237

Haydarpaşa-Selimiye-Bülbülderesi-Sultantepe Gezi Yazısı

Bugün, seyahat kültürünün evrimiyle birlikte, “Travel Itch” (seyahat kaşıntısı) kavramı giderek daha fazla dikkat çekmeye başladı.

Bu kaşıntının belirtileri arasında sürekli seyahat planları yapmak, eski seyahat fotoğraflarına bakarak geçmiş anıları tazelemek ve her fırsatta yeni bir macera için hazırlık yapmak bulunuyor. Yani bu kavrama bakıldığında seyahat etmek, artık bir zevk olmanın dışında bazılarımız için ihtiyaç olmuş durumda. 

Kızlar bana, sen hiç oturmaz mısın, evi kim çekip çeviriyor diye takılıyorlar. Aslında olay, benim için seyahatin bir kaçış değil, bir yaşam biçimi olması. Evet, evimi seviyorum, ailemle vakit geçirmek benim için çok değerli, ama keşfetme dürtüsü içimde durmaksızın yanıp tutuşan bir ateş gibi. Yeni yerler görmek, farklı kültürleri deneyimlemek, hatta bazen sadece bir uçak bileti almak bile beni mutlu ediyor.

Bana “Hiç oturmaz mısın?” diyen arkadaşlarıma gülerek, “Benim evim sadece dört duvar değil, dünya!” diyorum. Çünkü her seyahat, sadece bir yolculuk değil, kendimi bulduğum, yenilendiğim ve hayata dair yeni perspektifler kazandığım bir deneyim.

Bugün arkadaşlarımı da dahil ederek Haydarpaşa- Selimiye- Bülbülderesi- Sultantepe’yi gezdik. 

Selimiye güzel yer. III. Selim’in özenle tasarladığı düzenli bir semt. III. Selim tarafından yaptırılan Selimiye Camii ile yerleşime açılmış, İstanbul’daki  ızgara planlı (90 derecelerle kesişen sokaklardan oluşan sistem) ilk semttir. Sokakları çoğu eski İstanbul mahallelerine göre daha geniş ve çizgiseldir. Camisinden, hamamına, kütüphanesinden sağlık tesislerine kadar bir semtte bulunması gereken her şey mevcut…

İlk durağımız 1860’lardan kalma Aziziye Hamamı. Osmanlı padişahı Sultan Abdülaziz’in son yıllarında yapılmış. Erkek ve kadın bölümleri simetriktir. İçi eski tarz kireç sıvayla kaplanmış. Higroskopik malzeme (sıvı ve katılar maddelerden su uzaklaştırmak amacıyla kullanılan malzeme) olan kireç gündüz hamam çalışırken oluşan rutubeti emer, gece çalışmazken kusar. 1950’li yıllara kadar Yahudi kadınları cuma geceleri burayı kapatarak tevilla yaparlarmış. Tevilla Yahudilerin kutsal cumartesi günü için temizlenmelerine denirdi.

Kadıköy Meydanı’ndan Orgeneral Şahap Gürler Caddesi’ne dönüşte köşede bir çeşme çıkıyor karşımıza. Namazgah çeşmede denilen bu çeşmenin adı, Ladikli Çuhadaroğlu Ahmet Ağa Çeşmesi. Halk arasında Servili Çeşme olarak da biliniyor. III. Selim’in çuhadarlarından (hizmetkarlarından) Ladikli Ahmet Ağa tarafından 1793’te yaptırılmış. Çeşmenin yanında ahşap Ladikli Çuhadaroğlu Konağı bulunuyor.

Daha sonra demiryolu köprüsünü geçerek Haydarpaşa semtine geldik. Buradaki gar ve iskele binaları Haydarpaşa’nın simgeleridir. 

Kayzer II. Wilhelm 1898’de İstanbul’u ziyaret etmiş. Bu ziyaret Osmanlı ve Almanya arasındaki ilişkilerin gelişmesine yardımcı olmuş ve Türkiye’de demiryolu ağını kurma işi İngilizlerden Almanlara geçmiş. Berlin’den Bağdat’a tren yolu projesinin bir parçası olarak, 1906’da İstanbul’a yeni bir istasyon yapılması, Alman hükümeti tarafından üstlenilmiş. İstasyonu Alman mimarlar Otto Ritter ve Helmut Cuno planlayıp anıtsal bir bina yaratmışlar. İşin ilginç tarafı Avrupa yakasındaki Sirkeci İstasyonu’nun oryantal görüntüde olması, Asya yakasındaki istasyonun ise Avrupai bir tarzda inşa edilmesi! I. Dünya Savaşı sırasında, 1917’de gar deposundaki cephanelere yapılan sabotaj sırasında bina büyük zarar görmüş. 1979 senesinde ise Independenta isimli tankerin Boğaz’da patlayıp yanması sonucu vitraylarda hasar meydana gelmiş. Ancak aslına uygun olarak yapılan restorasyonlarla bina, 1908’de ilk açıldığı günkü görüntüsünü koruyor. Elektik tarzda (barok, neo-klasik öğeler ve Alman Rönesansı) yapılmış olmakla beraber daha çok Alman karakteri ağır basıyor.

Garın önündeki vapur iskelesi de Ferit Tek’in eseridir. 1917’de yapılmış. Süslemelerini Hacı Hafız Efendi, Kütahya çinileri ile yapmış. Çatıda baca gibi duran ise kuş evidir.

Tarihi Haydarpaşa Garı istasyon bölgesinde ve çevresinde Marmaray çalışmaları sırasında tarihi kalıntılara rastlanması üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı adına İstanbul Arkeoloji Müzeleri tarafından Mayıs 2018’de başlatılan arkeolojik kazılar sırasında şu ana dek, “Körler Ülkesi” olarak bilinen Khalkedon (Kadıköy) antik şehrine ait mimari kalıntılar, mezarlar, binlerce obje ve hamam ile 10 bine yakın sikke bulunmuş.

Halk arasında “Pembe Bina” olarak da bilinen Haydarpaşa Darüleytam Binası. Darüleytam’ın kelime anlamı Yetimler Yurdu (Evi) oluyor. 1912-13 yıllarında yaşanan Balkan Savaşları sonunda çok fazla çocuk yetim kalmış. Onları savaş yaşanmayan İstanbul’da barındırmak düşünülmüş. 1914 yılında 1. Dünya Savaşı başlangıcında Darüleytamlar kurulmuş. Mekân olarak savaş sırasında ülkeyi terk eden İngiliz, Fransız ve İtalyanların boşalttığı okul binaları kullanılmış. 1918 yılında savaş bitip, okulların sahipleri geriye dönünce çocuklar boş saraylara aktarılmış. Daha sonra Şehir Yatılı Mektepleri kurulmuş. 1927 yılında yetenekli çocuklar Darüşşafaka’ya nakledilmiş ve uygulama sona erdirilmiş.

Ben bu binayı 1990’lı yıllarda öndeki küçük binanın Sıtma Eradikasyon (yok etme) Merkezi olduğu zamanı biliyorum. Zira annem bir donem Sıtma Savaş’ta çalıştı. O binaya sık sık giderdik. 

Şimdi yeniden restorasyon edilmeyi bekleyen oldukça eskimiş halde Sağlık Bakanlığı Kadıköy Toplum Sağlığı Merkezi görevini sürdürüyor.

1839 yılında Sultan Abdülmecid tarafından yenilen Halit Ağa Çeşmesi’nin adı değiştirilerek Abdülmecid Han Çeşmesi olmuş. 1902 senesinde günümüzdeki Haydarpaşa’daki yerine taşınmış ve çeşme zamanla yol kotu altında kalmış.

Tıbbiye Köprüsü inşası sırasında ise Haydarpaşa’daki mevcut yerinden Abdülmecid Han Çeşmesi ve Sarnıcı ortaya çıkarılmıştır.

Behiç Bey Lojmanları, Haydarpaşa’da Darüleytam Binasının arkasında bulunuyor. 1920’li yılların I. Ulusal Mimarlık dönemi yapılarındandır. 

1920 yılında Behiç Bey Anadolu Demiryolları Genel Müdürü’ymüş. O yıllarda inşa edilen lojmanlara Onun adı verilmiş. 1935 yılında kendisine Atatürk tarafından ‘Bağımsız’ anlamına gelen ‘Erkin’ soyadı verilmiş. 1940’lı yıllarda açılan sokağa da lojmanların adı verilerek Behiç Bey Sokağı denmiş.

TCDD çalışanlarının kullandığı konutlar makam düşünülerek planlanmış. Belli makamdaki kişiler tayin olduğunda boşalttığı lojmana yerine atanan kişi taşınabilirmiş. 1950’li yıllarda öndeki Darüleytam binası İntaniye Hastanesi olarak kullanıldığından lojmanlar İntaniye Lojmanları olarak da bilinmekte.

Tıbbiye Cad. üzerinde bulunan Haydarpaşa Numune Hastanesi de Abdülhamit zamanında yapılmış ve 1894’te bugünkü yerine taşınmış. 1903 ila 1908 arası Askeri Tıbbiye olarak, 1908’den 1933’e kadar İstanbul Tıp Fakültesi olarak kullanılmış. 1936’da T.C. Sağlık Bakanlığı’na devredilmiş ve halen hastane olarak işlevini sürdürüyor.

Kadıköy yolundan Selimiye’ye devam ettiğimizde, sağımızda, ilkin Tıp Fakültesi olarak (II. Abdülhamit zamanında) inşa edilen, sonra uzun süre Haydarpaşa Lisesi olan 1983’te Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi olan ihtişamlı binayı görüyoruz. Vallaury’nin (bir söylentiye göre D’Aronco ile birlikte) yaptığı yazılmakta. Tavanlarının yüksekliğinin, havadar ve sağlıklı olması padişah tarafından istendiği söylenmiş. Yeni Osmanlı tarzı olarak bilinen üslupta tasarlanan giriş tarafındaki dikkat çekici iki saat kulesi Hint mimarisini andırıyor. Şimdi ise Sağlık Bilimleri Üniversitesi.

Selimiye Kışlası’nın deniz yönünde karşısında eski yerinden alınıp yeniden inşa edilen Kavak Namazgâhı bulunuyor. Kubbeli ve tek minareli. Mescidi, Sultan I. Ahmed Han, kesme taştan 1614 yılında yapılmış. Eskiden Selimiye'nin aşağısındaki kıyıda, yapılışı çeşitli padişahlara atfedilen bir Kavak Sarayı varmış. Bu saraydan hiçbir izi kalmamış; yalnız Harem semtinin adı ondan kalma. Selimiye’de kaybolan bir kültür var. 

Şimdiki Selimiye Kışlasının Haydarpaşa tarafında eski Kavak Sarayının bahçe duvarının devam ettiği Üsküdar-Kısıklı yolunun ayrım noktasına Duvar Dibi ismi verilmiş. Duvar Dibinin Haydarpaşa tarafı Kavak Sarayının ahır ve tesislerinin alanıymış.

Saray, “Kavak Sarayı” olarak adını, çok eskiden beri var olan Kavak Deresi’nin denize döküldüğü yerde bulunan Kavak İskelesi’nden almış. Zira bu iskele, gümrük işlemlerinin yapıldığı yer olduğundan, ‘Gümrük İskelesi’ olarak ta anılıyormuş.

Sultan Abdülmecid döneminde Haydarpaşa Askerî Hastanesi’nin 1845 tarihindeki inşaatı sırasında burada bir padişah köşkü yapılır. Kısa süre sonra 1850’li yıllarda, bu kasır yanar.

Sultan III. Selim Han 19. yüzyılın başında, harabe halinde bulunan Kavak Sarayı ve külliyesini yıktırmış. Yıkılan bu yere, yeni kurduğu Nizam-ı Cedid Ordusu için Selimiye Kışlası’nı inşa ettirmiş.

Sultan Abdülaziz Han Selimiye Kışlası’nı tam bir askeri bölge haline getirmiş. Kışlanın Deniz tarafına ve denize yakın yerde bulunan ahırların yanına 1869 yılında, beyaz ekmek çıkarmak hem ordunun hem de bu yörede bulunan halkın ekmek ihtiyacını karşılamak üzere “Kavak Ekmek Fırını”nı  da yaptırmış.

Selimiye’de kaybolan bir başka kültür de Selimiye Çatmaları ve Kumaşları

Seri kumaş üretiminde ilk çatmahaneler, 1758 yılından itibaren Üsküdar’da başlamış. Sultan III. Selim Han’ın babası Sultan III. Mustafa Han, Ayazma Camii’ni yaptırırken camiye gelir getirmesi amacıyla etrafında çatmahaneler yaptırmış ve kumaş üretmeye başlamış. Sultan III. Selim Han’da, Selimiye Camii külliyesi içinde yüzü aşan kumaş tezgâhları yaptırarak bir çarşı meydana getirmiş ve bunları Selimiye Camii’ne vakfetmiş. Günümüze ulaşamayan bu tezgâhlar, Selimiye Kışlası Caddesi’nin iki tarafında yer alıyormuş.

Üniversitenin yanından kışlaya doğru inerken Gelibolu’da ya da Selimiye Kışlası’nda ölen İngiliz ve İngiliz Milletler Topluluğu askerlerinin yattığı Kırım Savaşı Mezarlığı, İngiliz Mezarlığı var. 

Kırım Savaşı’nda ölen askerlerin yanı sıra, mezarlıkta Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında çeşitli nedenlerle yaşamını yitiren İngiliz vatandaşı asker ve siviller de gömülüdür.  Burası İngiltere İstanbul Başkonsolosluğu’nun mülkiyetindedir. İçinde Kırım Savaşı'nda ölen askerlerin anısına, 1857 yılında Birleşik Krallık kraliçesi Victoria tarafından 28 metre yüksekliğinde bir anıt diktirilmiş.

1822'de doğan ve 1868 tarihinde Osmanlı hizmetine giren ve 1881 yılında vezirlik ve müşirlik (büyük amiral) rütbesiyle donanma komutanlığına kadar yükselen Augustus Charles Hobart Hampten (Osmanlıdaki adıyla Hobart Paşa) da burada gömülüdür. 1886 yılında tedavi için gittiği İtalya'da ölünce Türk topraklarında defnedilme vasiyeti üzerine II. Abdülhamid tarafından cenazesi Necid vapuruyla İstanbul'a getirilmiştir. 1898 -1908 yılları arasında İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Sir Nicholas O’Conor-Don da burada gömülmüş ve anısına mezarlık içinde bir şapel yaptırılmış.

Selimiye Kışlası ilk olarak Haydarpaşa’nın kuzeyinde 1799 senesinde inşa edilmiş. Adını sürekli problem çıkaran yeniçerilerin yerine yeni bir ordu kurmayı hedefleyen Sultan III. Selim’den almış. 1808’de çıkan yangında büyük hasar gören kışla, daha dayanıklı malzemelerle Sultan II. Mahmud tarafından 1825 senesinde yeniden yapılmış. Bundan tam iki yıl sonra da sultan yeniçerileri ortadan kaldırmış. II. Mahmud’un yaptırdığı kışlanın sadece bir kanadı varmış; diğer üç kanat mimar Krikor Balyan tarafından Sultan Abdülmecid’in saltanatı sırasında eklenmiş. Cumhuriyetin ilk yıllarında kışlayı okul yapmışlar. 1963’te tekrar kışla olmuş. Bugün, dört kuleli bu dev yapı, I. Ordu Komutanlığı Karargâhı olarak kullanılıyor.

Kışlanın estetik açıdan önemli bir yapı haline dönüştüren dört kulesi bulunuyor. Yedi katlı olan bu kulelerden ikisi, Sultan II. Mahmud Han, diğer ikisi de Sultan Abdülmecid Han döneminde yaptırılmış. Kışlası dikdörtgen şeklinde, üç katlı ve 228 odalı, üç bin pencereli. Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz ve Sultan II. Abdülhamid Han dönemlerinde de sürekli bakım ve onarım görmüş. 

Ünlü “Lambalı Kadın”, Florence Nightingale Kırım Savaşı (1853-56) sırasında burada görev yapmış. Temel hijyen kurallarını uygulayarak yaralanan askerler  arasında ölüm oranını ciddi derecede düşürmüş. Kulelerden birinde Florence Nightingale Müzesi bulunuyor. Kaldığı oda ve ameliyathane, Nightingale anısına onun yaşadığı dönemdeki gibi korunuyor. Burada Kırım Savaşı ve diğer savaşlarla ilgili bilgileri de bulabilirsiniz. Kışla ordunun kontrolünde. 

Ziyaret için iki gün önceden, 0216 310 79 29 no’lu faksa kimlik fotokopinizi ve ne zaman gezmek istediğinize dair bir notla, telefon numaranızı göndermeniz gerekiyor.

Selimiye külliyesi içinde bir de “Selimiye İskelesi” varmış. Bu iskele, kışlanın hemen önünde Sultan III. Selim Han tarafından 1803 yılında yaptırılmış.  Sultan II. Mahmud Han, Selimiye Kışlası’nı yeniledikten sonra ilk Cuma namazını Selimiye Camii’nde kılmak için denizyoluyla bu iskeleye gelmiş, namazdan sonra da iskelede bekleyen kanca başlı kayıklara binerek buradan ayrılmış. Burada Harem kıyısında, II. Mahmut döneminden, Nişancı Seyyid Tahir Efendi’nin 1826 yılında tek tuğla minareli ve tek şerefeli yaptırdığı Defterdar Tahir Efendi camii ya da Harem İskelesi Camii bulunuyor. 

Defterdar Tahir Efendi Camii, önceleri denize yakın bir konumda olduğundan "Harem İskele Camii" adıyla anılıyormuş. Camiyi yaptıran Tâhir Efendi, Payas'ta ölmüş ve Zeytinlik Mezarlığı'na defnedilmişse de, kabri bu caminin hazîresinde annesinin ve eşinin mezarlarıyla yan yana bulunuyor. Caminin kuzey tarafına denize hâkim setin üzerine Tâhir Efendi'nin inşa ettirdiği mektep ortadan kalkmış, yerine otel yapılmış. Tâhir Efendi bu caminin yakınına iki çeşme inşa ettirmiş. Bunlardan biri yapının üzerinde bulunduğu arazinin eğimini düzleyen, dükkânların olduğu zemin katın güney duvarına gömülü durumda. Caminin kuzey avlu duvarına bitişik olan ikinci çeşme ise günümüze ulaşmamış.

Caminin yan tarafında ve set altında, ulu çınar ağaçlarının gölgelediği düz bir yer bulunuyor. Burada eskiden bir ayazma ve havuz varmış. Yakın tarihe kadar önü deniz olan bu yerde, Üsküdar'ın en güzel kahvehanesi mevcutmuş. Üsküdarlı büyük ressam Ali Rıza Bey, buranın birçok resimlerini yapmış. Harem, arabalı vapur iskelesi yapılırken deniz doldurulmuş ve kahvehane de bu sıralarda kapatılmış.

Kışlanın karşısında Sultan III. Selim’in askerler için 1803-4 tarihleri arasında inşa ettirdiği Barok üslubundaki Selimiye Cami var. Caminin mimarı bilinmemektedir.

Sultan III. Selim 28. Osmanlı padişahı ve 107. İslam halifesidir. Babası öldüğünde 13 yaşında olduğu için amcası Sultan I. Abdülhamit tahta çıktı. Sultan I. Abdülhamit şehzade Selim'in hayatı yaşamasına rağmen iyi bir eğitim almasına izin verdi. Şehzade Selim müzik ve edebiyat ilgilendi.  Sultan I. Abdülhamit ölünce, tahta çıktı. Ancak Nizam-ı Cedit ordusunu dağıtmak ve 1807 tarihinde de tahttan çekilmek zorunda kaldı. Onun yerine geçen amcaoğlu Sultan IV. Mustafa, Sultan III. Selim'i tekrar kafese geri gönderdi. 1808 tarihinde III. Selim'i tekrar tahta çıktı. Ancak IV. Mustafa'nın emriyle boğduruldu.

Sultan III. Selim şiir ve müziğe çok meraklıydı. Birçok şiirler yazdı ve çok sayıda şarkı besteledi. Klasik Türk Müziğindeki suzidilara, şevkefza, şevk-u tarab, Arazbarbuselik ve nevakürdi makamları Sultan III. Selim'in buluşlarıdır. Dini müzik olarak 64 civarında eser bestelemiştir.

Avlusu sokağa göre azıcık yüksekte kaldığı için eğimli bir rampadan çıkarak geniş, güzel, ağaçlık bir bahçeye ulaşılıyor. Cami, Türk barok mimarisinin son örneklerinden biridir. Hünkâr mahfilinin girişi, yüksekteki son cemaat yeri, pencere ve sütunlarıyla, barokun o hafif ve sevimli süslerine sahip. Caminin yanında sıbyan mektebi, hayrat hademesi odaları ile Hünkar Dairesi yer almakta. Arka duvarında zarif kuş evleri var. III. Selim'in minarelerini fazla kalın bulup beğenmediği, bunun üstüne taşlar dışarıdan traşlanarak minarelerin inceltildiği söylenir. Barokta minareler genel olarak incelmişti. Ancak, bu örnekte, Selim'in bazı başka reform girişimleri gibi, bu zariflik girişiminin de ters teptiği anlaşılıyor. Çünkü 1820'de çok sert bir lodos fırtınasında minarelerin ikisi de yıkılınca yeniden yapılması gerekmiş.

Bu arada Selimiye’ler birbirine karışmasın diye dipnot eklemek istedim…

Edirne Selimiye Camii, Osmanlı padişahı II. Selim döneminde Mimar Sinan'ın 1568 yılında yaptığı bir külliyedir.

İstanbul Üsküdar Selimiye’deki Selimiye Cami 1803 yılında Sultan III. Selim’in yaptırdığı, mimari bilinmeyen camidir.

Nevmekân Selimiye, Sultan 3.Selim tarafından Selimiye Kışlası ile beraber 1800-1801 yıllarında Nizam-ı Cedid askerlerinin kullanması için yaptırılmış.1800 yılında Nizami Cedit askerlerinin banyo ihtiyaçlarını karşılamak üzere kışlanın hemen yanına inşa edilmiş bir hamam burası. Yaklaşık 25.000’i dijital olmak üzere 45.000 kitap kapasiteli kütüphanesi ile hizmet vermekte.

Selimiye alt tarafındaki Astsubay Orduevinin bulunduğu yerde Tazıcılar Ocağı Mescidi bulunmakta imiş. Tazıcılar Ocağının ortasında Tazıcılar Çeşmesi yer almakta. Çeşme kare planlı hazneli (depolu) meydan çeşmesidir. Dört tarafında yalakları bulunup oradan hayvanların su içmeleri sağlanırmış. Şimdiki Tıbbiye Caddesi yolu 1950 yılında yapılırken yolda kalan Tazıcılar Ocağı binaları yıkılmış. Bu binaların büyük kapısı üzerinde bulunan kitabeler Tazıcılar Çeşmesi üzerine yerleştirilmiştir. Kitabenin üzerindeki Abdülmecid’in tuğrası sonradan kazınmış. Birinci kitabeden binaları 1838 yılında Abdülmecid’in, İkinci kitabeden de onarım işini 1891 yılında 2.Abdülhamidin yaptırdığını anlıyoruz.

Tazıcılar Ocağının Üsküdar tarafında, Karacaahmet- Duvardibi’nden Kadıköy’e giden asfaltın solunda, Selimiye Kışlası’ndan gelen yolun tam karşısında 1812 tarihli Nevnihal Hatun Namazgâhı bulunmaktadır. Sütre denilen namazgâh taşının arkasında uzun bir servi (çok uzun boylu, dalları çok ince ve yuvarlak, yaprakları yeşil pul gibi ve ufacık, hiç yaprak dökmeyen, ceviz iriliğinde kozalakları olan, odunu yapı işlerinde ve marangozlukta kullanılan, uzun ömürlü bir ağaç) kabartması var. Bu taşın yüzü nakışlarla bezenmiş. Mezar taşına benzeyen bu taşın üstünde güzel bir kitabesi bulunuyor. 

Orduevinin kapısının iç tarafında 1869 yılında ölmüş olan Hasip Paşanın Namazgâhlı Çeşmesi bulunmakta. Tazıcılar Çeşmesinden denize doğru, denize yakın bir alanda Zağarcılar Ocağı bulunmaktaymış. Zağar da bilindiği gibi hızlı koşan bir cins av köpeğinin adıdır. Zağarcılar Ocağının yakınına, Selimiye Kışlası’nın Haydarpaşa tarafındaki Kavak İskelesi asfalt yolun sonundaki günümüzde de Kavak İskelesi Caddesi adını taşıyan bu yolda 1640 lı yılların başlarında, Darüsaade Ağası (Kızlar ağası) İbrahim Ağanın adını taşıyan mescit inşa edilmiş. Daha sonra kendi haline bırakıldığı için harap olan bu mescidin adı Harap Mescit olarak kalmış.

Mescidin karşısındaki alanda ise 1654 tarihli yine namazgâhlı Müsahip Hazinedar Ali Ağa Çeşmesi bulunmaktadır.

Selimiye’nin üst taraflarında şimdiki adi Selimiye Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi olan sıradan okul binası aslında 2. Abdülhamid zamanında 1891 yılında yaptırılan Baytar Okulu’ymuş. Bina II. Abdülhamit Döneminde 1893 yılında İtfaiye Kışlası namıyla inşa edildiği daha sonra Kuduz Tedavihanesi olarak kullanılmış.  12 Mayıs 1921’de sivil veteriner okulu ve askeri veteriner okulu Selimiye´de aynı çatı altında birleştirildi. Aynı tarihte mektebin kapatılması gündeme gelmiş fakat Harbiye Nezareti okulun Gülhane Askeri Hastanesine eşit olduğunu, kapatılmasının ordu veteriner hizmetlerinin gelişim ve düzenini bozmaktan başka bir işe yaramayacağını belirtilerek kapatılmaktan vazgeçilmiş. 

Okul Cumhuriyetin ilanında 16 öğretim üyesi ve beş yardımcısı ile Baytar Mekteb-i Alisi adı altında eğitim-öğretime başlamış. Bahsi geçen beş yardımcıdan biri de bakteriyolog Binbaşı Ahmet Bey’dir. Atlarda o yıllarda çok yaygın olan ruam hastalığına aşı bulmak isterken diğer arkadaşları Yüzbaşı Hüdai ve Yüzbaşı Kemal Bey’lerle birlikte bu amansız hastalığa yakalanarak şehit olmuşlardır. Selimiye Kışlası içerisinde onların anısını yaşatmak için bir anıt çeşme yaptırılmıştır.

Okul 1933 yılında Ankara Veterinerlik Fakültesine taşınarak 91 yıl lisans düzeyinde verilen Veteriner Hekimlik eğitimi İstanbul’da son bulmuştur. 

 Selimiye Baytar Mekteb-i Alisi Cumhuriyetimizin ilk ve o yıllar için tek veteriner okuludur.

İstanbul’a rakımı yüksek tepelerden gelen sular mevcut kaynağından su kemerleri ve topraktan pişirilmiş künklerle (pişmiş topraktan ya da çimentodan yapılmış, kalın su borusu) şehre getiriliyormuş. Kaynağından doğal eğimle hareket eden su, şehir içinde bu kulelere çıkartılıp basıncı düşürülüp, depolanıyormuş.

Bugün gördüğümüz ve sayıları otuzbeş dolayında kalan tarihi su terazileri, zamanında mahallelerdeki; çeşme, sebil, hamam ve camii şadırvanlarına gerekli suyu sağlayan, suyun debisini ayarlayan ve suları depolayan yüksek kulelermiş.

Duvardibi Su Terazisi, Karacaahmet Mezarlıkları’ndan Kuşbağı Mezarlığı’nın köşesindedir. İki sıra tuğla ve bir sıra kesme taşla yapılmıştır. Üstünde zarif bir kubbeciği vardır. Nuh Kuyusu Su Terazisi, Nuh kuyusu caddesi üzerinde, Karacaahmet Türbesinin karşısındadır. Kapıağası Su Terazisi, 15 metre yüksekliğinde kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. 

Sadettin Efendi Sebili ve Çeşmesi, onun yanında bu ailenin hazîresi ve onun yanında ise Ziya Bey Sebili ve Karacaahmet Türbesi bulunmakta. Karacaahmet Türbesi yanında, Fethi Ahmet Paşa Camii karşısındadır. 

Bu bölge de asırlar boyunca onbir sebil, altı çeşme ve sayıları bilinmeyen kuyu yer almış. Anadolu, Bağdat, İran ve Mısır'a gitmek için Üsküdar'a geçen ordular veya kervanlar için burası bir toplanma ve mecburi geçiş yolu olmuş. 

1741 yılında ölen kızını yad etmek için Sadettin Efendi tarafından inşa edilmiştir. Tamamen mermerden yapılmış, barok ve rokoko üsluplar göstermektedir.

Karacaahmet’e adımımı attığım anda içimi tarif edemediğim bir hüzün kapladı. Sessizliğin içinde, yılların hatıralarını taşıyan mezar taşlarının arasında yürürken, dedemin, babaannemin ve halamın yattığı yere doğru ilerledim. Her adımda, onlarla geçirdiğim anılar bir bir gözümün önüne geldi. Sessizce dua ettim. Hatıraların sonsuz olduğuna bir kez daha hatırladım.

Tunusbağı Caddesi, Selimiye Cami Sokağı ile Şair Nesimi sokakların çevrelediği yapı adasındaki Küçük Selimiye Cami veya Behçeti Konevi Cami veya Selimiye Çiçekçi Cami, Pertev Paşa tarafından 1834-36 tarihlerinde yaptırılmış. Büyük bir şair ve edip olan Pertev Seyyid Mehmed Paşa, Sultan II. Mahmut tarafından bu işle görevlendirilmiş.

Cami, yapımından 30 sene sonra 1835 tarihinde Şair Pertev Paşa tarafından şimdiki şekliyle tamir edilmiş ve sağ tarafındaki alana ve Eczane Sokağı’na kadar uzanan yere, şeyh evi, derviş hücreleri ve diğer müştemilat binaları yapılmış. Ahşap olan bu yapılar zamanla harap olmuş ve yıkılarak yerlerine binalara bırakmış. 

Cami içinde Pertev Paşa Kütüphanesi var. Buradaki eserler Cumhuriyet’ten sonra Süleymaniye Kütüphanesi’ne nakledilmiş. Kitaplıkta İbrahim Hakkı Konyalı’nın bağışladığı kendi kitapları da var. Caminin sağ tarafında ve yolun karşısındaki köşede 1802 tarihli Sultan III. Selim Çeşmesi, az ilerisinde ise, l767 tarihli Ayşe Hatun Namazgahı bulunmaktadır.

Selimiye’de gezerken yine apartmanlara bakmayı ihmal etmedim. Sokaklarda yürürken gözüme çarpan apartmanların üzerini süsleyen mozaiklerdi. Bu mozaikler, belki de bir zamanlar burada yaşayan ustaların ya da sanatçı ruhlu sakinlerin birer imzasıydı. Sokaklarda gezerken gökyüzüne doğru başımı kaldırıp bu detayları fark ettikçe, Selimiye’nin sadece mimarisiyle değil, sanatıyla da yaşayan bir semt olduğunu hissettim.

Karacaahmet Sultan Türbesi’ne giden Tunusbağı Caddesi üzerinde, sol tarafta ve türbeye oldukça yakın bir mesafede ve Hattatlar Mezarlığı veya Şeyh Sofası adıyla bilinen yerde Hattat Şeyh Hamdullah Efendi’nin kabri var. Kendisi Türk hat sanatının en büyük üs adıdır.

Selimiye Mahallesi’nde ve Selimiye Kışlası’na giden Selimiye Kışla Sokağı’nın sağ tarafındaki parkın içinde Hacı Mustafa Ağa (Selimiye Namazgâhı) var. Dört tarafı yol olan bu park, Daye Kadın, Selimiye Camii ve Selimiye Hamam sokakları ile çevrilidir. Namazgâh yeri, şimdi park olan ve Sultan III. Selim’in, Selimiye Kışlası ve camiini yaptırdığı sırada, 1800 tarihlerinde inşa ettirilen Çatmahane’nin (çatma, İpek ve keten ipliklerden dokunmuş olan çatma, altınlı, kabartmalı, desenli, kadifenin özel bir çeşidi olan bir kumaş çeşidi) yanında idi. Bu bakımdan namazgâhın, kumaş imalatçılarının yazlık ibadetgâhı olduğu biliniyor. Yüzden fazla tezgâhın bir çarşı halinde çalıştığı bu yerde devrin en güzel ve en nadide çatmaları, döşemelik ve elbiselik kumaşları dokunurmuş. Çarşı 1890 tarihlerinde yok olmuş. Günümüzde bu namazgâhla ilgili gerek set duvarları gerekse kuyusu yok olmuş. Sadece yalnız başına kıble taşı, park içinde gelişi güzel duruyor.

Yürüye yürüye Üsküdar sahile indik. Kıyı boyu İstanbul’un en güzel sokaklarında yürüyerek başladık. 

Kaftan sokak, Üsküdar’ın denize inen rengarenk merdivenli sokağı. 

Üsküdar’ın Sultantepe Mahallesi sokaklarından bir diğeri de Hüseyin Baykara Sokağı, Susuz Bağı Sokağı’nı Şekip Ayhan Özışık Caddesi’ne bağlayan sokaktır. Sokak adını büyük âlim Hüseyin Baykara’dan almış.  Hüseyin Baykara, 1430 yılında Herat’ta doğmuş ve İran taraflarındaki Horasan’da uzun yıllar hükümdarlık yapmış. Efsanevi kişiliği, kültürü ve halkına karşı olan sevgisiyle tanınan Hüseyin Baykara; Türk ve İran edebiyatında büyük gelişmelere sebep olmuş önemli bir kişi.

Baykara sokağı, Üsküdar’da Bülbülderesi, Bülbülderesi Caddesi’nden başlayarak kuzeye yönelen bir kol şeklinde, Beylerbeyi sahilindeki Paşalimanı’na dek iner.

Hüseyin Baykara Caddesi’nden yukarı yürüdüğümüzde yamaçta, Fethi Paşa Korusu’nu bitişiğindeki yoldan ve mahalleden ayıran bir duvar var. Duvar arada çıkan heybetli kapıları ile birkaç kilometre boyunca eşlik eder. Burada bulunan ahşap köşkün temelleri üzerine kondurulmuş, ona benzetilmiş ama o olmayan yepyeni bembeyaz bir köşk var. Halide Edip’in babası Edip Bey’in köşkü. Özbekler tekkesinin karşısında, Boğaz tarafındaymış. Burada ayrıca Cemile Sultan Sarayı ve korosu varmış. Kurtuluş savaşı sırasında, şeyhliğini Mehmet Ata’nın yaptığı Özbekler Tekkesi ve Halide Hanım’ın evi, Anadolu’ya kaçanların yola çıkış noktası olmuş.

Yukarı doğru yürüyerek Sultan Tepesi’ne varılıyor. 

Sultantepe'ye, Kanuni Sultan Süleyman'ın sarayında bir kadın yerleşmiş. Kızı Mihrimah Sultan'ın dadısı olan Hacı Hesna Hatun, Mihrimah Sultan büyüyünce emekliye ayrılmış; Mihrimah'tan daima Sultan'ın sarayını görebileceği bir ev istemiş. Mihrimah Sultan da Hesna Hatun'a burada bir konut yaptırmak suretiyle onu Sultantepe'ye yerleştirmiş. Bir başka kaynakta ise Mihrimah Sultan'ın verem hastalığından ötürü hekimler tarafından havası temiz bir yer olan Sultantepe'ye gönderildiği yazılı. Hacı Hesna Hatun'un Mihrimah Sultana eşlik ettiği ve burada kendi adına bir cami yaptırdığı da söylenmekte.

Sultantepe’de ünlü yerlerden biri Hacı Hoca Tekkesi ya da Özbekler Tekkesi’dir. Burası bir Nakşibendi tekkesi. Bir kısım mezarlık haline getirilmiş geniş bir bahçe içinde. İki katlı selamlık ve üç katlı harem kısımları bulunuyor. Zaten katları kagir, üstleri ahşaptır. Bahçede bir de sarnıç var. Mescidin son cemaat yerindeki yazıtta tekkenin III. Mustafa zamanında yeniden yaptırıldığı yazıyor.

Üsküdar Selman-I Pak caddesi ileride Bülbülderesi ismini alıyor. 1950’lere kadar burada izinsiz çalışan randevu evleri varmış. Sonra bunlar Kadıköy’de Paris Mahallesi’ne yani Ayrılık Çeşmesi’ne taşınmış.

Bülbüldere-Bağlarbaşı yolu ile Selânikliler Sokağı’nın birleştiği yerde Bülbülderesi ya da Fevziye adıyla anılan cami bulunuyor.

Fevziye Camii (Bülbülderesi Cami), 1882-83 tarihinde Selânikliler tarafından aralarında para toplamak sureti ile yaptırılmış. Selânikliler, 1877-78 Osmanlı- Rus Harbi’nden sonra peyderpey İstanbul’a göç etmeye başlamışlar ve bu, 1897 Türk-Yunan Harbi ile 1912 Balkan Harbi’nden sonra en üst düzeye ulaşmışlar. Hepsi zengin olan bu insanlar, Şişli ve Nişantaşı semtlerine yerleşmişler ve kendi çocuklarının okuması için 1296 (1879) tarihinde Şişli Terakki Lisesi’ni ve 1302 (1885) tarihinde de Fevziye Lisesi’ni kurmuşlar.

Hemen yanından başlayıp Selâmsız Tepesi’ne kadar uzanan kabristan da Bülbüldere Mezarlığı veya Selânikliler Mezarlığı adını taşır. Mezarlığın Selâniklilere ait olan kısmı 1300 (1882-83) tarihlerinde cami ile beraber yapılmış. 

Bülbülderesi caddesinde sağ tarafta set set yükselen mezarlık İstanbul’un azınlığına “Selanik dönmeleri”ne aittir. Bu cemaat, 17yy. İzmir’de doğan ve Yahudilik içinde ilginç bir akım başlatan Sabetay Sevi taraftarlarının bir kolundan oluşur. Sevi IV. Mehmet ve Vani Efendi tarafından sorguya çekildiğinde, Müslüman olduğunu açıklamış (idam edileceği korkusuyla), ama Mesihlik iddiasından vazgeçmediği anlaşınca Arnavutluk’a sürülmüş ve orada ölmüş. Onu izleyenlerin Yakub kolu da Müslümanlığı kabul etmiş, ama içten içe Yahudiliği sürdürmüşler.

Selanikliler yakın zamana kadar hep kendi aralarında evlenerek cemaat varlıklarını sürdürmüşler. Gene yakın zamana kadar, Nişantaşı’nda bir apartman dairesini gizli bir ibadethane olarak kullandıkları söylenir. Bilinen ilk mezarlıkları da Maçka’da, Teknik Üniversite’nin karşısındaki küçük mezarlıktır. Ama geçen yüzyılın sonunda itibaren Bülbülderesi mezarlığını kullandılar. Selanikli ailelerin çoğu İstanbul’un önemli iş adamları, birçoğu da tekstilcidir. Camiin avlu kapısı, Selânikliler Sokağı’na açılıyor. Kapının sol tarafında avluda Asadar Baba’nın açık türbesi var.

Caminin karşısında duvar dibinde 1112 (1700) tarihli Valide Kethüdası Çeşmesi bulunmaktadır. Zamanında Kethüda Çeşmesi'nin karşısında 1882 tarihli Feyziye Mektebi, onun altında 1728 tarihli Hatice Sultan Çeşmesi, camiin civarında Hamal Mehmet Ağa Cami ve Osman Dede Camii bulunuyormuş.

Haydar Baba Mescidi, yeşil olduğu için halk arasında ‘Yeşilbaş Türbe’ diye anılıyor, Bülbülderesi mevkiinde, Bülbülderesi-Bağlarbaşı yolu (Cumhuriyet Caddesi) ile Hacı Hesna Kuyu Sokak ve Sandalcı Çıkmazı’nın birleştiği yerde. Yanındaki sokak da Yeşilbaş Bayırı. Bugün yalnız, etrafını çevirdiği küçük hazîresi mevcut. Bu küçük hazîre vaktiyle kapalı bir türbeymiş. Ahşap çatısı yeşile boyandığından halk arasında ‘Yeşilbaş Türbe’ diye anılırmış. Türbede 17 kadar kabir taşı bulunuyor.

Üsküdar’da Selmani Pak Caddesi ile İsmail Dümbüllü Sokağı’nın kesişiminde bulunan tek minareli ve tek şerefeli Serçe Hatun Cami, Serçe Hafız Mehmed Efendi tarafından yaptırılmış. Şeyh Devati Mustafa Efendi Cami, 1650-1651 yıllarında Kethüdâ Arslan Ağa’nın oğlu Divitçi Şeyh Mustafa Efendi tarafından yaptırılmış.  Cami, zamanla harap olmuş ve inşasından 243 sene sonra, 1886 yılında, Sultan II. Abdülhamit devrinde, Bahri Paşa tarafından tamir edilmiş. Şimdi yine restorasyonda. Caminin cadde tarafında Şeyh Devâtî’nin babası Kösem Sultan’ın kethüdâsı Arslan Ağa gibi devrin birçok tanınmış ve camiye hizmet edenlerin Osmanlı mezarları bulunuyor. Caminin giriş kapısı yanında Şeyh Mustafa Devâtî Türbesi ve yakınlarına ait olan sekiz sanduka var. Türbenin giriş cephesinde kapının ve pencerelerin üzerinde kitâbeler yer alır. Cadde tarafında duvarına gömülü kesme taştan yapılı bir de çeşmesi bulunuyor.

Bir gezimizi daha tamamlarken, hafızamızda hoş, derin ve kalıcı izler bırakan Haydarpaşa- Selimiye- Sultantepe ve Bülbülderesi’ni geride bırakıyoruz. Izgara planına uygun sokakları, düzenli mahalle yapıları ve tarih kokan mimarisiyle buralar, sadece bir semt değil, aynı zamanda geçmişin izlerini taşıyan etkileyici bir miras. Kışla ve caminin yanı sıra subay lojmanlarından hastanelere, fırından hamama, okulundan kütüphanesine, camisinden mescidine, mezarlığından haziresine, dergâhından türbesine, sokağından köşküne kadar birçok yapının özenle konumlandırıldığı bu düzen, hem ulaşımı kolaylaştırmış hem de şehrin güzelliğini artırmış. Her köşesinde estetiğin dengeli bir şekilde hissedildiği bu semtler, bize hem tarihin hem de mimarinin ne denli uyum içinde olabileceğini bir kez daha gösterdi. Bu dingin ve etkileyici semtten ayrılırken, gördüklerimizin uzun süre hafızamızda yer edeceğini artık biliyoruz. 

Bu gezimde de mekanların tarihleri, eserlerin anlamı, sokakların, binaların mimari özellikleri, yerel halkın hikayeleri, yaşam tarzları, ve lezzet durakları tavsiyeleri için okuduğum, yararlandığım kaynaklar:

İstanbul Nasıl Gezilir - Haldun Hürel

İstanbul Gezi Rehberi - Murat Belge

Taşların Dilinden İstanbul - Sami Bayraktar

Strolling Through İstanbul - Hilary Summer-Boyd & John Freely

Turan Akıncı

Mustafa Cambaz

Kültür Envanteri

Arif Atılgan

Kadir Öztürk

Kadıköy Life

T24

Saffet Emre Tonguç

Eksi sözlük

Üsküdar Belediyesi

Tarihi Mekanlar Kişisel Ansiklopedi_ Erol Şaşmaz

WordPress

Türkiye’nin Tarihi Eserleri

Büyük İstanbul Tarihi_ istanbultarihi.ist

Tarihi.ist

Tarihi_İstanbul

İstanbul_camileri

Wikiloc

Nalan Yılmaz

Üsküdar’ın Kaybolmuş Kültür Eserleri

İstanbul’u böylesine güzel anlattıkları için teşekkür ederim. 

Bazı mekanlarda “Fotoğraf çekmek yasak!” engeliyle karşılaşsam da özel izinle fotoğraflama ve yayınlama hakkına sahip gezginlerin sayfalarından alıntı yaparak bu yerleri belgeleme şansı buluyorum. Onların paylaşımları sayesinde, bizlerin erişemediği birçok tarihi mekâna uzaktan da olsa tanıklık edebiliyoruz. Bu değerli arşivleri bizlere açarak ulaşmamızı sağladıkları için kendilerine teşekkür ederim.

Emeğe saygı önemli

Tavsiye ettiğim yerlerle bir işbirliğim veya reklamım yok.