13

Bakırköy - Ataköy Gezi Yazısı

Roma İmparatorluğu döneminde imparatorluğun Avrupa topraklarını Bizantion’a bağlayan bugün adı İstanbul Caddesi olan “Via Egnatia” yolu üzerindeki Bakırköy, bu dönemde Hebdomon olarak anılırmış. Kelime anlamı “yedinci” olup bulunduğu yer kentin merkezi Milion Taşı’ndan itibaren yedinci mile (yaklaşık 10 km) rastlıyormuş. Hebdomon I. onstantinus döneminde gösterişli konakları, yazlık sarayları, av köşkleri ve kiliseleriyle Constantinopolis’in en gözde sur dışı yerleşimlerinden biriymiş.

Bizans’ın geç dönemlerinde Uzun Köy anlamına gelen “Makro Hori”, “Makri Khori” adlarıyla anılmış. 1925 yılı sonrasında yer adlarının Türkçeleştirilmesiyle birlikte Bakırköy adını almış.

Osmanlı’nın burayı hanlar, hamamlar, konaklar, camilerle bezemeye başlaması 17. yüzyıla tarihleniyor. Bundan sonra bölge iskâna açılmış ve günümüze dek hızla gelişmiş. Bölgenin en eski cemaati olan Rumları 19. yüzyılda gelen Ermeniler izlemiş. Yakın zamana dek buradaki Rum, Ermeni, Yahudi, Levanten ve Müslüman nüfus bir arada sorunsuz yaşamış, kendi geleneksel yapılarını korumuşlar.

1940’lı yıllara gelindiğinde Bakırköy eski ihtişamını yavaş yavaş yitirmeye başlamış. İlk olarak 1922’de semti terk eden Rum ailelerden sonra Levanten nüfus da azalmaya başlamış. Semt kısmen sönmeye başlamış. Bakırköy’ün İstanbul Caddesi’yle Heyet, Yurt Sahibi, Hazırlık sokaklarındaki az sayıda kalmış kimi eski yapılar semtin yakın tarihinden esintiler yansıtıyor.

Evet anladığınız gibi bu ayki rotamız Bakırköy-Ataköy.

İstanbul Caddesi ile Ebuziya Caddesi'nin kesişiminde yer alan Via Egnatia Meydanı yani Özgürlük Meydanı ortak bir toplanma alanı olmanın yanı sıra, halktan kişilerin kürsülerini koyup diledikleri gibi konuşma hakkına sahip olabilecekleri İngiltere’deki Hyde Park’a benzeyen bir özel bölge olarak planlanmış. Nitekim zamanında böyle birkaç girişimde yapılmış. Farklı fikirden insanlar bir kürsü bulup burada görüşlerini paylaşmaya çalışmışlar. Fakat 1989 yılının Eylül ayında polis güçlerinin, bir kürsüyü ve burada konuşanları gösteri kanuna muhalefetten ötürü engellemesi sonucunda bu girişim daha emekleme aşamasında son bulmuş. Meydanin bir tarafına Özgürlük diğer tarafına Demokrasi meydani denilmekte.

Özgürlük meydaninin bir yanında Gençler Caddesi üzerinde Samlılar Köşkü diğer yanında Kaymakamlık ve Emniyet müdürlüğü bulunuyor. Donemin ünlü ailelerinden Şamlılara ait olan eklektik yapıdaki bu köşkün mülkiyeti, aileden sonra devlete geçmiş ve bir dönem Bakırköy Kaymakamlığı daha sonraki dönemde ise Bakırköy Belediyesi’nin mülkiyetine geçerek evlendirme dairesi olarak kullanılmış. Köşkün günümüzde de mülkiyeti hala Bakırköy Belediyesi’ne ait.

Bakırköy Mezarlığı’ndan Özgürlük Meydanı yönüne değil de aksi yöne yani Zuhuratbaba yönüne doğru ilerlediğimizde hemen 150 metre kadar sonra yolun sağında tarihi bir bina.

1919-1923 İstanbul'un İşgali döneminde Fransız ordusunun büyük bir kısmı Bakırköy'de karargâh kurmuş, Reşadiye Kışlası ve Baruthane tesislerine yerleşmişler. O dönemde Fransız askerlerinin inşa ettirmiş oldukları karakol binalarından biri, bugün Şükran Çiftliği Caddesi üzerinde Zirai Donatım Şubesi olarak kullanılan İşgali döneminde Fransız Ordusu tarafından yapılan bir Eski Fransız Karakolu binasıdır. Son derece sade ve şık bir dış cepheye sahip olan bina, uzun yıllar Zirai Donatım Şubesi olarak kullanılmış ve bakımsız kalmış, fakat 2008 yılında Bakırköy Belediyesi tarafından restore edilmiştir.

Özgürlük Meydanı’ndan sahile doğru inen caddenin adı İstasyon Caddesi’dir. Zira hemen meydanın bitişiğinde İstanbul’un en güzel istasyonlarından biri olan Bakırköy Tren İstasyonu yer alır. İstasyona ulaşabilmek için meşhur Bakırköy Köprüsü’nden aşağı inmek gerekir. Bu köprü meşhurdur çünkü hem mimarisiyle hem de talihsiz hikayesiyle biraz Mostar Köprüsü’nü anımsatır.

Vaktiyle Bakırköy’ün ileri gelenlerinden Fransız asıllı meşhur banker ve şehircilik uzmanı Kont Alleon, tren yolunun üzerinden geçen bir köprü yaptırmak için Marsilya’dan gemilerle özel taşlar, mermerler ve tuğlalar getirir. Köprü, küçük çaplı bir şaheser olarak inşa edilir ve uzun yıllar Bakırköy’ün ortasında durur. Fakat 1930’lardan itibaren hükümetler ve yerel yönetimler İstanbul ’un tarihle olan bağlarını yok etmeye başlar. İşte bu mantıkla dönemin Bakırköy Belediye Başkanı Naci Ekşi, köprüyü dinamitleyerek yıktırır ve yerine ruhsuz bir benzerini yaptırır.

Bakırköy’ün orta yeri mezarlık... 

Özgürlük Meydanı’ nın hemen yanında son derece geniş bir bölgeye kurulmuş Bakırköy Mezarlığı, diğer adi Zuhurat Baba Mezarlığı. Müslüman ve Türk geleneğinde mezarlıkların hayatın tam içinde yer almasına dair harika bir örnek. 

Mezarlıkta yatan ünlü isimler şunladır: Cenap Şahabettin, Kemal Künmat (Rodin ünlü heykeli Düşünen Adam’ın replikasını yapan ünlü heykeltıraş), Ahmet Sezgin (Türk Halk Müziği Sanatçısı), Kenan Pars, Halit Ziya Uşaklıgil, Cenap Şahabettin, Celal Sahir Erozan, Tarık Akan, Münir Özkul ve Muhsin Kut ve Haziran 1944 yılında Bakırköy Askeri Barut Fabrikası'ndaki patlamada şehit düşen 24 çalışan.

Biraz ilerisinde Kartaltepe Mahallesi Tayyareci Hayrettin Sokakta Rum Mezarlığı bulunuyor. İlk gömütlerin 1870'li yıllarda yapılmaya başladığı Bakırköy Rum Ortodoks Mezarlığı, 1899 yılında çizilen sınırlarla resmî konumunu kazanmış ve kapısı ile duvarlarının inşası gerçekleştirilmiş. 1970'li yılların başlarına dek bugünkü görünümüne kıyasla iki kat daha büyük olan mezarlığın bir bölümü istimlak edilerek yerine Bakırköy Ticaret Lisesi inşa edilmiş. Böylece kimi ünlü isimlerin mezar taşları da kaybolmuş. 

Bakırköy Rum Ortodoks Mezarlığı içinde bulunan ve Hazreti İsa'ya ithaf edilmiş  Hristos Analipsis Rum Ortodoks Kilisesi var. Cenaze törenleri için yapılmış olan kilise XIX. yüzyıl tarihli. Üç nefli bazilika planındaki kilisenin mimarı Akilepsos Aleksios.

Aynı caddede biraz daha ilerisinde Ermeni Mezarlığı var. Bakırköy'de yaşayan Ermenilerin, Sultan II. Mahmud döneminde aldıkları izinden sonra gömüt yapmaya başladıkları mezarlık, günümüzde 5 dönümlük bir arazi üzerinde yer alıyor. Mezarlıkta, Kenan Pars, ünlü eğitimci Boğos Bezazyan Efendi ve Ermeni cemaatinin önde gelen isimlerinin kabirleri var. 1899 yılında Sultan II. Abdülhamid'in çıkardığı fermanla Ermenilerin resmen sahip olduğu mezarlıkta mermer işçiliğiyle dikkat çeken kabirler yer alıyor.

Bakırköy mezarlığından sağınıza Özgürlük Meydanı’nı alıp aşağı doğru indiğimizde 50 metre kadar sonra sol tarafta son derece güzel bir camiiyle karşılaşırız. Mimar Kemalettin Bey tarafından 1914 yılında yapılan Kartaltepe Amine Hatun Cami’dir.

Bakırköy Kartaltepe Filiz Sokak’tan bir hanımla evlenen, I. ulusal mimarimizin kurucusu Vedat Tek’in sağ kolu Kemalettin Bey, Bostancı, Bebek ve Yeşilköy’deki Mecidiye Cami’leri gibi, Bakırköy Amine Hatun Camisi’nin de mimarıdır. 4. Vakıf Han’dan Laleli’deki Tayyare Apartmanları’na, Fatih Haziresi’ndeki Plevne kahramanı Osman Paşa’nın türbesinden, Bakırköy’deki Elektrik İdaresi Binası’na kadar pek çok eserde imzası vardır.

Amine Hatun Cami, Bebek Cami ile hemen hemen aynı şekilde inşa edilmiştir. İki yapı birbirinin kopyası gibidir. Kare planlı kubbeli bir avlu, 3 açıklıklı kubbeli bir son cemaat yeri ve tek şerefeli bir minareden oluşmuştur.

Özel Taş İlkokulu ve Ortaokulu tarihi bir binadır. 1884 Fransız yapımı olan bu bina 2. derece tarihi eser statüsündedir. Yapıldığı yıllarda Fransız Karakolu olarak kullanılmış, sonra da Aya Yorgi Kilisesi’ne bağlı “Rahibeler Okulu” olarak hizmet vermiş. Kısa bir süre sonra da Rum Ortaokulu olarak kullanılmaya başlanmış. Bakırköy’deki Rumların azalmasıyla birlikte, kiliseye bağlı çalışanlar ve yoksullar için bir aşevine dönüştürülmüş.

1928 yılında Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde, Bakırköy, Yeşilköy ve Yeşilyurt’un tek Merkez Ortaokulu olarak öğretime açılmış ve 1968 yılına kadar sayısız öğrenciye hizmet vermiş.

Tarık Akan, tarihi taş binayı önce bir sanat merkezi olarak düşündüğünü ama binanın yeterli büyükte olmadığını görünce kendisinin de bir dönem okuduğu bu binayı yeniden okula çevirmeye karar verdiğini söylüyor. O nedenle olsa gerek Tarık Akan’ın okulla arasındaki bağ çok büyük. Sadece okula yatırım yapıp çıkmamış, her şeyiyle yakından ilgilenmiş. Okulda küçük bir odası bulunan Akan hemen hemen her gün okula gelmiş, ama hep arka planda kalmayı tercih etmiş. 

Taş Okul, şimdi bu binada Özel Taş İlkokulu ve Ortaokulu olarak ülkenin eğitiminde güçlü ve öncü kimliğiyle varlığını sürdürmekte.

Bakırköy’de birçok ahşap konut, okul ve bahçeden oluşan sokaklardan günümüze çok az kalmış. Geriye kalan yapılar ve bahçeler arsalarının üzerine oluşan rant değerine karşı kendini koruyamamış.

KORUYOR-MUŞ gibi görünen binalar göstermelik olarak korurken, cephelerin arkalarında, bahçelerinde, üstlerinde çirkin beton binalar yükselmekte.  Bugün sokak aralarında az sayıda kalmış olan bu tarihi yapılar hayatta kalma savaşı vermekteler. 

Bunların arasında iki eski okulda halen ayakta durmayı basarmış. 

Kartaltepe İlkokulu, adını Bakırköy’ün bir mahallesi olan Kartaltepe’den alan okul 1930 yılında eğitime başlamış. Mimar Yahya Efendi tarafından yapılan okul binası Cumhuriyet döneminin tipik okul mimarisi örneklerinden. 1970’li yıllarda büyük bir yangın geçiren yapı özgün mimarisine sadık kalınarak yeniden restore edildi ve hâlâ eğitime devam ediyor.

Behram Ağa Okulu, Bakırköy Cevizlik Mahallesi, Huban Sokağı’ndaki Behram Ağa İlköğretim Okulu’nun tarihî taş binası, II. Abdülhamid’in çok değer verdiği harem ağalarından Behram Ağa tarafından yaptırılmış. Hayır işi olarak 1.000 metrekarelik arazi üzerine inşa edilen okul Makriköy İnas Mektebi adıyla bir kız okulu olarak 1885 yılında 60 kadar öğrenciyle eğitime başlamış. Behram Ağa’nın ölümünden sonra varisi olmadığı için Padişah II. Abdülhamid okul binasını ve arsasını kendi üzerine kaydettirmiş, Cumhuriyet döneminde de okul Maarif Bakanlığı’na bağlanmış.

Şabanağa Çeşmesi’nin de duvarında bitişik bulunduğu Çarşı Camii ya da diğer adi Kara Derviş Ağa Camii Bakırköy’ün en eski camisi olup 1602 ‘de Kara Derviş Ağa tarafından yaptırılmış.

17. yüzyılda Sultan Abdülaziz tarafından bitişiğindeki hamam ile birlikte yapılmış olan Bakırköy Çarşı Camisi, Abdülaziz ve Reşad dönemlerinde restore edilmiştir. Minaresi, günümüze kalmış en eski kısmıdır. 

1979’da caminin rölevesi yapılmış ve anıtlara onaylatılmış. Bu onayla birlikte Kara Derviş Ağa Çarşı Cami’nin yanında bulunan birkaç dükkân vakıf tarafından satın alınmış ve cami bugünkü görünümüne kavuşmuş.

Çarşı Cami bitişiğindeki Dantelacı Sokak’ta Bakırköy’ün en eski çeşmelerinden biri olan Şabanaga Çeşmesi var. Bakırköy çarşı camii ile birlikte yaptırılmış. Çeşmenin görünüşü son derece sadedir. Yapılan özensiz badanalar (restorasyon demeye dilim varmıyor) eserin tüm orijinalliğini yitirmesine sebep olsa da Bakırköy’deki en eski ve tarihi çeşmelerden biri olduğundan bu semti anlamak açısından görülmesi gereken bir eser. Çeşmenin teknesinin yanında yükselen iki sütun üzerinde bir kitabesi yer almaktadır.

Aslanlı Köşk (Kont Alyon Evi), Fransız Şehir Planlamacı ve banker Alleon Ailesi’nin ferdi Kont Alleon, sakin bir semtte yaşamak istediği için Bakırköy’de yazlık bir köşk inşa eder. Günümüzde Taş Mektep olarak da bilinen iki binadan biri olan (şimdi İbni Haldun Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi) köşkü Marsilya’dan özel getirttiği taş ve tuğlalarla yaptırarak inşa ettirmiş. Ancak 1895 yılında deprem sebebiyle hasar gören evinden taşınarak, Aslanlı Köşk adındaki bu evi yaptırmış ve bu eve yerleşmiş. Köşkün aslanlı denme sebebi her iki giriş kapısının üstünde yer alan (arka kapının üstündeki günümüze kadar ulaşamamış) aslan heykelleridir. Ağırlıkta taş malzemeden inşa edilen Aslanlı Köşk’ün üst kısımları ahşaptır. Osmanlı mimarlığında çoğunlukla harem ve selamlık bölümlerinden oluşan, iki ya da daha fazla katlı, çok odalı büyük konutlara konak denir.

İstanbul Caddesi üzerinde Hazırlık Sokak girişinde sağ tarafta kalan iki katli, sivri kemerli pencereleri üzerinde minik turkuaz renkli çinilerle bezeli Tarihi Elektrik İşletmesi Binası duruyor. Bakırköy Elektrik İdaresi’nin müdürü ünlü aktör Kenan Büke’nin babası Mehmet Ali Bey’dir. Elektrik İdaresi ilk dönemlerde istasyona yakın bir yerdeyken, sonradan İstanbul Caddesi üzerindeki binasına geçmiş. Bu güzel yapı, Mimar Kemalettin Bey’in eseridir. 1 Temmuz 1938’de Nafia Vekaleti’ne geçer, çünkü daha önceki dönemlerde elektrik şirketi Belçikalılar tarafından işletilmekteymiş. Belçikalı şirket müdürünün evi Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi binasının olduğu yerde imiş. 

Elektrik İdaresi’nin arkasında Yesari Asım Arsoy’un da bir ara oturmuş olduğu ev var. Yine aynı sokakta Kavukyanların oturduğu ev, Atatürk tarafından kız kardeşi Makbule Hanım için alınmak istenmiş.

İstanbul Caddesi’nde ilerlemeye başladığımızda biraz ileride, sahil tarafında büyük bir yapı dikkatimizi çeker. Bu bina, 1908 yılında Fransız Katolik rahipler tarafından Notre Dame de Rosaire Fransız Okulu’nun binası olarak inşa edilmiş. Bir dönem Müslüman, Ermeni, Levanten ve Rum çocukların birlikte okudukları okul olmuş, daha sonra Bezazyan Ermeni Okulu olarak hizmet vermiş, 1930’lı yıllardan sonra Bakırköy Halk Evi’ne  dönüştürülmüş. Bina yakın dönemlerde Ağır Ceza Mahkemesi olarak kullanılmış ardından da Bakırköylü Sanatçılar Derneği’ne verilmiş. Bu binadan, yani eski Halk Evi’nden Sururi’ler, Kenan Büke, Münir Özkul, Sırrı Gültekin, Kenan Pars, Üstün Asutay, Cihat Tamer gibi ünlü tiyatro ve sinema sanatçıları yetişmiş.

Kont Amedee Alleon Köşkü, İstanbul’da Bakırköy ilçesine bağlı, Yenimahalle’de bulunmaktadır. Taş Mektep olarak ta bilinen konağı Kont Alleon, 19. yüzyılda Marsilya’dan özel getirttiği taş ve tuğlalarla yaptırılmış. Bakırköylü Tarık Akan'ın, Bakırköy'deki özel okulu da Taş Mektep diye anılır ama bu o değil.

Kont Alleon, İstanbul’daki büyük depreme kadar 20 yıl yani 1894’e kadar burada oturmuş. Kont’un duvardaki çatlaklar nedeniyle terk ettiği bina, 1898’de Preveze Mutasarrıfı (kaymakamı) Ali Rıza Paşa tarafından satın alınmış. Onun vefatıyla oğlu Alaaddin Bey’e miras kalan bina 1900’da Maarif Nezareti (Eğitim Bakanlığı) tarafından satın alınarak okula dönüştürülmüş, Cumhuriyet döneminde de ilkokul olarak hizmet vermiş. Halk arasında hep Taş Mektep olarak anılan okulun Bakırköy İlköğretim Okulu, Bakırköy Merkez İlkokulu gibi isimleri de olmuş.

1999 depreminde de hasar gören, 2009’daki bir yangınla kullanılamaz hale gelen bina, 2014’te aslına uygun olarak restore edilmiş.

Günümüzde artık bina İbni Haldun Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi olarak kullanılmaktadır.

Bakırköy Mimarlar Odası Binası. Tam da mimarlara yakışır güzellikte bir köşk.

Sakızağacı Mahallesi, Şinasi Gürünlü Sokaktaki temsilcilik binası Bakırköy’deki nadir Osmanlı dönemi yapılarından. Bina 1987 yılından bu yana Mimarlar Odası Bakırköy Temsilciliği tarafından kullanılıyor.

Sakızağacı mahallesi, Küçük Yalı Sokak’ta bulunan ve Mimar Christo Goccio’nun eseri olan Notre Dame du Rosaire Latin Katolik Kilisesi, 1884-1887 yılları arasında Maltalı Olivo Ailesi tarafından inşa ettirilmiş. Şimdiki görünümünü 1885 yılında almış. Bizans stilinde inşa edilen kilise çeşitli restorasyon ve onarımlardan geçmiş. Latin Katolik cemaati için yapıldıktan sonra çeşitli cemaatler de kiliseyi kullanmış, en son Süryani Katolik cemaatine tahsis edilmiş.

Bakırköy Ebuzziya Caddesi üzerinde  Ayios Yeoryios Kilisesi bulunuyor. Bağcı ve Bahçıvanlar Loncası tarafından 1812'de inşa edilmiş. 2 Mayıs 1832 tarihinde Mimar Konstantinos Karafilos tarafından yeniden yapılan kilisenin masrafları Arnavutluk'taki Argirokastro şehri bahçıvan esnafı tarafından karşılanmış. 1955 yılındaki 6-7 Eylül Olayları sırasında tahrip edilen kilise onarılmış olsa da ibadete 1998 yılının Ekim ayında açılmış.

Dört köşeli ahşap bir çan kulesi bulunan küçük bir kilisedir, yalnız caddeye bakan duvarı kâgirdir; Kilisenin içindeki ikonalar oldukça dikkat çekici ve görülmeye değer.

Dantelacı Sokak’tan çıkıp İstanbul Caddesi’ni teğet geçtiğimizde Bakırköy’ün aynı İstasyon Caddesi gibi yayalaştırılmış ikinci Caddesi Ebu Ziya Caddesi’ne varmış oluruz. Ebuzziya Caddesi’nde yürümeye başladığımızda, yolun sağ tarafında Surp Asdvadzadzin Kilisesi ile Dadyan Okulu duruyor.

Aslen Sivaslı olan Dadyan Ailesi, 15. yüzyıl Dadyan isminde bir aile büyüğüyle Erzincan'ın Gamaragab köyüne göç etmiş ve köyün tamamını satın almış. O günden sonra aileye Dadyan denmiş. Daha sonra Bedros Bey 1650 yılında İstanbul'a göç etmiş. Bu ailenin oğlu olan Hovannes Dadyan Bey, genç yaşta barut yapımı, dokuma ve kâğıt yapımı ile ilgili Fransızca kitaplardan çeviriler yapmaya başlamış; Fransa’ya gidip incelemelerde bulunmuş. Daha sonra 1820’de Beykoz Kâğıt Fabrikasını, 1826’da Eyüp'teki Dokuma Fabrikasını kurmuş, Baruthanedeki makineleri modernleştirdikten sonra da sarayın Barutçubaşısı olarak görevlendirilmiş. Bu dönemdeki hizmetlerinden dolayı padişah Ataköy'den Florya'ya kadar olan tüm araziyi Hovahannes Bey'e hediye etmiş.

Maddi durumu giderek iyileşen Hovahannes Bey, bir gün patriğin davetiyle Kumkapı Ermeni Patrikhanesi'ndeki bir yemeğe katılır. Yemek sırasında patrik, Hovahannes Bey'e maddi durumu iyi olduğu halde cemaate hiç yardım etmediğini söyleyince Hovahannes bey patriğin bu sözüne çok alınarak Bakırköy’deki arazisinin üzerine Meryem Ana’ya sunulan Surp Asdvadzadzin (Aziz Meryem) Kilisesi’ni yaptırmış ve yanına da Bakırköy’deki Ermeni çocukları için bir okul eklemiş. Fakat çevresinin yoğun ısrarlarına rağmen bu okula kendi adını vermemiş ve Arzuyan Mektebi olarak okulu açmış. 1869 yılında Hovahannes Bey’in ölümü üzerine oğlu Artin Dadyan okulun adını Dadyan Okulu olarak değiştirmiş. 1844’ten beri Ermeni toplumuna hizmet veren kilise ve okul, artık özel bir kuruma ait. Dadyan Okulu’da tam karşısındaki modern binaya taşınmış.

İncirli caddesi boyunca ilerleyip Londra Asfaltı’na doğru giderken solda, bugünkü telefon idaresinin karşına gelen yerde Resneli Niyazi Bey Konağı var. Niyazi bey, İttihat ve Terakki’nin en ünlü fedailerinden biriymiş. Manastır’da harp okulunu bitirmiş. Askeri okulu bitirdiği yıl 1897’deki Yunan Savaşı’ndan büyük yararlılıkları olmuş hatta bir Yunan birliğini toptan esir almış. Bu büyük başarı üzerine rütbesi yükseltilmiş ve aldığı esirlerle birlikte 2. Abdülhamit’in sarayına davet edilmiş. Fakat çeşitli olaylar sonucu saraya karşı mesafe almış. Makedonya’ya döndükten sonra 200 adamıyla dağa çıkarak II. Meşrutiyet’in ilanına yol açan ayaklanmanın lideri olmuş. Dağda bulunduğu sırada evcilleştirdiği bir geyik, hürriyet sembolü kabul edilir ve “gazal-i hürriyet” olarak tanınır. Öyle ki birçok fotoğrafta bu geyiği de mevcut, hatta geyik muhabbetinin buradan çıktığı da söyleniyor.

Meşrutiyet’in ilanından sonra döndüğü Selânik’te ise “Hürriyet kahramanı” olarak karşılanmış. 1908 devriminde ve 31 Mart olayının bastırılmasında etkin rol oynamış. Resneli Niyazi Bey ile ilgili diğer bilgide ölüm sebebi. Bu konuda ortaya atılan iki iddia var, birincisi karanlıkta kaldığı bir anda kendi koruması tarafından silahla yanlışlıkla vurulduğu, ikincisi ise bir kavgayı ayırmaya çalıştığı sırada yine yanlışlıkla vurulduğu. Her halükârda Niyazi Bey’in ölümü pek meçhul ve sonrasında hepimizin bildiği meşhur bir söz ortaya çıkmış. “Ne şehittir ne gazi, … yoluna gitti Niyazi” lafı var ya, işte oradaki Niyazi, bu Niyazi. 

Konak 1960’lı yıllara kadar Niyazi Bey’in çocuklarına ve torunlarına ve pek çok akrabasına ev sahipliği yapmış.

Bakırköylüler bu konağı perili köşk diye anmaktalar. Zira 90’lı yıllarda ATV Televizyonunda yayınlanan “Şok” isimli bir mizah programında konağın perili olduğuna dair mizahi bir haber yapılmış, halkımız da bunu fısıltı gazetesiyle büyütüp gerçekmiş gibi yorumlamış.

Köşkün bugün epey bakımsız olmasının sebebi miras kavgaları yüzünden kaderine terk edilmiş olmasıdır.

İncirli Caddesi üzerinde Birinci Kolordu Komutanı Mehmet Ali Paşa adına yapılan 107 yıllık Dikilitaş Anıtı duruyor.

Reşadiye Kışlası’nın inşaatı 1914 yılında Sultan V. Mehmet Reşad’ın (1909-1918) emriyle Osmanlı ordusuna süvari yetiştirmek amacıyla başlanmış. Dönemin Harbiye Nazırı Enver Paşa ve 1. Kolordu Kumandanı Mehmet Ali Paşa’nın inşasına önemli katkılarda bulundukları kışla 19 Temmuz 1914 tarihinde açılmış ve ordunun 1. Kolordu süvari birliklerine bağlı bölükler buraya yerleştirilmiş. Kışla I. Dünya Savaşı sonrasında Fransız askerlerinin işgalinde kalmış. 

Reşadiye Kışlası, Osmanlı döneminin son kışlalarındandır ve görkemli nizamiye kapısı, kumandanlık binası, camisi, saat kulesi, reviri, koğuşları, talim alanları ve ahırlarıyla geleneksel kışla mimarisini yansıtmaktadır. 

Açılıştan bir süre sonra kışlayı İncirli Bağları’na bağlayan patika, bir şose yoluna dönüştürülerek Mehmet Ali Paşa Caddesi ismini almış. Açılışın anısına da bugün İncirli Caddesi’nden Devlet Hastanesi’ne giden yolun başında bulunan ve üzerinde Osmanlıca harflerle “Mehmet Ali Paşa Caddesi” yazısı bulunan dikilitaş yerleştirilmiş. 107 yaşındaki bu dikilitaş, Bakırköy’de ayakta kalan en eski eserlerden biridir.

Zuhuratbaba Türbesi’nden E-5 yönüne doğru devam ettiğimizde bizi ulu çam ağaçlarıyla kaplı bir koruluk karşılar. Bu koruluk Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin bahçesidir. 

Bakırköylülerin deyişiyle akıl hastanesinin eski binaları, Sultan IV. Reşad tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı’na girmesi üzerine ordu tarafından kışla olarak kullanılması için yaptırılmış. Zaten uzun yıllar da Reşadiye Kışlası olarak anılmış. Kışla maddi zorluklardan ve imkanların kısıtlı olmasından dolayı; İstanbul’un işgal edildiği döneme kadar bile bitirilememiş.

Kışla olarak yapılan binalar Sevr Antlaşması neticesinde Osmanlı Ordusu dağıtıldığı için işlevsiz kalmış ve kaderine terk edilmiş. Bunun üzerine ünlü psikiyatrist ve Toptaşı Bimarhanesi’nin başhekimi Mazhar Osman Uskınay, devletten bu binaları akıl hastanesi yapmak amacıyla talep etmiş.

Yetkililer de isteği yerinde bulunca 1923 yılında Akıl Hastalıkları hastanesi, Uskınay’ın deyişiyle “tam bir virane” olan bu binalara taşınmış. 

1884'te Dedeağaç'ın Sofulu Kasabası'nda dünyaya gelen Mazhar Osman, Askeri Tıbbiye-i Şahane'den 20 yaşında ve sınıfın birincisi olarak mezun olmuş. Mezuniyetinin ardından döneminde psikiyatri alanında uzak ara en önemli ülke olan Almanya’ya kendi imkanlarıyla gitmiş ve burada Alzheimer, Spielmayer, Spatz, Jacob, Cerletti gibi ünlü isimlerin yanında çalışmış. Berlin ve Münih'e giderek nöroloji ve psikoloji dallarında eğitim almış. Yurda döndükten kısa bir süre sonra 1914’te Haseki’deki Akıl Hastalıkları Müşahedehanesi başhekimi ve müdürü olarak görev yapmaya başlamış. I. Dünya Savaşı sona erince Toptaşı Bimarhanesi başhekimliğine getirilen Mazhar Osman Bey, 1927 yılında Bakırköy’de Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ni kurarak uzun süre başhekimliğinde bulunmuş. 1933’te İstanbul Üniversitesi psikiyatri Kliniğine ordinaryüs profesör olarak atanmış. Mazhar Osman asker kökenli bir doktor olmasının getirisi olarak son derece sert mizaçlı, hastalarını azarlamaktan çekinmeyen biriymiş. Öte yandan Türkiye’de modern psikiyatrinin kurucusu sayılmaktadır.

Mazhar Osman Usman, Bakırköy Emrazı Asabiye ve Akliye Hastanesi'ni hastalarla beraber kurmuştur. İç bahçede, hastalar kısmında, Bakırköylü ünlü sanatçı heykeltıraş ve ressam Kemal Künmat'ın betondan yapmış olduğu çok güzel bir heykeli yer almaktadır. Çok az resim yapmış bir ressamdır, ancak onun resimlerini bilhassa arayıp toplayan bir iki koleksiyoner vardır. Kemal Künmat Bakırköy Mezarlığı'nda yatmaktadır. Aslında Rodin aşığı bir heykeltıraştır. Oldukça da marjinal bir insandır; sahildeki köşkvari evinde ikamet etmiştir. Evinin bahçesindeki nü kadın heykeli o dönemlerde oldukça konuşulmuştur. Bir ara küçük bir rahatsızlık geçirir ve Akıl Hastanesi'ne yatar. Çok iyi heykel yaptığı için, kendisinden hastane bahçesine büyük bir heykel yapması istenir. Heykelin bedeli konusunda anlaşılır ve Kemal Künmat, bugün Bakırköy Akıl ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin ön bahçesinde yer alan Rodin'in ünlü Düşünen Adam heykelinin bir benzerini yapar.

Başhekimlik binası arkasındaki arazide Hipoje Mezar Kalıntıları

Eski Emraz-ı Akliye ve Asabiye Hastanesi’nin, yani bugünkü Akıl Hastanesi'nin iç avlusunda erken Bizans dönemi hipojesi olarak bilinen yeraltı mezarı, 1914 yılında gerçekleştirilen Reşadiye Kışlası inşası sırasında gün yüzüne çıkmış. 

Zira Burada Reşadiye kışlasının temel kazıları sırasında yerin epey altında büyük mezar odalarına rastlanmış. Geçmişte yeraltındaki büyük mezar odası dört büyük ayakla taşınan bir kubbeye sahipmiş. Mezarların bulunmasından hemen sonra zamanın İstanbul Arkeoloji Müzeleri komiseri aynı zamanda adı gibi Bakırköylü olan Theodor Makridi Bey başkanlığında bir arkeolojik kazı çalışmasına başlanmış. Bu kazı çalışmaları hem 1. Dünya Savaşı’nın kaybedilmesi hem de yurdun işgale uğraması dolasıyla durdurulmuş. Bakırköy Hipojesi olarak adlandırılan bu mezarların kazıları, ancak 1921 yılında İstanbul'a gelen M.C. Picard tarafında bitirilmiş. 

MS 5. ve 6. yüzyıllar arasına tarihlendirilen mezarın kimlere ait olduğu ve ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemekle beraber içinde bulunan lahitlerin üzerindeki süsleme tarzından, mezar odasındaki duvar işçiliğinden yola çıkıldığında imparatorluk ailesi bireylerine ya da önemli din adamlarına ait olduğu düşünülüyor.

1872 yılında İstanbul’da doğan Thedor Makridi, 1889'da Mekteb-i Sultani'yi bitirdikten sonra İstanbul Reji İdaresinde çalışmış ve 1892'de İstanbul Arkeoloji Müzeleri Fransızca kâtipliğine atanmış. Belirli aralıklarda Avusturya ve İngiliz heyetlerinin çalıştığı Ephesos'ta kazı komiseri olarak görev yapmış. Sidon ve Suriye'deki kazılarda bulduğu eski eserleri İstanbul'a götürmüş. Alaca Höyük'te Sfenksli Kapı'nın ortaya çıkarılmasını sağlamış. Selanik Langaza yolu üzerinde bir höyükte kazı yaparak Tunç Çağı'na ait zengin buluntular ortaya çıkarmış. Başta Bakırköy’deki kazılar, olmak üzere İstanbul’daki pek çok Bizans kazısını yönetmiş. Thedor Makridi Bey 1940 yılında hayatını kaybetmiş.

Bahçede en dikkat çekici olanlar tam merkezde bulunan küvet tipi lahit, yarım kalmış bir heykel parçası ve Korint sütun başlığıdır.

Bakırköy’de bulunan ve Sultan Reşad tarafından 1914-1918 yılları arasında yaptırılan Reşadiye Kışlası’nın adını kışladan alan bir de Reşadiye Camisi var. İşgal döneminde Fransızlar Reşadiye Kışlası’nı işgal ettiklerinde bu camiyi de ahır olarak kullandılar. Reşadiye Kışlası daha sonra Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne çevrildi. Bu cami de hastanenin içinde olup şu an hala mevcut ve Akıl Hastanesi Cami olarak biliniyor.

Özgürlük Meydanı’ndan İstasyon Caddesi boyunca sahile doğru aşağı inerken, Tarık Akan’ın Taş Mektep’ine doğru değil de sağa doğru saparsanız dümdüz bir yolla karşılaşırsınız. Bu yol Bakırköy Postanesi ve Askerlik Şubesi’nin de üzerinde bulunduğu, upuzun ve düz bir yoldur. Yakut Sokak bittiğinde sola dönüp, tren yolunun üzerindeki köprüden geçersek 200 metre kadar sonra Bakırköy’ün ve hatta İstanbul’ un en önemli, en çok ziyaret edilen türbelerinden biri olan Zuhurat Baba Türbesi’ne ulaşırız. 

Zuhurat Baba’nın Osmanlı mı yoksa Bizanslı mı, yani Müslüman ya da Hıristiyan mı olduğu bilinmemektedir. Fatih Sultan Mehmet ordusu ile gelip bugünkü Ataköy 3. Kısım Mahallesi’nin bulunduğu yerde otağ kurduğunda, efsaneye göre çerilerin arasında ak sakallı bir dede zuhur etmiş ve susuzluktan kırılan ordunun kumandanlarına şöyle demiş: “Beni hünkârınıza götürün.” Padişahın karşısında da “Devletlim, burada değil bir orduya birkaç orduya yetecek su vardır” demiş ve bugünkü Zuhurat Baba türbesinin bulunduğu yerdeki çalılıklar arasındaki saklı bir kuyuyu göstermiş. Suyun yerini gösterdikten sonra da hemen orada terk-i dünya etmiş. Kuyunun hemen yanı başına bir yere gömülmüş. 

Zuhurat Baba Caddesi’nin girişinde, bir de heykeli var. 

Eskiden, ortası delikli 2.5 kuruşluk paralar mum artıkları üzerine yapıştırılarak Zuhurat Baba’dan dilek dilenirdi. Para muma yapışır, düşmeden kalırsa dileğin tutacağına inanılırdı. Sadece cumaları açık olan türbeyi İstanbul’un her bir yerinden gelerek dilek tutan, horoz kesen ve dua eden binlerce insan ziyaret etmektedir.

Bakırköy’de kaybolan miraslar hayli fazla…

Ebuzziya Köşkü
Bakırköy’deki ünlü yapılardan biri olan köşk 1940’lı yıllarda yıkılmis. Ebüzziya ailesinin Bakırköy Mezarlığı’ndaki mezarları da, bundan kırk yıl kadar önce yapılan yol genişletme çalışmaları sırasında kaybolmus.

Kılıç Ali Köşkü, Bakırköy İncirli Caddesi üzerinde Klinik adlı otobüs durağın az ilerisinde bahçe içindeki Perili köşk değil diğeri olan Kılıç Ali Evi.

Kılıç Ali, Kurtuluş Savaşı’nda yararlılıklar göstermiş, ona bu adı veren Mustafa Kemal’e sırdaşı olacak kadar yakınlaşmış eski bir asker-siyasetçidir. İsmi Bakırköy’den 1935 milletvekili seçimlerinin ikincil seçmen listesinde geçiyor.

Avm-Otel-Özel Hastane olan Vaftizci Yahya Kilisesi, İstanbul Caddesi üzerinde, Bakırköy Lisesi’nin hemen yanında SSK Çocuk Doğum ve Kadın Hastalıkları Hastanesi civarında da Ayios İoannes Prodromos, yani Vaftizci Yahya’ya adanmış muazzam bir kilise varmış. Ünlü azizin kilisesinde omphalion adı verilen, bugün Ayasofya’da gördüğümüz, renkli mermer bloklardan oluşmuş kralların taç giyme yeri bulunuyormuş. Dört ya da beş imparator bu kilisede taç giymişler. Topkapı Sarayı’nın Hazine Dairesi’ndeki Vaftizci Yahya’ya ait kafatası ve kolun orijini bu kiliseden gelmektedir.

Cenap Şahabettin Evi, Servet-i Fünûn edebiyatının üç önemli isminden, sembolizm akımının öncülerinden şair ve yazar Cenap Şahabettin'in uzun yıllar yaşadığı ve 1934 yılında hayata gözlerini yumduğu evi Milliyetçi Sokak'ta bulunuyormuş. 1999 yılında geçirdiği yangından sonra tamiratı yapılmayan iki katlı kâgir yapı, harabe ve yıkılmaya yüz tutmuş. Cenap Şahabettin evinin bir zamanlar koru olan bahçesindeki ağaçlar kesilmiş ve bugün otopark olarak kullanılıyor.

Ataköy ile Gelik Restaurant arasında kalan bölgede eski bir Bizans Sarnıcı yer alırmış. Fildamı kadar büyük olmasa da yine de önemli bir Bizans eseri olan bu sarnıcın içinde arkeolojik kazı bile yapmaya gerek olmadan toprağın yüzeyinde yer alan pek çok eser bulunmuş. Bu sarnıç ile maalesef ilgilenilmemiş ve 1998 yılında burası bir çay bahçesi haline getirilmiş. Bakırköy’ün tarihine açılmış hazin bir yaralardan biri de burasıdır.

Bakırköy İskele Cadde’si üzerinde yer alan, Mimar Psalty tarafından 20.yy’ın başlarında Art Nouveau tarzda inşa edilmiş olan ve yaklaşık 120 yıllık köşk, günümüzde Hilmi Nakipoğlu’na ait. Bir dönem Müjdat Gezen’e ait olup, Müjdat Gezen Sanat Merkezi olarak faaliyet göstermiş olan köşk, şimdi Türkiye’nin ilk Kamera Müzesi. 

1948 yılında doğan Hilmi Nakipoğlu fotoğraf tutkunu bir iş insanı. 1970'li yıllardan itibaren hem fotoğraf makinesi hem de fotoğraf toplayarak koleksiyonerlik yapan Nakipoğlu'nun müzeyi kurma tarihi 1997. Geçmişi 1896 yılına uzanan fotoğraf makinelerinin, ekipmanların ve eski fotoğrafların sergilendiği müzede, içinde stüdyo tipi makinelerin de olduğu 900 civarında fotoğraf makinesi var.

1960 tarihli Novotny köşkü, şimdi Gelik Restaurant binası bir zamanlar ünlü Çekoslovak kökenli Novotny’lerin mülküymüş. Bina Ataköy sahil yolu Kennedy caddesinde bulunmakta. Beyoğlu Meşrutiyet Caddesi üzerindeki bugünkü İstanbul Sanayi Odası, Kız Meslek Lisesi ve Öğretmen Evi binalarına sahip Novotny’ler kış aylarında Beyoğlu’nda yaz aylarında da Bakırköy sahilindeki bu köşkte otururlarmış. Geçmişte deniz kıyısında, denize nazır bir bina olmasına karşın deniz 1960’lı yıllardan sonra doldurulunca cadde kenarında kalmış. 1930’lu yıllarının sonlarına doğru, Novotny’ler evi elden çıkarmışlar ve buraya Millî İstihbarat Teşkilâtı yerleşmiş. 1940’lı yılların sonlarına kadar binayı İstihbarat teşkilatı kullanmış. Florya Köşkü’nün yapımından önce Atatürk’e dinlenmesi için alınması düşünülmüş ancak vaz geçilmiş.

Ataköy 9. Kısım olarak adlandırılan bölgede Baruthane-I Amire Binaları var.

Sultan III. Selim döneminde bugünkü Ataköy'ün bulunduğu bölgeye Osmanlı Devleti'nin en büyük baruthanesi olan Makriköy Baruthane-i Hümayun'u kurulmuş. Daha sonra yanına ülkenin ilk ispirto fabrikası olan İspirtohane eklenmiş. Aynı dönemde Ermeniler de bu bölgeye yerleştirilmişler.

İstanbul’da Osmanlı döneminde ilk baruthane Atmeydanı’ndaki Güngörmez Tekkesi yakınlarında II. Mehmed zamanında faaliyete geçmiş.

1490’da bir patlamayla tahrip olan Atmeydanı Baruthanesi’nin yerine, II. Bayezid tarafından birkaç yıl sonra yaptırılan Kağıthane Baruthanesi, Kanuni döneminde yenilenip güçlendirilmiş ve 1648’e kadar faaliyet göstermiş.

Üçüncü baruthane, Okmeydanı Baruthanesiymiş. 1578’de kurulan tesis 1596’ya kadar üretim yapmış.

IV. Mehmed döneminin sonlarına doğru, 1680’lerde Şehremini Çarşısı civarında yaptırılan ve 1698’de bir patlamada yıkılan Şehremini Baruthanesi, İstanbul’daki dördüncü baruthaneymiş.

Askeri alandaki ilerlemeler barut ihtiyacını artırmış. 1698 yılında başlayan çalışmalar neticesinde 1700 yılında, Şehremini Baruthanesi’nin yerine İskender Çelebi Bahçesi olarak bilinen alanda Bakırköy Baruthanesi inşa edilmiş.

Şehremini'deki baruthanenin patlayıp 500 küsür eve zarar vermesi üzerine baruthanenin şehir dışına taşınmasına karar verilmiş. Mimarbaşı Hüseyin Ağa tarafından yapılan ilk baruthane, sonradan Fransa'dan gelen askerî mimarlar tarafından yeniden yapılarak büyütülmüş ve 1701 yılında üretime başlamış. Faaliyete geçtikten sonra birçok kez patlama ve yangınlar sonucu hasar gören tesisin başına üç nesil Barutçubaşılık yapacak olan Dadyanlar getirilmiş. Zarar gören ancak her defasında onarılarak faaliyetlerine devam etmesi sağlanan baruthane Cumhuriyet döneminde Askerî Fabrikalar İdaresi'ne geçmiş, sonradan da Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu'na devredilmiş. 1954 yılına kadar askerî kimliğini koruyan baruthane, elektrik kontağından çıkan bir yangın sonucu kullanılamaz hale gelmiş.

2018 yılında Baruthane Millet Bahçesi olarak düzenlenen 60 dönümlük  parkın içinde yürüme alanları, manzara noktası, çocuk oyun parkları ve spor alanları yer alıyor.

324 yaşındaki Ataköy 5. Kısım sahilinde yükselen Baruthane Kulesi ya da eski adıyla Baruthane Kasrı Hümayunu ya da Baruthane Hünkâr Köşkü Bakırköy’den Ataköy’e giden sahil yolu üzerinde.

Eski baruthaneden günümüze kalan en görkemli yapı. 1792 yılında, bir seyir ya da dinlenme köşkü olarak kullanılmak üzere III. Selim tarafından yaptırılmış. III. Selim, II. Mahmud ve Abdülmecid baruthaneyi ziyarete geldiklerinde çıkıp oturdukları, kahve içip baruthanenin ileri gelen yöneticileriyle sohbet ettikleri bir yer olmuş. Köşkün denize bakan tarafında II. Mahmut'un tuğrası yer alıyor. 

Makriköy Baruthanesi'nden günümüze kalan öteki dört büyük yapı Millet Bahçesi'nin içinde yer alıyor.

Bu köşkten başka Baruthane'den günümüze kalan bir başka yer de, Crowne Plaza Oteli'nin bahçesinde olduğu yazılıyor (gören var mi bilmiyorum) eskiden cephanenin saklandığı yeraltı tünelleri varmış. 

1917 yılında inşa edilen İspirtohane, “Baruthane-i Amire” olarak adlandırılan yapı kompleksine dahil. Teknolojinin ilerlemesiyle 19.yy’ın ikinci yarısında Osmanlı İmparatorluğu’nun dumansız barut üretme ihtiyacından dolayı barutu yakmak için gerekli ispirtoyu elde etmek amacıyla 11.967 m2’lik alan üzerine inşa edilmiş. İmparatorluğun son dönemine kadar faaliyetlerini sürdürmüş olan bu yapı grubu Cumhuriyet Dönemi’nden önce Askeri Fabrikalar İdaresi’ne, daha sonra da Makine Kimya Enstitüsü’ne devredilmiş. 1958-1959 yıllarında Emlak Bankası’nın Toplu Konut idaresi’ne geçen bölgede, yerleşim alanı içerisinde yıllarca sahipsiz kaldığı için metruk bir hale gelmiş, Bakırköy Belediyesi’nin girişimleriyle Emlak Bankası’ndan 49 yıllığına kiralanmış. 1998’de dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından, konservatuar haline getirilmesi için restorasyon çalışması başlatılmış. İspirtohane’nin restorasyonu İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından gerçekleştirilmiş ve maliyeti Bakırköy Belediyesi tarafından karşılanarak 2000 yılında açılışı gerçekleştirilmiş. Günümüzde yapı konservatuar olarak kullanılmaya devam edilmektedir.

İstanbul’un en eski ve köklü semtlerinden biri olan Bakırköy sokaklarının barındırdığı renkli simalar ve tanıklık ettiği bu özel hayatlara da değinmeden edemeyeceğim…

Ünlü ressamlarından Bakırköylü Muhsin Kut’un dedesi Halit Hakkı Bakır Bey, soyadını Bakırköy’den almış. Kendisi Türkiye’ye ilk defa çok renkli kartpostallardaki klişeyi getiren ve pek çok unlunun mulajını yapan kişidir.

III. Ahmed döneminde Şeyhülislamlık yapmış Veliyüddin Efendi Bey’de disiplinli at yarışlarını ilk defa İzmir’de İngilizlerle birlikte Veliefendi’de başlatmış. 

Ahmet Rasim’de bir dönem Bakırköy Yenimahalle’de oturmuş. Hatta meşhur “Sakın geç kalma erken gel” şarkısının sözlerini burada yazmış. 

İstanbul Caddesi üzerinde yer alan Bakırköy’ün ünlü eczanelerinden biri de Stepan Terziyan Bey’in eczanesiymiş.

Şanlı Asker Sokak’taki meşhur Lokantacı Ali Efendi ünlü Bakırköylülerden biridir. İttihat ve Terakkiciler burada toplanırmış. 

Dantelacı Sokak’ta oturan ünlü tiyatro sanatçısı Helena Halkusi, Atina’da devlet sanatçılığına kadar yükselmiş.

Sefer Gültekin Bey, Bakırköy’den yetişmiş meşhur sinemacı Sırrı Gültekin’in dedesidir. 

1922 yılında Manisa’ya ilk giren süvari birliğinin kumandanı Nazım Erten Paşa’nın ailesi eski Bakırköylüdür.

Atatürk’ü bir dönem Trablusgarp’ta tedavi eden ve bugün Bakırköy Mezarlığı’nda yatan Habib Şekip Bey’in evi de sahildeki köşklerden biriymiş.

Bakırköy Gençler Caddesinde oturmuş Fehmi Vural, Çankaya’da Atatürk’ün koruma memurluğunu yapmış.

Bakırköy Elektrik İdaresi’nin müdürü ünlü aktör Kenan Büke’nin babası Mehmet Ali Bey’de İstanbul Caddesi’nde oturmuş. 

Mazhar Osman Usman, Bakırköy Emrazı Asabiye ve Akliye Hastanesi’ni hastalarıyla beraber kurmuş.

Lokantacı Konyalızadelerin evi de Bakırköy’deymiş.

Türkiye Jokey Kulübü’nün kurucularından Fikret Yüzatlı, Bakırköy’ün sosyetesinden olup, Kurtuluş Savaşı yıllarında kahramanca çarpışmış bir zabittir. Bir dönem İsmet İnönü’nün yaverliğini yapmış.

Sururi kardeşler, Kenan Büke, Münir Özkul, Kenan Pars, Sırrı Gültekin, Bülent Oran, Toto Karaca, Belgin Doruk, Göksel Arsoy, Altan Erbulak, Üstün Asutay, Kadir Taymaz Bakırköy Halkevi ve Gençlik Kulübü Tiyatro Kolu’ndan yetişmiş sanatçılardır.

1970'li yıllara kadar, eski Baruthane arazisi içinde, bugünkü Ataköy 9.Kısım Mahallesi’nin bati kesiminde, İstanbul Fuar Merkezine doğru giden yolun hemen yani başında Ayamama Deresi üzerinde yer alan ve İstanbul Arkeoloji Müzesi tarafından envanter listesine kaydedilen tarihi Via Egnatia Köprüsü kısmen ayakta kalmış olsa da halen korunmasız durumda. Üzerinde Osmanlı ve daha alt kısımlarında Bizans izleri taşıyan tarihi köprü, antik Via Egnetia Yolu’nun bir parçası olarak kabul ediliyor.

Antik "Via Egnatia" yolu Draç'tan başlar (Arnavutluk'ta Adriyatik kıyısında önemli bir liman şehri) Shkumbin Vadisi'ni (Arnavutluk) izleyerek Meriç'e, (İpsala) oradan da Trakya Ovası'nı aşarak, Region üzerinden (Enez, Edirne, Marmara Ereğlisi, Silivri, Bakırköy) İstanbul (Bizantion) surlarına ulaşırdı. Yedikule civarındaki "Altın Kapı" dan (Porta Auera) şehre girer, Mese Caddesi'nin güney kanadını izleyerek Ayasofya'ya geldikten sonra, Konstantinopolis’in merkezi Sultanahmet’teki  "Milion Taşı"nda ("0" noktasında) sonlanırdı. Tüm Antik Roma yollarının başlangıç noktası olarak kabul edilen Milyon Taşı dünya üzerindeki diğer şehirlerin İstanbul’a mesafesini ölçerken sıfır noktası olarak kabul görüyor.

Meşhur Rıfat Telgezer'in cambazhanesi bugünkü Yenimahalle'de, Bakırköy Lisesi'nin arkasındaki caminin olduğu yerde kurulurmuş. Yaz aylarında cambazhane Bakırköy'e geldi mi yer yerinden oynarmış. Rıfat Telgezer cambazhanesini Yeşilköy, Heybeliada ve Büyükada'da kuruyormuş. Son yıllarında devletten yardım talep edip cambazhanesini milli bir sirk konumuna getirmek için çok uğraşmış. Ama, sonuç olumsuz çıkınca Zuhurat Baba yolu üzerinde, lunaparkın olduğu yerdeki çadırını sembolik olarak makasla kesip parçalamış ve bu işi tamamı ile bırakmış.

Bakırköy merkezden 20 dakikalık bir yürüme mesafesinde uzaklaşıp Hipodromun ana girişinde Ekrem Kurt Bulvarı boyunca yürüdüğümüzde, Justinianus dönemine ait, Bizans'tan günümüze kalmış Fildamı Sarnıcı adı verilen açık hava sarnıcına geliyoruz.

Yapı kıyıdan yaklaşık bin 500 m kadar içeride yer alan erken Bizans dönemine ait, üstü açık, çok büyük bir su sarnıcı. Uzunluğu 127 m, genişliğiyse 76 m olan bu haznenin bugünkü derinliği 11 m'dir. Ancak özgün derinliğinin daha da fazla olduğu düşünülmekte. Osmanlı döneminde içinde filler barındırıldığı için bu adla anılmış. Sarnıcın taş ve tuğladan yapılma duvarları belirgindir. Duvarlarının kalınlığı 7 m olan Fildamı, kent surları dışında yer alan sarnıçların en büyüğü ve gezilebilmektedir. Muhtemelen çevresindeki Bizans saraylarına ve bu bölgede konuşlandırılan Bizans ordusuna da su sağlıyordu.

Veliefendi Hipodromu'nun olduğu yerde Bizans ordusunun muazzam bir Campus Martis, yani büyük bir talimgâh ve karargâh alanı varmış. 

Campus Maritus terimi Roma’da savaş tanrısı Mars’a adanmış kutsal alan ve bunun doğal sonucu olarak ordugâh bölgesini ifade ediyor.

1850'li yıllarda bugünkü Yenimahalle'de Basmahane Fabrikası, Cumhuriyet'in ilanından sonra da Sümerbank Bakırköy Bez Fabrikası kurulmuş. 

Yeni Mahalle’de tren yoluyla deniz kıyısı arasında yer alan bölgeye kurulan; Bakırköy Pamuklu Sanayi işletmesi veya Bakırköy Bez Fabrikası olarak da bilinen Basmane  Basmane’nin yerine yapılmış olan Pruva 34 sitesinin arka tarafında Bizans Ordusu’nun en büyük talimgahlarından olan Campus Matris kompleksi içinde yer alan Campus Tribunalis, yani mahkeme binası ait duvar kalıntılarından küçük bir bölüm bulunuyor.

Bu yapılar dışında (bugünkü Crowne Plaza Oteli'nin bulunduğu yerde) yine ikinci bir saray da bulunuyormuş. Campus Tribunalis duvarlarının bitişiğinde yer alan lojmanlar inşa edilirken, burada muhteşem bir Bizans definesi de bulunmuş. Hebdemon Hazinesi olarak adlandırılan defineye ait altın sikkeler bugün İstanbul Arkeoloji Müzesinde. 

Geçmek günlük rutindir; aceleyle, kararlılıkla yapılır. Nedeni değişkendir: Metroya, Marmaray’a, otobüse ya da işe yetişmek… Geçmek, tüketir.

Durmak belirsizdir ama zengindir. Pek çok hali vardır: Beklemek, ayakta ya da oturarak soluklanmak, gezinmek, açık havada sinema izlemek, buluşmak, ağaç altında dinlenmek, oyun oynamak, eyleme katılmak… Durmak, üretkendir.

Gezmek özgürlüktür. Yönü, süresi, amacı esnektir. Bazen amaçsız bir yürüyüş, bazen keşfe çıkan bir adım… Bir sokakta gezinmek, bir semti tanımak, vapura binmek, deniz kıyısında oyalanmak, müze gezmek ya da çarşı pazarda dolanmak… Gezmek, keşfetmektir.

Ayrılmak ise çoğu zaman sessizdir. Bazen istemeden, bazen doyarak, bazen de bir sonraki buluşmanın umuduyla olur. Ayrılmak hem bir bitiş hem de yeni bir başlangıçtır. Gidilen yerlerden, anılardan, sokaklardan, kokulardan ayrılmaktır.

Her gezi, bir geçiştir, bir duruştur, bir gezintidir ve sonunda bir ayrılıştır. Ama bunlar bir araya geldiğinde anlam kazanır.

Şimdi ayrılıyoruz… Ama biliyoruz: Yeni yollar, yeni rotalar, yeni yerler, yeni yüzler ve yeni tatlarla geri döneceğiz.

Bu gezimde de mekanların tarihleri, eserlerin anlamı, sokakların, binaların mimari özellikleri, yerel halkın hikayeleri, yaşam tarzları ve lezzet durakları tavsiyeleri için okuduğum, yararlandığım kaynaklar:

Turgay Tuna-Bir Zamanlar Bakırköy Kitabı

Tek Haber

Bakırköy Gezi Rehberi- Utku Yasavul

Cam Kenarından İstanbul

istanbulapartmanlari

iBB Miras

apartmandeyipgecme

HerUmutOrtakArar

Turkiye Mimarisi

Hepdomonlu

istanbul_presentation

Kultur Envanteri

İstanbul Nasıl Gezilir- Haldun Hürel

İstanbul Gezi Rehberi- Murat Belge

Haritalarla Gezi Rehberi-IBB 

Istanbul Sehrin Sirlari-Faruk Pekin

turkiyenintarihieserleri.com

The Magger

Arkitera

tarihi_istanbul

Bazı mekanlarda “Fotoğraf çekmek yasak!” engeliyle karşılaştığımdan, sayfalarını bizlere açan gezginlerin sayfalarından alıntı yaparak bu yerleri belgeledim. Onların paylaşımları sayesinde, bizlerin erişemediği birçok tarihi mekâna uzaktan da olsa tanıklık edebiliyoruz. Bu değerli arşivleri bizlere açarak ulaşmamızı sağladıkları için kendilerine teşekkür ederim.

Emeğe saygı önemli

Tavsiye ettiğim yerlerle bir işbirliğim veya reklamım yok.