Kazlıçeşme Gezi Yazısı
Çocukluğumdan beri yeni yerler görmeye, farklı hikayeler dinlemeye, yeni tatlar keşfetmeye odaklanmış biri olarak, yaşamın güzelliklerini en çok bu deneyimlerde buluyorum. Bu yüzden gezmek benim için sadece bir aktivite değil, adeta bir yaşam biçimi haline geldi.
Bazen bir gezinin sebebi çok basit bir neden olabilir: bir kişi, bir eser, bir tat ya da bir hikâye… Tüm planlarımı sadece bunlardan biri üzerine kurduğum çok olmuştur. İşte bu yazıda da size, beni Kazlıçeşme’ye getiren hikayelerden bahsedeceğim.
Kazlıçeşme semti bir zamanlar Zeytinburnu ile birlikte tabakhaneleri ve deri fabrikaları ile meşhurdu. Fatih devrinden beri debbağlar (dericiler) burada iş görürlerdi.
Kazlıçeşme, yer altı suları bol, çayırı çimeni yemyeşil ovalık bir bölgeymiş. Dericilik çok su isteyen bir iştir. Böylece Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u aldıktan sonra tabakhaneleri buraya kurdurmuş.
Deri sanayi 1450'lilerden yakın zamana yani 550 yılı aşkın bir zaman Kazlıçeşme'yi yurt tutmuş. Deri sanayi zamanla Kazlıçeşme'nin yemyeşil çayırlarını sularını kirletmiş. Adeta çevrede canlı hayat can çekişmeye başlamış. Kötü kokular tüm semti esir almış.
Bu kirlilik sonucu oluşan durumdan sonra belediye Kazlıçeşme'deki sanayiyi 1990'lı yıllarda Tuzla’ya taşımış.
Ham deri, kıllardan, yağ ve et tabakalarından mekanik olarak temizlendikten sonra kimyasal olarak işlendiği “***sama” safhasında, taze köpek dışkısı enzimlere ihtiyaç duyulduğundan, Tabakhanelerin olduğu yerleşim yerlerinde çoluk çocuk ellerinde teneke maşrapalar, köpek dışkısı toplarlar, sama işlemi ancak dumanı tüten taze dışkıdan yapılabildiğinden koşa koşa tabakhanelere yetiştirirlermiş… Günümüzde aceleci insanları tanımlayan “tabakhaneye bok yetiştirmek” sözü de bir zamanlar bu semtte ellerinde tezek taşıyan çocuklardan geliyormuş.
Bugün Yedikule Hisarı’nın karşısında bulunan boş alan Kazlıçeşme, Sultan II. Mehmet’in girişimiyle 540 yıl boyunca deri sanayinin merkezi olmuş.
***Sama, hayvan derisi işleme süreci sırasında, strüktüre olmamış (deriyi oluşturan kolajen yapı ile bütünleşmemiş) proteinleri ham deriden ayırma işlemidir. Deri işlentisi sırasında en önemli işlem basamaklarından birisidir.
Dökümcü Ahmet Usta Türbesi, Yedikule Kapısı’nın yanında yer almakta. Dökümcü Ahmet Usta’nın İstanbul’un fethi sırasında ilk şehit düşen yeniçerilerden olduğu düşünülüyor. Kitabesinde mezarın 1880 yılında yenilendiği yazıyor.
İstanbul'un fetih hazırlıklarına başlanırken Osmanlı Lağımcıları Altın Kapı ön sol kulesindeki (Yedikule kapısı girişindeki ilk kule. O zaman Yedikule kapısı yokmuş.) hapishaneye girebilmek için su hendeği altından tünel açacak dünyanın en iyi top dökme ustası Macar Urban’ı kaçırırlar. Sultan II. Mehmed planlarını çizdiği Şahi Topunun yapılma işini Macar Urban’a verir. Urban, döküm ustası olan Ahmet Efendi ve bir kaç dökümcüyü yanına alarak hazırlıklara başlar.
Ak Şeyh'in emriyle (Ak Şemsettin) fetih ve kuşatma anında şehit olan Azap ve leventlerin fetih ardından şehit oldukları yerlere defnedilmesini ve mezarlar talan edilmesin diyerek isim ardına da hep “Dede” adı yazılmasını emreder. Diğer emri ise " Mezarların üstü ufak, fakat altları geniş ve uzun olsun ki naaşlar sığabilsin" diye emreder. Yani dışarıdan görenler normal bir mezar zanneder. Bir tanesi hariç.
Macar Urban’ın yanında usta olarak çalışan Ahmet Efendi Altın Kapı önlerinde şehit olur. Fetih ardından Ahmet Efendi ve 2,5 metre civarında boyu olan iri bir Azap askeri ile yan yana defin olur. Azap askerinin kabri inanılmaz boyuttadır. Bir de Çorbacı Başlarından Yusuf vardır. Onun da kabri Yedikule kapı girişi solundadır.
Azap askerinin mezarı 10 yıl kadar önce defineciler tarafından talan edilir ve halen toprak bölümü tarumar halde kalır. Dökümcü Ahmet Efendi'nin de kabri kale girişi solunda.
Şehir yaşamında gaz kullanımı 1850’li yıllarda başlamış; Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk gazhane olan Dolmabahçe Gazhanesi ise 1853 yılında Sultan Abdülmecit tarafından, öncelikle sarayın aydınlatma ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulmuş. Bu gazhane zamanla Beşiktaş, Harbiye ve Beyoğlu gibi bölgelerin havagazıyla aydınlatılmasını da sağlamış.
Dolmabahçe Gazhanesinin aydınlatmada önemli bir rol üstlenmesi, şehrin farklı bölgelerinde yeni gazhanelerin inşa edilmesinin de önünü açmış. Sultan Abdülaziz döneminde kurulan Kuzguncuk Gazhanesi, 1865 yılından itibaren önce Beylerbeyi Sarayı’nı aydınlatmaya başlayarak Anadolu yakasının aydınlatma kaynağı olmuş.
1880 yılında Yedikule Gazhanesi inşa edilmiş. Kamusal amaçla inşa edilen ilk gazhane olan Yedikule Gazhanesi ile Suriçi’nde üretilecek gazın borularla Langa’ya, bir hatla Bahçekapı’dan Beyazıt’a, bir diğer hatla da Aksaray ile Beyazıt üzerinden Şehzadebaşı’na aktarılması planlanmış.Yedikule Gazhanesi; kömür-havagazı üretim blokları, katran ayırıcılar, vinç, kazan, ambar, idari binalar ve gazometrelerden oluşan kompleks bir yapı. Şehremaneti tarafından 7 yıl boyunca işletilen tesisin imtiyaz hakkı zaman içinde birkaç kez el değiştirdi. Son olarak 1 Temmuz 1945’te İETT’ye bağlanan, 1948 yılında ise yenilenme sürecinden geçen Yedikule Gazhanesi 1993 yılında hizmet dışı bırakılmış.
Sonraki yıllarda hafriyat döküm sahası ve otobüs park alanı olarak da kullanılan Yedikule Gazhanesi, bugün İBB Miras tarafından, tarihin farklı katmanlarına açılan bir yerleşim merkezi olarak “çağdaş bir Suriçi kentsel dokusu” oluşturma amacıyla yeniden değerlendirilmiştir.
Zeytinburnu ile Konstantinopolis’in sınır noktasını belirleyen ve Milyon Taşına denk gelen yer, 330 yılında Kyklobion olarak adlandırılmış. Bu noktadan itibaren batıya doğru Zeytinburnu toprakları başlıyormuş. Kyklobion isminin, Mermerkule’nin iç yapısıyla ilgili olduğu düşünülmektedir. Zeytinburnu’nun uç noktasında yer alan Mermerkule’nin inşası 410 yılında tamamlanmış. Deniz surları Sarayburnu yönüne doğru uzanırken, kara surları da Altın Kapı’ya kadar genişletilmiş; araya yedi burç eklenerek bu hat, 413 yılında Altın Kapı ile birleştirilmiş.
Yedikule ismi aslında halk arasında bilinen Yedikule Zindanları’ndan gelmemekte. İlk inşa edildiğinde Altın Kapı’nın yalnızca dört kulesi varmış. İstanbul’un fethinden sonra bu yapıya üç kule daha eklenmiş. Deniz tarafındaki uç kule olan Mermerkule’nin arkasından başlayan ve Osmanlı döneminde “Arap Kalesi” olarak anılan; II. Theodosius döneminde darphane olarak kullanılan ve sikke basılan bu kule, kara surlarının ilk kulesidir. Bu kule ile Altın Kapı arasında toplam yedi kule bulunmaktaymış. Günümüzde bu yedi kulenin altısı hâlâ ayaktadır. Yedinci kule ise, 1868 yılında tren yolu inşaatı için yıkılmış. Bu dönemde Avusturya-Sirkeci Demiryolu hattı açılmış.
Bizans ve Osmanlı dönemlerinde gözetleme amacıyla da kullanılan Mermerkule, aslında girişi olup çıkışı olmayan bir tür “ölüm hapishanesi” olarak da bilinirmiş.
İstanbul’un fethinden sonra, özellikle kara surları boyunca yer alan tüm burçların üzerine ahşaptan konik ve piramit biçiminde gözetleme kuleleri inşa edilmiş. Ancak 1894 yılında meydana gelen ve “Kapalıçarşı Depremi” olarak bilinen büyük sarsıntıda, kulelerin içindeki mangalların devrilmesi sonucu çıkan yangınlarda bu yapıların büyük kısmı yanmış ve sonrasında yeniden yapılmamış.
1954 yılında başlatılan sahil yolu çalışmaları kapsamında, sahildeki kale surlarının ve burçların büyük bölümü yıkılmış, çıkan molozlarla deniz doldurulmuş. 1969 yılı sonlarında sahil yolunun Florya’ya kadar olan bölümü tamamlanmış.
2017 yılında Zeytinburnu sahilleri bir kez daha doldurulmuş ve sahil yolu düzenlemeler sonucunda, eskiden denizin içinde yer alan Mermerkule, bugün kara sınırından yaklaşık 60 metre içeride kalmış.
Yedikule İplik Fabrikası ya da diğer ismiyle Kazlıçeşme Dokuma Fabrikası, Osmanlı’nın son döneminin en önemli sanayi tesislerinden birisiymiş. Osmanlı İmparatorluğu’nda sanayi yatırımlarını teşvik amacıyla Şura-yı Devlet azasından Ahmet Refik, Amedi Divan-ı Hümayun Muavini Reşit ve Ticaret Umumi Müdürü Refik beylere 1 Mayıs 1886 tarihinde 20 sene için imtiyaz verilir.
29 Ağustos 1888 tarihinde yeni kurulan “Yün ve Pamuk İpliği ve Akmişe Vesaire İmaline Mahsus Anonim Osmanlı Şirketi”ne devredilir. Şirket, İngiliz sermayesi ile kurulur. Dönemin padişahı II. Abdülhamit de şirketin bir kısım hisselerini satın alır.
Kurulacak fabrika için yer arayışları başlar. Yedikule Kazlıçeşme’de Sultan Beyazıt Han Vakfına ait olan alan fabrika için uygun bulunur. 1890 yılında fabrika Yedikule Pamuk İpliği Fabrikası adıyla imalata başlar. 1929 Büyük Buhranı’na kadar faaliyetini sürdüren fabrika, o yıl bölgede daha küçük bir fabrikası olan Halil Ali Bey ve oğlu Fuat beyler tarafından satın alınır. Kısa sürede Avrupa kalitesinde imalat yapan bir fabrika olur. Hatta “Halil Ali Basması” ülkenin her yerinde aranan tekstil ürünü olur.
1934 yılında çıkan soyadı kanunu ile aile yaptıkları bez işinden dolayı Bezmen soyadını alır. Uzun yıllar sektörün lideri olan firma ülkenin tekstil sektöründeki medar-ı iftiharı olur. Fabrika yönetimi nesilden nesile geçer. Ve işin başına Fuat beyin oğlu Halil Bezmen geçer.
Halil Bezmen’in parlayan yıldızı önce İSKİ yolsuzluğu sonra da tarihi eser kaçakçılığı suçlaması ile sönmeye başlar. Hakkında açılan davalar nedeniyle yurtdışına kaçan Halil Bezmen, 2003 yılında beraat etse de Mensucat Santral ismini alan şirket ağır kredi yükü nedeniyle iflas eder. 1960-70’li yıllardan sonra burası maalesef kendi haline bırakılmış.
10. Yıl Caddesi'nin Yedikule Sapağındaki Prof. Muammer Aksoy Caddesi'ne girilirse yolun sonunda (No.13) bugünkü yapısı 1834'e tarihlenen Ermeni Apostolik Surp Pırgiç Şapeli görülür. Yapı hemen arkasındaki 1906'da yenilenen Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi'nin bir parçasıdır. Surp Pirgiç Ermeni Hastane ve Kilisesi, 1832 yılında II. Mahmut’un izni ve Harutyun Amira Bezciyan’ın girişimiyle akıl ve göğüs hastalıklarının tedavisi için kururmuş. Mimar Amira Balyan ve Hovhannes tarafından inşa edilen hastane, Kevork Aslantan’ın projesiyle 1906 yılında yenilenmiş. Zaman içinde ihtiyarhane, tımarhane, kız ve erkek verimhanesi ve ruhani eğitim birimlerinin eklenmesiyle genişleyen hastane günümüzde de tarihi dokusunu koruyarak bu fonksiyonunu sürdürüyor. Hastane bünyesinde ayrıca Bedros Şirinoğlu Tıp Tarihi Müzesi yer alıyor.
Bedros Şirinoğlu Surp Pırgiç Tıp Tarihi Müzesi, 5 Aralık 2004 tarihinde açılan müze İstanbul’da yer alan dört tıp tarihi müzesinden biridir. Müzeye girenleri Ermenilerin beğeni ve zevkini yansıtan eserler karşılıyor. El işi günlük kullanım eşyaları, dini materyaller, Surp Pırgiç Hastanesi için padişahların vermiş olduğu fermanlar müzede görülebileceklerden. Üst rütbeli din adamları tarafından yazılmış kararlar, saknameler, vakfiye defterleri, tıbbı malzemeler, çiniler ve tablolar müzede görülebilecek objeler arasında yer almakta.
Kazlıçeşme’den Yedikule’ye doğru giderken yol üzerinde bulunan ve İstanbul’un fethi sırasında şehit düşen yedi askerin kabri olarak bilinen Yedi Şehitler Türbesi, İstanbul’daki ilk Türk şehitliği olarak kabul edilir.
Hz. Muhammed’in Hendek Savaşı sırasında söylediği “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur” hadîs-i şerifi, bu kutlu mücadeleye dair en büyük müjde olarak bilinir.
İstanbul’un fethine katılan askerler, Arapça’da “güzel askerler” anlamına gelen Ni‘mel-ceyş unvanıyla anılmıştır. Bu askerlerin Zeytinburnu’nda yer almasının nedeni, fetih hazırlıkları sırasında surlara en yakın noktalarda konuşlanmış olmalarıdır. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethi sırasında veya öncesinde şehit olan askerlerin bulundukları yere defnedilmelerini emretmiştir.
Ni‘mel-ceyş kabirlerinin ilk toplu mezar örneklerinden biri olan Zeytinburnu Kazlıçeşme Yedi Şehitler Türbesi’ndeki şehitlerin isimleri maalesef bilinmemektedir. Fetihten yüzyıllar sonra, Hacı İvaz adlı bir kişi tarafından şehitlerin defnedildiği yer tespit edilmiş; alanın çevresi duvarla örülerek koruma altına alınmıştır.
Kazlıçeşme’den Yedikule’ye uzanan yol üzerinde Derya-i Ali Baba Türbesi yer alıyor. Kim olduğu tam olarak bilinmeyen türbenin Derya-i Ali Baba’nın İstanbul’un fethi sırasında Sakabaşı (Osmanlıda seferler sırasında ordunun su ihtiyacını karşılayan asker sınıfının başı) olarak orduya büyük hizmetler yaptığı, bunun üzerine Fatih Sultan Mehmed’in buradaki araziyi ona hediye ettiği rivayet ediliyor. Saka Ali Baba Türbesi olarak da biliniyor. 15. yüzyıl velilerindendir. Adı Ali olup, İstanbul'un fethi sırasında orduda Sakabaşı olarak görev yaptığı için Saka Ali Baba veya Derya Ali Baba diye meşhur olmuş.
Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul'u kuşatırken "Ordu susuz kalmak tehlikesiyle karşı karşıya, kuyular boş, çeşmeler akmıyor" şeklinde bir söylenti yayılmaya başlamış. Bu kötü haber her tarafta yayılmaya başlamış. Kısa zamanda Padişah'ın kulağına kadar gitmiş. Padişah: "Tez gidin, Sakabaşıyı bana getirin" demiş.
Huzura gelen Sakabaşı Ali Efendi sakin bir tavır içinde: “Devletlu Padişahım, merak buyurmayınız, su çok!” demiş ve arkasını dönerek sırtındaki kırbayı Padişaha göstermiş. Kırbada sanki okyanus kaynıyormuş. Bir değil, belki yüzlerce orduya yetecek kadar su varmış. Ali Babanın kırbası denizler misali çağlıyormuş.
-Ey alem Padişahı!.. Su işte burada. Fakat ben askere suyu doyumluk vermiyorum. Çünkü onlar cenk meydanında vuruşuyor ve terliyor. Diledikleri kadar su versem belki hasta olurlar ve zaferimiz tehlikeye girer… demiş.
Fâtih Sultan Mehmet Han, fetihten sonra Sakabaşı Deryâ Ali Baba’yı unutmamış. Ona şimdi Kazlıçeşme’nin kurulu bulunduğu yerde geniş bir arazi tahsis etmiş. Uzun yıllar civârın en sevilen kişisi olarak yaşayan Derya Ali Baba, kendisine tahsis edilen araziyi sağlığında fakir fukaraya bağışlamış.Türbesi Kazlıçeşme’de yolun kenarında küçücük bir dükkân gibi durmakta…
Kazlıçeşme’deki Perişan Baba Tekkesi, Erikli Baba Kültür Derneği’nin mazisi İstanbul’un fethine dahil olan Bektaşi zümresine dayanıyor. Alevi Bektaşi dergahlarından biridir. Avlusunda Eyrek, Eryek ya da Erikli Baba olarak adlandırılan, İstanbul’un fethine katıldığı söylenen bir velinin mezarı var. Bahçesindeki Bizans dönemine ait kalıntılar burada daha önceden de dini bir yapının bulunduğunu gösteriyor. Vaka-i Hayriye’ye kadar Yeniçeri Ocağı’nın rağbet ettiği bir Bektaşi tekkesi olarak bilinen yapı, II. Mahmud tarafından yıktırıldıktan kısa zaman sonra Bektaşi kültüründe önemli bir yeri olan Perişan Baba tarafından yeniden ayağa kaldırılmış. 1925’te tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla konut olarak kullanılan ve bakımsız kalan tekke 1993’te Erikli Baba Kültür Derneği tarafından aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş.
Dergahlar; sağlığında sevilen, sayılan halkı aydınlatan, toplum tarafından güvenilen, itibar edilen kişilerin, Hak'a yürüdükten sonra yattıkları mekanlardır. Erikli Baba da Alevi Bektaşi halkının yankından tanıdığı, sevdiği saydığı, buyruğundan gittiği kişidir.
Erikli Baba'nın esas ismi Es-Seyit Muhammed Eryek'tir. Alevi tasavvufunda Eryek; Ehlibeyt'e uygun insan yetiştirenlere verilen unvandır. Yani bir anlamda "İnsan-ı Kamil"dir. Eryek Baba unvanı buradan gelir. Eryek Baba; sevenlerinin gönlünde taht kurmuş bir "İnsan-ı Kamil" dir. Onların her tür yaratıcılıklarının kaynağıdır. Halk arasında Eryek Baba bin bir adla çağrılır. O'na; Eryek Baba, Ermiş Baba, Eren Baba, Eryek Sultan dendiği gibi Erikli Baba ismi, kış mevsiminde, kar ve buz içinde "erik" yetiştirme kerametini göstermesinden dolayı verilmiş. Halk arasındaki söylenceye göre; Eryek Baba, Horasan Erenleri ile birlikte İstanbul'a geldikten sonra dergahını bugünkü yerinde kurmuş, kapısını yedi kıta, 18 bin aleme açmış.
Roma çağında adı Kimlybion olan bu yörelerde o günlerden kalan Kazlıçeşme’ye adını veren Kazlıçeşme Çeşmesi eski dericiler arazisinde yolun ortasında durmakta.
Adını üzerinde kaz kabartması bulunan çeşmeden alıyor. Rivayete göre, kuşatma sırasında bu bölgeye karargâh kurulduğunda ordunun su ihtiyacını karşılamak için kaynak aranmaya başlanır. Fatih Sultan Mehmet, su islerinden sorumlu olan saka başına, “Kazları takip et, kondukları yerde suyu bulursun” der. Dediği gibi olur, kazların konduğu noktadaki sulak alana çeşme yapılır. Üzerine de kazlara vefa niyetine kaz figürü islenir. Halk arasındaki söylenti böyle ancak veriler başka bir hikâyeyi anlatıyor. Kitabesinde, fetihten 93 yıl sonra, 1546 yılında Mehmet Bey adında bir hayırsever tarafından yapıldığı yazılıyor. Arkeolojik araştırmalar, kaz kabartmasının 1600 yıllık olduğunu ortaya koymuştur. Bu da taşın devşirme olduğunu, bir Roma harabesinden getirilip çeşmenin aynasına yerleştirdiğini gösteriyor. Fakat şimdi orada duran kaz, o kaz değil. 2002 yılında kaz çalındı. Aramalar sonucu sadece başı bulunabilindi. 2010 yılındaki restorasyonda yerine yenisi yapıldı.
Kazlıçeşme Mezarlığı’nın karşısında Kazlıçeşme Fatih Cami bulunuyor. Çevresinde bulunan mezar taşlarından dolayı İstanbul’un fethi sırasında inşa edildiği tahmin ediliyor. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’a girmeden önce askerlerinin namaz kılması için yaptırdığı son derece önemli bir eserdir. Caminin en büyük özelliği minaresinin diğer camilerin aksine sağda değil solda olmasıdır. Bu küçük tarihi yapı, İstanbul içindeki bütün Osmanlı eserlerinden daha eski. Yanında da hamamın kalıntısı var.
1813’te tamirat gören cami, 1954’te bölge esnafının yardımıyla ikinci defa onarılmış. Dolayısıyla sadece minaresinin alt gövdesi orijinal haliyle günümüze ulaşmış.
Kazlıçeşme Marmaray İstasyonu’nun hemen karşısında ve Kazlıçeşme’deki Fatih Cami’nin hemen yanındaki Kazlıçeşme hamamı 1452 yılında inşa edilmiş.
Yanında bulunan Fatih Cami'yle birlikte yapılmış. Çünkü bu çevrede çok fazla sanayi tesisi varmış. Bu sanayi tesisindeki çalışan insanların ayrıca camiye gelen insanların temizlenme ihtiyacı oluyormuş. Bu ihtiyacın karşılanması için buraya bu hamam yapılmış, hamamdan maalesef bugüne yalnızca duvarları kalmış.
Demirhane Caddesi üzerinde az ileride göz hastalıklarına iyi geldiği söylenen ayazmasıyla Rum Ortodoks Aya Paraskevi Kilisesi bulunuyor.
Kazlıçeşme’de bulunan ve diğer adı Azize Cuma Kilisesi olan Aya Paraskevi Kilisesi, Zeytinburnu’daki Müslüman-Hırstiyan kaynaşmasının simgelerinden biri. Geçmişte buradaki ayinler, Ortodoks geleneğinde alışık olmadık bir şekilde cuma günleri yapılırmış. Rivayete göre İstanbul’un fethi esnasında padişahın otağı Aya Paraskevi Kilisesi yakınında bir yere kurulmuş. Batı devlet adamları kilisenin cuma namazı için camiye çevrilmesini teklif edince Fatih Sultan Mehmet bunu kabul etmemiş ve ileriye bir namazgah yapılmasını söylemiş. O namazgah da günümüzde Fatih Camii'ne çevrilmiş.
Fetih sonrasında seçilen patrik Gennadius da Fatih Sultan Mehmed’e duyduğu minneti kilisedeki pazar ayinlerini cuma gününe çekerek göstermiş. Günümüzde bölgedeki Rum nüfusunun azalması nedeniyle sadece Paskalya bayramında ayin yapılan kilisenin kullanılmayan bir de ayazması bulunuyor.
Yaklaşık 400 yıl önce yapılmış olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii, boş arsanın biraz iç kısımda bulunmakta Kasaplar ve İskele Mescidi olarak da bilinmektedir.17. yüzyıl sonlarına doğru Kaptan-ı Derya ve Sadrazamlık görevlerinde bulunmuş olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış.
Yıllar içinde ise yaşadığı onarım ve restorasyonlar ile orijinal planından uzaklaşarak ve yapısında değişiklikler yaşandığı gözlenmiş. 4 sene süren restorasyon çalışmasında; Kare planlı, iç tarafı ahşap, kiremit kaplı bir çatıdan oluşan cami 2011 yılında ibadete açılmış.Merzifonlu Kara Mustafa Pasa, Kanuni Sultan Süleyman’ın canını alması için gönderdiği celladın elindeki kemende boynunu uzatan bir adam. Osmanlı Devleti’nin sadrazamlık mührünü taşıyan ve devlete sayısız hizmetler yapmış olmasına rağmen II. Viyana Kuşatması bozgunu nedeniyle devletin talihini tersine çeviren isim. Köprülü Mehmet Pasa tarafından yetiştirilmiş, ona damat da olmuş, 41 yaşında sadrazam olmuş, Avrupa’ya seferler düzenlemiş bir kişi. Kafası kesilerek İstanbul’a getirilen paşanın vücudu halen Belgrad’da mezarındadır.
Zeytinburnu Askeri hastanenin II. Mahmud döneminde Tophane-i Amire'ye bağlı olarak Cebehane Hastanesi adıyla 1828 tarihinde açıldığı düşünülüyor.
1831 yılında Mühimmât-ı Harbiye (Askeriye) Hastanesi adını almış. Hastane binası o dönemlerde Tophane Müşiri Halil Paşa'nın eviymiş. Paşa fabrikalar müdürü olduğu zaman bu evde oturmuş. Müşirliğe yükselip Tophane'nin başına geçince, evi hastaneye dönüştürülmüş.
1847'de Halil Paşa tarafından, ihtiyacı karşılayabilecek yeni bir bina yaptırılmış. Adı da "Zeytinburnu Asker Hastanesi"ne çevrilmiş.Zamanla ihtiyaçları karşılayamayan hastane binası II. Abdülhamit tarafından 1893’te yıktırılıp, yerine yenisi yaptırılmış. Balkan ve I. Dünya Savaşı sırasında da faal olan hastane mütareke yıllarında (1920) İstanbul Hükümeti tarafından kapatılmış.
1935 yılında Çorlu Askeri Hastanesi'nden gelen personelle yeniden faaliyete geçmiş. Ordu Sağlık Başkanı Galip Göker Paşa'nın, barış döneminde İstanbul'a üç askeri hastanenin yeterli olduğunu ileri sürmesi nedeniyle yurt yapılmak üzere 1956 yılında yeniden kapatılmış.
Bir süre sonra restore edilip Zeytinburnu Belediye Başkanlığı binası olarak kullanılan yapının günümüzde zemin katı Kazlıçeşme Sanat Galerisi ve Mozaik Odası, orta katı Belediye Meclisi Toplantı Salonu, üst katı da Sanat Kütüphanesi olarak kullanılıyor. Merkezin ek binası da kitap onarım atölyesi olarak hizmet veriyor.
Zeytinburnu Mozaik Oda (Kazlıçeşme Sanat), Kazlıçeşme sahilinde yer alan ve günümüzde müze ve sergi sarayı olarak kullanılan eski Askerî Hastane Binası’nın (daha sonra Belediye Başkanlığı binası olarak da kullanılmıştır) bodrum katında yer almaktadır. Gün yüzüne çıkarılan mozaikler yaklaşık 2000 yıllıktır ve M.S. 2. yüzyıla, Roma dönemine tarihlenmektedir. Zeytinburnu Belediyesi tarafından restore edilerek koruma altına alınan mozaik panolar, özgün biçimlerinde ve bulundukları yerde sergilenmektedir.
2014 yılında Zeytinburnu Belediyesi başka bir binaya taşınınca, bu yapı kapsamlı bir restorasyona girmiştir. Restorasyon sırasında binanın içindeki bir odanın zemininde mozaikler keşfedilmiştir. Yapılan kazılarla birlikte mozaiğin devamı ortaya çıkarılmış, aynı zamanda zeminin altında bir mermer lahit bulunmuştur. Lahdin içinden, M.S. 220–380 yılları arasında yaşadığı tahmin edilen, yaklaşık 40–50 yaşlarında bir erkek ile 30–40 yaşlarında bir kadına ait iskeletler çıkarılmıştır. Bu kazıyla birlikte bir mezar odası da gün yüzüne çıkarılmıştır.
Kasım 2023’te bu alan ziyarete açılmıştır. Böylece 1893 yılında askerî hastane olarak inşa edilen bu yapı, Türkiye’deki 8 mozaik müzesinden biri hâline gelmiş; aynı zamanda İstanbul’da sur dışındaki en büyük mozaik alanı olma özelliğini kazanmıştır.
Fişekhane, 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin sanayileşmeye başlamasıyla kurulan ilk fabrikalardan biridir.1840 yılında bu bölgede fabrikalar kurulmuş. Sonra bu fabrikalar orduya devredilmiş ve Osmanlı Devleti ilk kez sahra topu ve zırhlı gemi üretmeye başlamış. Kağıthane Kırkağaç Fişekhanesinde 1872 itibariyle, tüm gelişmiş ülkelerin kullandığı metalik kapsüllü fişek üretilmeye başlanmış ancak artan talep ve genişleyen ordu sebebiyle fabrika yetersiz kalmış. Bu yüzden Sultan Abdülaziz Zeytinburnu’nda modern bir fişekhane inşa ettirmiş.Zeytinburnu Fabrika-i Hümayun adı ile anılan bu tesislerin tesis ve montajı İngiliz mühendis William Frin tarafından gerçekleştirilmiş.
Fabrikalar 1936 yılında Fevzi Çakmak tarafından yeniden faaliyete geçirilmiş ancak teknolojik yeterlilik bakımından çağının gerisinde kaldığından, 1948 yılından 2015’e kadar I. Ordu Bakım Merkezi Komutanlığı’na bağlı Zırhlı Birlikler Tank Tamir Merkezi olarak kalmış.
1. Ordu Komutanlığı’nın, alanı 2015’te terk etmesinden sonra tank birliği ve tamirhanesi olarak kullanılan binalar 100 yılı aşkın bir süre kapalı kalmış. Kültür Vadisi projesiyle, Zeytinburnu’nun bir kültür odağı haline gelmesi için alandaki birçok değerli tarihi yapı ile birlikte Fişekhane’deki yapılarda da yenileme ve restorasyon çalışmaları yapılmış. Ancak restorasyon öncesinde ilk dönemin iç donanımına ilişkin, bir ahşap demir, vinç ve birkaç ocak dışında neredeyse hiçbir eleman günümüze ulaşmamış.
Endüstriyel kimliğiyle kentin geçmişinde çok özel bir yere sahip olan ve yüzyılı aşkın bir süre kamusal kullanıma kapalı kalan bu tarihî yapı, özgünlüğü korunarak restore edilmiştir. Günümüzde tiyatro, konser, sinema, sergi ve çeşitli etkinliklerle İstanbul’da kültür ve sanatın önemli adreslerinden biri hâline gelmiştir.
Bu gezimizi de bitirdik.
Ayda bir hem hava alıyoruz hem sohbet stokluyoruz!
Hem kültürel hem sosyal hem psikolojik hem de spor yapıyoruz. Bir gün içinde dört mevsim yaşıyor gibiyiz; dopdolu, capcanlı.
İnanın doktorlar bile kıskanır
Yeni yerler görüyoruz. Zihnimiz tazeleniyor, dünyamız genişliyor.
Google Maps’in bile bilmediği yerleri artık biliyoruz.
Bir araya gelip, sosyalleşiyoruz. Konuşuyoruz. Bağlarımız güçleniyor.
Hem dertleşiyoruz, içimizi boşaltıyoruz, yüklerimiz hafifliyor, kalplerimiz arınıyor. Resmen bedava terapi – hem de kahve- kurabiye eşliğinde!
Hem de adım atıyor, yürüyoruz sağlık için. Sağlımız el verdikçe kıymetini bilelim bu günlerin.
Bu gezimde de mekanların tarihleri, eserlerin anlamı, sokakların, binaların mimari özellikleri, yerel halkın hikayeleri, yaşam tarzları ve lezzet durakları tavsiyeleri için okuduğum, yararlandığım kaynaklar:
İstanbul Nasıl Gezilir- Haldun Hürel
İstanbul Gezi Rehberi- Murat Belge
Strolling Through İstanbul- Hilary Summer-Boyd & John Freely
Haritalarla Gezi Rehberi-İBB
Istanbul Sehrin Sırları-Faruk Pekin
Türkiye’nin Tarihi Eserleri
Kültür Envanteri
Tarihi-Istanbul
Anadolu Ajans
Gazete İstanbul
Mehmet Alpay
Atatürk Kitaplığı
Zeytinburnu Belediyesi.org
İstanbul’u öylesine güzel anlattıkları için teşekkür ederim.
Bazı mekanlarda “Fotoğraf çekmek yasak!” engeliyle karşılaşsam da özel izinle fotoğraflama ve yayınlama hakkına sahip gezginlerin sayfalarından alıntı yaparak bu yerleri belgeleme şansı buluyorum. Onların paylaşımları sayesinde, bizlerin erişemediği birçok tarihi mekâna uzaktan da olsa tanıklık edebiliyoruz. Bu değerli arşivleri bizlere açarak ulaşmamızı sağladıkları için kendilerine teşekkür ederim.
Emeğe saygı önemli
Tavsiye ettiğim yerlerle bir iş birliğim veya reklamım yok.