanılmıştır. Savaşın sona ermesinin ardından, inşaat tamamlanmış ve Cumhuriyet’in ilanından bir yıl sonra, 1 Kasım 1924’te Göztepe İlkokulu olarak hizmete açılmıştır.

22 yıl boyunca ilkokul olarak faaliyet gösteren bina, 19 Şubat 1946 itibarıyla pansiyonlu bir okula dönüştürülmüştür. O dönemde, kimsesiz çocuklar, parçalanmış ailelerden gelen çocuklar ve ebeveynini kaybetmiş çocuklar için yatılı eğitim veren Göztepe Pansiyonlu İlkokulu adını almış ve beş yıllık bir eğitim süreci sunmuştur.

Kadıköy Göztepe’de, Tütüncü Mehmet Efendi Caddesi ile İkinci Orta Sokak’ın birleşim noktasında yer alan Zülüflü İsmail Paşa Köşkü, 1896-1900 yılları arasında inşa edilmiştir. Köşkün mimarı bilinmemektedir.

Dört katlı bu köşk, cihannümalı buz mavisi renginde olup, her iki tarafında sekizgen kuleler yer alır. Merdivenle girilen, sık aralıklarla düzenlenmiş, üstü kapalı dört sütunlu verandası, yanında balkonlar bulunan ve ahşap kepenklerle donatılmıştır. Cephelerinde ise iki adet giyotin pencere bulunur. Üst kısmı kiremitli, ahşap çatılıdır.

Köşk, Sultan Abdülaziz’in mabeyncisi Zülüflü İsmail Paşa tarafından yaptırılmıştır. Paşa, daha sonra Sultan II. Abdülhamit’in yaverliğini de üstlenmiş ve Sultan VI. Mehmet Vahdettin ile dünür olmuştur. Köşkün adı, sahibi olan İsmail Paşa’nın gür saçlarından dolayı “Zülüflü” lakabını almıştır.

Göztepe’de, Tütüncü Mehmet Efendi Caddesi üzerinde bulunan Tütüncü Mehmet Efendi Camii, 1899 yılında, aynı adı taşıyan hayırsever iş adamı Tütüncü Mehmet Efendi tarafından inşa edilmiştir.

Cibali’deki tütün fabrikasını satıp, Göztepe’de Bağdat Caddesi ile Göztepe Tren İstasyonu arasında kalan geniş bir araziyi satın almış ve bu alanda camisini yaptırmıştır. Caminin ilk imamı ise, Tütüncü Mehmet Efendi’nin kardeşinin oğlu Kemal Efendi olmuştur. Caminin bahçesinde, mihrabın önünde yer alan bir kabirde, Tütüncü Mehmet Efendi ve ailesi—karısı, kayınvalidesi, torunu, yeğeni ve Kemal Efendi—yatmaktadır.

Tarihi taş duvarlarıyla dikkat çeken camii, tek minaresi ve iki şerefesiyle klasik Osmanlı mimarisinin güzel bir örneğidir. Bahçesinde şadırvan ve çeşme bulunan cami, aynı zamanda bölgedeki yaşlı sosyal kesimin sosyalleşme yeridir.

Eski İstasyon Cad. şimdiki Tütüncü Mehmet Efendi Cad. Denizbank gelmeden apartman otoparkından ulaşabildiğimiz kör bir sokağın dibinde, sarmaşıklarının arasında duran bir harabe dikkatimizi çekti. Ona ulaşabilmek için epey bir ara yerlere girip, çıkıp ter döküp, yakınına kadar giderek sonunda fotoğraflayabildik.

Köşk neredeyse kendini çepeçevre kuşatan, bahçe çitleri ve sac panolar ile çevrelenmiş durumda, bu onu bizden korumak için mi yoksa bizi ondan korumak için mi yapılmış bilemedim. 

VI. Mehmed Vahdettin’in padişahlığı döneminde Osmanlı Devleti’nin son olmasa da 217. Sadrazamı olarak görev yapan Sadrazam Salih Pasa Köşküymüş bu harap yapı.

Caddeden bir hayli içeride inşa edilmiş olan köşk ile önündeki apartman arasında bir çocuk yuvası olarak kullanılan limoni sarı bina neredeyse köşk ile burun buruna.

Kadıköy Göztepe’de, Nadir Ağa Sokak’ın bulunan, eskiden birbirine komşu şimdi aralarında apartman olan iki tarihi köşk, Göztepe’nin en güzel köşklerindendir. Bu köşklerden biri, eski Selanik Valisi Abdullah Galip Paşa’nın adıyla anılmaktadır. Ancak köşkü aslında yaptıran kişi, Sultan II. Abdülhamit’in mabeyncisi Hakkı Bey’dir. Köşkün inşa tarihi ve mimarı ise tam olarak bilinmemektedir. Biraz ilerisinde ise kayınpederi Müşir Mehmet Hayri Paşa’nın köşkü yer alır.

Yapı, üç katlı olup alt kat ve çatı arasında kalan kat ile birlikte toplamda üç katlıdır. Çatısı oldukça dik ve kiremit kaplıdır. Köşkün girişine, merdivenle çıkılmaktadır ve üst katı geniş bir balkona açılmaktadır. Balkonun etrafında, ahşap oymalar ve zarif desenler yer alır. İkinci katın her iki yanındaki çıkma balkonlar, simetrik bir şekilde yerleştirilmiştir ve burada da detaylı ahşap işçilikleri göz alır.

Müşir Mehmet Hayri Paşa, kızlarından Azize Dürnev Hanım’ı, Selanik’te III. Ordu Kumandanı olduğu dönemde, Selanik Valisi Abdullah Galip Paşa ile evlendirmiştir. Bu evlilik sonrasında, Paşa, köşklerin hemen yanında bulunan, ilk sahibi Sultan II. Abdülhamid’in mabeyncisi Hakkı Bey’e ait olan iki buçuk katlı ahşap köşkü satın almış ve kızı Azize Dürnev Hanım’a düğün hediyesi olarak sunmuştur. Ancak, bu köşk hala, Abdullah Galip Paşa’nın adıyla anılmaktadır.

Kadıköy Göztepe’de bulunan Müşir Mehmet Hayri Paşa Köşkü, Osmanlı döneminin önemli figürlerinden Müşir Mehmet Hayri Paşa’nın eşi Seniye Hanım tarafından yaptırılmıştır. Bu üç katlı ahşap köşk, dönemin mimarisiyle dikkat çeker.

Müşir Mehmet Hayri Paşa, mavi gözleri, sarı sakalı ve orta boylu yapısıyla tanınan, ciddi ve vakur bir kişiliğe sahipti. İçki içmeyen, eğlencelerden uzak duran, iffetine düşkün ve doğruluktan sapmayan bir devlet adamıydı. Aynı zamanda son derece çalışkan ve gayretliydi. Almanya’da bir süre bulunmuş, burada bilgilerini ve görgüsünü artırarak mimarlıkla ilgilenmeye başlamış ve boyacılık yapmıştı.

Ancak, bir asker olarak oldukça muhafazakâr ve milliyetçiydi. O dönemde gelişen Makedonya’daki milliyetçi direnişçilere karşı Osmanlı’nın siyasetini savunmuş, onları milli davalarından sapmış ve haydutlar olarak değerlendirmiştir. Direnişçilere karşı sert tutumlar sergileyip, takip müfrezeleri kurdurmuş ve köylerde aramalar yaptırarak şiddet uygulamıştır. Şüphelendiği kişileri ahırlara hapsedip, kötü muamelede bulunmuş ve bu davranışları Avrupa basınında geniş yer bulmuş, Osmanlı aleyhine olumsuz etkiler yaratmıştır.

Mehmet Hayri Paşa, eski geleneklere ve merasimlere büyük değer verirdi. Her Cuma sabahı konağında ziyaretçilerini kabul eder, sevdiklerine iltifatlar sunar, sevmediği kişilere ise yüz vermezdi. Selanik’in güneydoğusunda, sahil boyunca çok güzel bir yalılar mahallesi kurmuş ve burada Yahudi ve Rum cemaatlerine ibadethaneler ve okullar yaptırmıştır.

Kadıköy Göztepe’deki Ömer Faik Paşa Köşkü, Nadir Ağa Sokağı’nda yer alır. 20. yüzyılın başlarında, Sultan Reşad’ın (Sultan 5. Mehmed) yaveri olan topçu generali Ömer Faik Paşa, aynı zamanda 1887’de Çanakkale istihkâmlarını güçlendirmek için Almanya’dan gelen Hans Kampf Paşa’ya da yaverlik yapmıştır. Ömer Faik Paşa, keman çalma yeteneğiyle tanınır ve bu nedenle Mızıka-yı Hümayun’a birkaç kez başkanlık etmiştir. Ayrıca, Almanca bilgisi sayesinde Osmanlıca Türkçe Lügat’ı hazırlamıştır. 45 yaşında geçirdiği bir beyin rahatsızlığı nedeniyle hayatını kaybeden Paşa, ömrünün son yıllarını kış aylarında Kocamustafapaşa’da, yaz aylarında ise Göztepe’de inşa ettirdiği bu köşkte geçirmiştir.

Köşk, kagir bir yapının üstüne inşa edilmiş ve iki katlı, cihannümalı ahşap bir yapı olarak tasarlanmıştır. Yapının toplamda on odası bulunmaktadır.

Kadıköy’ün Göztepe semtinde, Rıdvanpaşa Sokak ile Karanfil Sokak arasında yer alan Atlı Muazzez Hanım Köşkü, 20. yüzyılın başlarında Reji Müdürü olarak görev yapan Tevfik Bey tarafından inşa edilmiştir. Köşkün adı, at binme tutkusuyla tanınan kızı Muazzez Hanım’a ithaf edilmiştir.

Köşk, 1898 metrekarelik bir alana sahip olup, 3 katlı ve 9 odalıdır. Aynı zamanda, 1. derecede tarihi eser olarak korunmakta ve kültürel mirasımızın önemli bir parçası olarak değer taşımaktadır. Ancak zaman içinde bakıma ihtiyaç duyan bu yapı, yaklaşık on yıl önce kapsamlı bir restorasyondan geçmiştir. Bugün özel mülkiyette bulunan köşk, ne yazık ki ziyarete kapalıdır, aynı zamanda önündeki apartman ile on tarafında bulunan otoparkı kapatmasından dolayı mahkemeliktir.

Bu harap, yıkık üç katlı kagir Rıdvan Paşa Köşkü, eskiden İstanbul’un en köklü eğitim kurumlarından birine ev sahipliği yapmaktaymış. 1911 yılında “İnas Nümune Mektebi” adıyla eğitim hayatına başlayan okul, İstanbul’un en eski kız okullarından biridir. Okul, 1915-1916 eğitim yılında liseye dönüştürülmüş ve o dönemdeki İnas İdadisi’nin öğrencileri de bu okula katılarak okulun adı “Erenköy İnas Sultanisi” olarak değiştirilmiştir.

Okulun bulunduğu bina ve arazi, maliyeci Süleyman Efendi’ye aitti. Bahçede asırlık fıstık çamları, bir havuz ve zamanla kütüphaneye dönüştürülen ahşap bir yapı bulunuyordu. Rıdvan Paşa, bu araziyi satın aldıktan sonra köşk inşa etmiş ve laboratuvar olarak kullanılacak bir alan oluşturmuş. Ayrıca müdürlük dairesinin üzerine bir kat ekletmiştir. Ancak Rıdvan Paşa, Şamil Paşa tarafından öldürüldükten sonra, köşkün mirası Mabeyinci Faik Bey’e geçmiş ve o da köşkü Maarif Nezareti’ne 7.500 altına satmıştır. Öğrenci sayısının artmasıyla, okulun komşusundaki Topçu Reisi Hacı Hüseyin Paşa Köşkü de satın alınarak yatakhane olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu köşk, Sultan V. Murat’ın kızı Hatice Sultan’dan alınmıştır. Sonrasında, okulun genişletilmesi amacıyla kimya laboratuvarı, jimnastik salonu, konferans salonu ve yemekhane binası inşa edilmiştir.

1920-1921 yıllarında okuldan sadece üç kız öğrenci mezun olmuştur. Ancak 1923 yılına gelindiğinde, Erenköy Kız Lisesi, Türkiye’deki dokuz kız lisesinden biri olmuştur. 1924-1925 eğitim-öğretim yılında ise okul, ismini “Erenköy Kız Lisesi” olarak değiştirmiş ve ortaokul ile lise bölümleriyle, yatılı ve gündüzlü olarak iki kademeli, on bir yıllık eğitim süresiyle devam etmiştir.

Her köşk bir geçmişin, bir yaşamın izlerini taşır ve bu köşklerin geçmişi, İstanbul’un zengin kültürel dokusunun bir parçası olarak unutulmaya yüz tutmuş olsa da hala araştırılmaya değer bir hikâye barındırır. 

Hakkında bilgi toplayabildiğimde yazarım diye de “Göztepe’nin isimsiz köşkleri”… diye şimdilik noktalıyorum.

2-3-4-5-6 resimlerindeki köşk Rıdvan Paşa sokağındaki Atlı Muzaffer Hanım köşkünün orada Damak sokak No:25.

7-8-9-10-11-12 resimlerdeki köşk Tütüncü Mehmet Efendi Cami’yi geçince köşedeki kırtasiye ile Göztepe istasyon duvarının arasında. Köşkün bir cephesi de Nadir Sokak’taki apartmanın bahçesindeki girişte. 

EVREKA EVREKA 

O yıllarda Feneryolu’ndan kalkan tren Göztepe’ye gelirken oldukça dik bir rampayı tırmanır, ıslak ve karlı havalarda lokomotifin tekerlekleri raylar üzerinde olduğu yerde döner ve tren yolda kalırmış. Bu durumu ortadan kaldırmak amacıyla o rampayı düzeltmek zorunlu olmuş, tren yolu kazılarak seviyesi 11 metre kadar aşağıya indirilmiş. Yol 11 metre aşağıya indirilince istasyon binası yukarıda bir setin üzerinde kalmış, yolcuların inip binmesinde yaşanacak zorluk göz önüne alınarak, 1915 yılında bugünkü kâgir istasyon binası inşa edilmiş ve Bağdat Caddesi’nden gelen yolun geçebilmesi için de bir köprü tren yolunun üzerine inşa edilmiş. 

İstasyon binasının yenilenmesinden sonra, eski istasyon binası lojman olarak kullanılmaya başlanmış. Hala ayakta olan ve biraz bakımsız olan bu yapı günümüzde de lojman olarak işlevini sürdürmeye devam etmektedir.

13-14-15-16 resimlerindeki köşk Tütüncü Mehmet Efendi Cad. Rıdvan Paşa sokağındaki Göztepe Dispanseri ile aynı bahçede.

Göztepe’yi gezerken Tütüncü Mehmet Efendi Caddesi’nin Bağdat Caddesi başlangıcındaki bugün Ethemefendi Kahvaltıcısı olarak bilinen Emin Onat Köşkü “Villa Maral”’ı da görmeden gitmek olmaz. Zira burası Anıtkabir proje yarışmasında Orhan Arda ile birlikte birinci olan Emin Onat tarafından yapılmış. Emin Onat, Mimarlar Odası’nın bir numaralı üyesidir. Art Deco tarzdaki köşk, 1939 yılında projelendirilmiş, yapımı iki yıl sürmüştür. Mühendis Hazık Ziyal ve ailesi için inşa edilen yapı 7 dönüm arazi içerisine kurulu. Maral Moğolca dişi geyik demekmiş...

Göztepe’nin geçmişiyle ilgili anlatılan bir başka hikâyeye göre, burada eskiden bir savaşçı derviş tekkesi bulunuyordu. Yıldırım Bayezid’in Timur’a yenilgisinin ardından, Bizans bu durumu fırsat bilerek bölgeyi geri almış ve burada bulunan dervişleri öldürmüştü. Osmanlılar’ın Bizans’a karşı savunma yapan Ahi dervişlerinden biri olan Gözcü Baba, bu savaşta şehit düşmüştür. Gözcü Baba, şehit olduktan sonra Ziverbey yolu yakınlarındaki Çemenzar’daki servili mezarlığa defnedilmiştir. Göztepe isminin de bu dervişin adından kaynaklandığı söylenir.

Bu gezimde de mekanların tarihleri, eserlerin anlamı, sokakların, binaların mimari özellikleri, yerel halkın hikayeleri, yaşam tarzları ve lezzet durakları tavsiyeleri için okuduğum, yararlandığım kaynaklar:

İstanbul Nasıl Gezilir- Haldun Hürel

İstanbul Gezi Rehberi- Murat Belge

Taşların Dilinden İstanbul- Sami Bayraktar

Strolling Through İstanbul- Hilary Summer-Boyd & John Freely

Turan Akıncı

Mustafa Cambaz

Kültür Envanteri

Şehrin Panoları

İthaf Dergisi

Tarihi.ist

Wordpress

Türkiye’nin Tarihi Eserleri

apartmandeyipgecme

Tarihi_Istanbul

Gazete Kadıköy - Pınar Erkan / Emre Musazlioglu

fenerbahcetarihi.org

deli_saray_li_istanbul

Levent Civelekohlu - icelevekoglu blog

Özer Rayman blog

Kadikoylife

İstanbul’u böylesine güzel anlattıkları için teşekkür ederim. 

Bazı mekanlarda “Fotoğraf çekmek yasak!” engeliyle karşılaşsam da özel izinle fotoğraflama ve yayınlama hakkına sahip gezginlerin sayfalarından alıntı yaparak bu yerleri belgeleme şansı buluyorum. Onların paylaşımları sayesinde, bizlerin erişemediği birçok tarihi mekâna uzaktan da olsa tanıklık edebiliyoruz. Bu değerli arşivleri bizlere açarak ulaşmamızı sağladıkları için kendilerine teşekkür ederim.

Emeğe saygı önemli

Tavsiye ettiğim yerlerle bir iş birliğim veya reklamım yok.