Kıbrıs | Girne ve Güzelyurt
GİRNE
Girne, Kuzey Kıbrıs'ın incisi ve gözbebeğidir. Kent ile çevresi, adanın en gözde tatil beldesidir. Bazı söylentilere göre kent M.Ö. X. yüzyılda Akalar tarafından kuruldu. Kurucuları kente ülkelerindeki bir dağın adı olan Kyrenia adını verdiler. Başka bir söylenti ise M.Ö. IX. yüzyılda buraya yerleşenlerin ticaret kolonileri kuran Fenike'liler olduğudur. Kentin adı Roma kaynaklarında Corineum olarak geçmektedir. Kentin tarihi adanın tarihi ile aynı olup, Bizans döneminde birkaç kez Arap korsanları tarafından yağma edildi. Kentin en ilginç tarihi eserlerinden bir tanesi Girne Kalesi'dir. Liman boyunca Türk mutfağına ve ülkemize özgü yemekler yanında diğer yemekleri de sunan lokantalar, barlar ve açık hava kafeteryaları vardır. Girne'de görülebilecek yerler arasında Girne Kalesi, Beylerbeyi, St. Hilarion Kalesi, Hz. Ömer Türbesi, Batık Gemi Müzesi, Bufavento Kalesi, Barış ve Özgürlük Müzesi, Halk Sanatları Müzesi, çeşitli kilise ve manastırlar bulunmaktadır. Girne'nin önemli turistik yerlerinden bazı seçmeler şunlardır:
MAVİ KÖŞK
Kaçakçının köşkü olarak da bilinir. Kaçakçının köşkü denmesinin nedeni Köşkün sahibi Paulo Paolides'in avukatlık kisvesi altında silah kaçakçılığı yaparak servet edinmesi ve bu köşkü yaptırmasıdır. Paulo Paolides dönemin en büyük silah tüccarlarındandır. Köşk Kıbrısa gelindiğinde mutlaka görülmesi gereken yerlerden biridir.
BELLAPAIS MANASTIRI
Girne’de bulunan Bellapais Manastırı 1158 ve 1205 yılları arasında inşa edilmiş. Kuzey sahillerinin tümüne hükmedebilen görüşü ve güzel dağ manzarası ile Kıbrıs’ta gotik mimarî tarzının görülmesi gereken en önemli yer ve eserlerinden biridir. Manastır’da bugün konser salonu olarak kullanılan bir de salon mevcuttur, ki bu salon savaş yıllarında kurşun yağmuruna tutulmuş, bugün halen kurşun izleri bulunmaktadır.
Beşparmak dağlarının eteğinde bir kayalık üzerinde kurulmuş olan manastırın bugünkü adı Franızca “Abbaye de la Paix” den (Barış Manastırı) türemiştir. Manastır, Gotik sanatın bir şaheseri ve Yakın Doğu’daki en güzel örneği olarak bilinmektedir. Bellapais’in ilk sakinlerinin Selahaddin Eyyubi 1187 yıında Kudus’ü ele geçirdiği zaman Kıbıs’a göç eden Augustinian mezhebi rahipleri olduğu bilinmektedir. İlk manastır binanın yapımı (1198 – 1205) yılları arasında olmuştur. Günümüzde ayakta kalan yapının büyük bir kısmını Fransa Kralı III. Hugh (1267 -1284 )inşa ettirmiştir. Manastırın ortasındaki avlunun dört yanını çeviren revakalar ve yemekhane Kral IV. Hugh döneminde (1324 – 1359) yapılmıştır. Ada Osmanlıların eline geçtikten sonra bina Yunan Ortodoks Kilisesi’ne verilmiştir.
Bellapais Manastırı bir kapı ve ön avlu ile başlar. Kapının kulesi daha sonra yapılmıştır. Bu avlunun öteki ucundaki kilise, manastırın günümüze en iyi durumda ulaşmış kısmı olup 13. Yüzyıldan kalmadır. Ön yüzünde görülen İtalyan üslubundaki freskler daha sonra, 15. Yüzyılda yapılmıştır. Manastırın ortasında çevresi revaklı bir avlu bulunmaktadır. Bir köşede üst üste duran Roma döneminden kalma iki mermer lahit, bir zamanlar rahiplere lavabo vazifesi görmüştür. Lahitlerin arkasındaki kapıdan yemekhaneye geçilir. Kapının mermer üst sövesinin üzerinde sırayla Kıbrıs, Kudüs ve Lüzinyan krallıklarının armaları asılıdır. Geniş, dikdörtgen şeklinde tonozlu bir salon olan yemekhane Gotik sanatın kusursuz bir örneği olarak kabul edilmektedir. Gündüz deniz tarafındaki altı büyük ve doğu duvarındaki gülpencereden ışık almaktadır. Papazlara yemek yedikleri sırada vaaz vermek için kullanılan kürsü hala yerinde durmaktadır. Batı duvarındaki kapı, alt kattaki mutfak , mahzen ve tuvaletlere inen merdivene açılır. Orta avlunun doğusunda rahiplere ayrılan yerler ve meclis odası bulunur.
Manastırın idari işleri meclis odasından yürütülürdü. Gotik taş işçiliğinin başarılı örnekleri kabul edilen dış kabartmalarının arasında sırtında bir merdiven taşıyan adam, iki deniz kızı arasında bir adam, kitap okuyan bir kadın, iki vahşi hayvanın saldırdığı bir adam, tesbihli bir kadın, dallarında bir kedi ve bir maymun olan armut ağacının altında kalkanlı bir adam, pelerinli bir rahip gibi figürler göze çarpmaktadır. Meclis odasının ortasındaki sütunun erken dönem bir Bizans kilisesinden geldiği sanılmaktadır. Rahiplerin yatakhaneleri çalışma odalarının üst katında yer almaktaydı. Yine üst katta ve kuzeybatı köşesinde küçük bir hazine odası vardı.
BEYLERBEYİ
Girne'nin 4-5 km doğusunda yer alan mütevazi bir köydür. Köyün nüfusu yaklaşık 500 civarındadır. Manzarası çok güzel olan ve sakin bir yer olduğu için Latince adından da anlaşılacağı gibi, "huzur yeri" olarak adlandırılır. Beylerbeyi denince insanın aklına hemen güneyindeki manastır gelmektedir. Bir kayalık üzerine kurulan manastırın bugünkü adı Fransızca "Abbaue de la Paix"den (Barış Manastırı) türemiştir. Gotik sanatının bir şaheseri olan manastır, Yakın Doğu'daki örneklerinin en güzeli olarak bilinmektedir. Beyaz Manastır olarak ta bilinen yapı, burada kalanların giydikleri beyaz giysilerden dolayı böyle isimlendirilmiştir. Bellapais'in ilk sakinleri 1187 yılında Kudüs'ü ele geçiren Selahaddin Eyyubi'den kaçıp Kıbrıs'a göçeden Augustinian mezhebi rahipleri olduğu bilinmektedir. Manastırın ilk yapımı 1198-1205 yılları arasında olmuştur. Günümüzde ayakta kalan yapının büyük bir bölümünü Fransız Kralı III. Hugh (1267-1284) inşa ettirmiştir. Adanın Osmanlılara geçmesinden sonra manastırın icraatlarına son verilmiş ve kilise Rum ortodokslara devredilmiştir. Bugün manastırın bir çok bölümü harabe haline gelmiştir. Manastıra, kale kapısı görünümündeki burç şeklinde mazgallı bir geçitten girilmektedir. Giriş kapısından sonra ön bahçeye varılmaktadır. Bundan sonra yer alan kilise, manastırın en eski bölümü olmakla beraber orjinal şekli ile iyi korunmuş bir durumdadır.
St. HİLARİON KALESİ
Kale bugünkü ismini Kudüs'ün Araplar tarafından zaptından sonra Kıbrıs'a göç eden ve ömrünün son yıllarını burada ibadetle geçiren bir azizden almıştır. Daha sonradan, 10. yüzyılda buraya bir kilise ve manastırın yapıldığı gözlenmektedir. Deniz seviyesinden 700 metre yükseklikte olan St. Hilarion Kalesi, ikiz bir burun üzerine inşa edilmiştir. Kalenin kesin yapım tarihi bilinmemekle birlikte M.S. 10. yüzyılda kuzeyden gelen Arap akınlarına karşı adanın savunması ve kontrol edilmesi için kullanılmak üzere inşa edildiği sanılmaktadır. Bununla birlikte aynı gaye ile inşa edilen Bufavento, Kantara ve Girne Kaleleri ile çağdaş (aynı zamanda) olduğu tahmin edilmektedir. Kalenin Bizans yapısı olduğu ve İngiliz Kralı Arslan Yürekli Richard'ın 1191 yılında adayı işgal ettiğinde var olduğuna dair bilgiler günümüze kadar gelmiştir. Buna rağmen tarihi kaynaklar kaleden ilk olarak 1128 yılında İmparator II. Frederik'in Kıbrıs'a hükmetmek istemesi üzerine bahsetmektedir.
Kalenin etrafını çeviren daire şeklinde 500 metre uzunluğunda duvarlar ve 9 burç inşa etmişlerdi. Kale, her birinin kendi sarnıcı (su deposu) ve erzak depoları olan üç ana bölümden oluşmaktadır. Bunlardan birincisi en alçakta kurulmuş olan Aşağı Kale, atlarla askerler için yapılmıştır. Ana girişi koruyan duvarlarla çevrili bir savunma yeri ile başlamaktaydı. Orta Kale'de manastır alanı ve Aziz'in yeri bulunmaktadır. Yukarı Kale'de ise saray odaları, kral sarayı ve mutfak bulunmaktadır. 1489'da adayı ele geçiren Venedikliler, kaleyi savunacak bir güce sahip olmadıklarından kalenin Osmanlı'ların eline geçmesini engellemek için kaleyi tahrip etmişlerdi. Bu olaydan sonra kale 1964 yılına kadar askeri amaçlar için kullanılmamıştı. 1964'teki Rum saldırıları üzerine, kalenin stratejik konumunu değerlendiren Türk Mücahitleri kaleye yerleşerek tekrar savunmaya geçtiler. 1964 nisanında kaleye taarruz eden Rumlar bir avuç Mücahit tarafından geri püskürtmüştür.
GİRNE KALESİ
Girne kalesi, Akdeniz kıyılarında Orta Çağ'dan bu güne kalan etkileyici kalelerden biridir. Girne'nin kuzey doğusunda yer alan kale, limana hakim durumda ve dikdörtgen planda inşa edilmiştir. Antik kaynaklar kaleden ilk kez İngiltere Kralı Arslan Yürekli Richard'ın M.S. 1191 yılında Üçüncü Haçlı seferine katılırken, Kıbrıs Kralı Isak Komnen'i yenerek Kıbrıs'ı ele geçirmesi üzerine bahsetmektedir. Kalenin kesin yapım tarihi bugüne dek saptanamamışsa da kale içiyle çevresinde yapılan araştırmalar bizlere kalenin M.Ö. III. ve II. yüzyıllarda yapıldığını göstermektedir.
Ülkemizde var olan nadir kalıntılardan Girne Kalesi'nin Kıbrıs'a yapılan sürekli Arap akınlarına karşı Bizanslılarca Girne'yi savunmak için inşa edildiği varsayılmaktadır. Girne kalesi Lüzinyan döneminde çeşitli değişikliklere uğradı. Vedenikliler zamanında son şeklini aldı ve günümüze kadar o şekliyle gelmiştir.
1570 yılında Osmanlılar tarafından kuşatılan kalenin sakinleri kalenin gücünü denemeden teslim olmuşlar bu sayede kalenin günümüze kadar sağlam olarak kalmasında bilmeden önemli bir rol oynamışlardır. Osmanlı döneminde kalenin asma köprüsü yıkılarak yerine bu günkü yeni köprü yapılmıştır.
1946 yılından sonra kale bir ara polis koleji olarak ta kullanılmıştır. Daha sonra İngilizler tarafından ayaklanan Rumları hapsetmek amacıyla hapishane olarak kullanılan kale 1974 Kıbrıs Barış Harekatıyla Türk'lere geçmiştir.
BATIK GEMİ MÜZESİ
Girne Kalesinde sergilenen batık, günümüze kadar ele geçen gemi batıkları arasında en eskisidir. Akdeniz'de İskender'in ölümünden sonra kurulan Helenistik döneme ait donanma gemilerinin dolaştığı dönemlere aittir. İlk olarak 1965 yılında bir sünger avcısı tarafından Girne kıyılarından 1.5 km açıkta, suyun 3 metre derinliğinde farkedilmiş, Pennsylvania Üniversitesi tarafından çıkarılan bu batık bugün müzede ziyarete açıktır. Bu müze Girne Kalesi'nin doğusunda bulunan Lüzinyan devri muhafız odalarının düzenlenmesi sonucu 3 Mart 1976 tarihinde ziyarete açıldı.
Akdeniz'de seyretmiş olan tekne M.Ö. 300 yıllarında açık denizde fırtına nedeniyle batmıştır. Batıkta ele geçen badem kalıntılarına uygulanan karbon 14 testleri M.Ö. 288 tarihini vermiştir. Geminin yapıldığı keresteye uygulanan karbon 14 testleri ise geminin M.Ö. 389 yılında yapıldığını, başka bir deyişle battığı zaman 80'li yaşlarda olduğunu göstermektedir. Gemide bulunan eşyalar geminin bir ticaret gemisi olduğu ve son seferinde dört kişilik bir mürettebatı olduğunu göstermektedir.
KIBRIS KARPAZ BÖLGESİ
Karpaz bölgesi, Kıbrıs'ın kuzeydoğu ucundaki dağlık burun bölgesi. İskele ise; Mesarya Ovası ile, Karpaz Yarımadasının kesiştiği yerde: Mağusa-Karpaz anayolunun 18. kilometresinde yer alan şirin bir sahil kasabası. “Boğaze” olarak da anılan bölge, birçok turistik tesis ve balıkçı lokantası ile, turistlerin ilgi odağıdır.
Karpaz bölgesi yanlızca Kıbrıs’ta yaşayan bir eşek türünün de yabani olarak, serbestçe, sürüler halinde yaşadıkları bir yer. Mağusa ve Karpaz arasındaki, en büyük yerleşim yeridir. Bu bölge: Kıbrıs’ın simgesi olan: “Karpaz eşekleri”ne de ev sahipliği yapar. Mart ve Nisan aylarında, yemyeşil olan bütün tarlalar, bir yandan da ilkbaharın habercisi papatyalarla kaplanmaktadır. 1974 Barış Harekatı öncesinde “Trikoma” olarak adlandırılan bölgenin ismi; Larnaka’nın İskele köyünden kaçarak buraya gelen Kıbrıslı Türklerin 1975 yılında yerleşmesinden sonra “Yeni İskele” olarak değiştirilmiş. Sonra ismi “İskele” olarak düzenlenmiş.
İskele, Kıbrıs’ın doğası bozulmamış ve güzel sahillerinin bulunduğu; Karpaz yarımadasının içinde bulunuyor. Doğal güzelliklerinin yanı sıra, tarihi eserlerin de bulunduğu bu güzel yörede zengin Flora ve Fauna’nın koruma altına alındığı “Karpaz Koruma Alanı” var.
Boğaz’da bulunan “Haravdi Sahili” halk plajı olarak kullanılıyor. Ayrıca, Bafra ve Altınkum gibi bakir plajlarda bulunan bölge, doğal ve tarihi güzellikleriyle, huzur arayanların ilgisini çeker.
PANAGİA THEODOKOU KİLİSESİ (İSKELE İKON MÜZESİ)
Bu kilise İskele kasabası içinde 12. yüzyılda inşa edilmiş. iç duvarında, apsis ve kubbelerinde12 ve 15. yüzyıllara ait freskler yer alır. Kilisenin güney kısmı, en eski bölümü olup Bizans dönemine tarihlenmektedir. 15. yüzyılda binanın kuzey kısımları ve daha geç bir dönemde de batı kısımları eklenerek bina genişletilmiştir. Günümüzde çevreden toplanan ikonların sergilendiği bir müze olarak hizmet vermektedir.
ALTIN KUM
Yanlızca Kıbrıs’ın değil, bütün Akdeniz’in en güzel plajlarından biri. İnce ve altın sarısı kumdan oluşan ve kilometrelerce uzanan plaj sakinliğiyle ünlü. Karpaz'ın ünlenmesinde önemli etkisi olmuştur. Caretta Caretta kaplumbağalarının yumurtlama alanlarından biridir.
KANTARA KALESİ
Girne dağları üzerindeki üç kaleden en doğuda olanıdır. Yaklaşık 700 m. yükseklikte, yalçın bir kayalık üzerine kurulmuş. Kuzey kıyıyı, Mesarya ovasını ve Karpaz yarımadasına girişi kontrol edebilecek konumdadır. St. Hilarion ve Buffavento kaleleri gibi, Arap akınlarının sonrasında Bizanslılar tarafından inşa edildiği sanılmaktadır. Bazı yazılı kaynaklarda ise; ilk kez Aslan Yürekli Richard’ın Kıbrıs’ı ele geçirdiği, 1191 yılında yapıldığı yazılıdır. Kalenin adı, en çok Luzinyan ve Venedik devirlerinde duyulmuştur. Çünkü, bu devirlerde, burada birçok savaş yapılmıştır.
Kale: Cenevizlilerin 1373 yılında Lefkoşa ve Mağusa’yı işgal etmelerine rağmen, Kral I. Peter taraftarlarının elinde kalmıştır. Kıbrıs kralı I.Peter’in kardeşi Prens John’un; Cenevizlilerin elinde esir iken kaçarak, kaleye sığındığı biliniyor. 1391 yılında: kral James tarafından surlarla çevrilir.
Venediklilerin adayı ele geçirmesinden sonra, denizden uzak diğer kaleler gibi, bu kale de askerden arındırılarak, eski önemini kaybeder. Kalede: savunma yeri, asker odaları, su sarnıcı, tonozlu odalar, işaret kulesi gibi bölümler görülebilmektedir.
APOSTOL ANDREAS MANASTIRI
Karpaz yarımadasının, Apostolos Andreas ya da Zafer Burnu olarak da bilinen, en doğu ucunda bulunur. Hem Rumlar ve hem de Türkler tarafından kutsal kabul edilmektedir. Mucizeler yaratıcısı, Rüzgarların Hakimi ve Yolcuların Koruyucusu vasıflarını taşıyan Apostolos Andreas’a (St.Andrew) adanmıştır. Bu manastırda yer alan kilise: görkemli mimarisinin yanında, göz alıcı avizeleri ve ikonları ile; mekanın önemini arttırmaktadır. Manastırın ziyaretçileri için; burada gerçekleştirilen ayinler dışında, bir diğer önemli imkan ise; adak’ta bulunabilmektir. Yalnızca Ortodoks ziyaretçiler değil; Apostolos Andreas’ın gücüne inanan herkes, giriş kapısının yanında bulunan adak yerine birer mum dikerek, dilekte bulunur.
St.Andrew’in; Hz.İsa tarafından, papazlığa çağırılan ilk kişi olmasından dolayı; dini ünvanı: “ İlk Çağırılan” anlamında, “O Protoklitos” olmuştur. Bu tür bilgiler; hıristiyanlığın kutsal kitabı; İncil’e dayandırılmakta. Yani: burası, dünya ortodoks cemaatinin en önemli ibadet yerlerinden biri olarak kabul ediliyor. Her yıl: inanç turizmi adı altında gerçekleştirilen özel turlarla adaya gelen turistlerin en önemli uğrak yerlerinden biri olan bu manastırda: cemaat mensupları, hem dua ediyorlar, hem de inançlarına özgü olarak değişik adaklarda bulunuyorlar.
Hıristiyan inanışına göre: St.Andrew; Aziz Andreas: uzun bir gemi yolculuğunda; susuzluktan ve hastalıktan kırılan gemi mürettebatına klavuzluk ederek, bu burunun, kayalık bir bölgesinde demir attırmış ve kıyıya çıkmışlar. Tatlı su bulmanın neredeyse imkansız olduğu bu kayalıklarda; Aziz Andreas’ın elindeki değneği, bir noktaya değdirmesiyle birlikte, yerden tatlı su fışkırmaya başlar. Bu suyu içen gemi mürettebatının tüm hastalıkları iyileşir ve hatta gözleri görmeyen girinin gözleri açılır. O gün bu gündür; buradaki çeşmeden akan suyun, çeşitli hastalıklara iyi geldiği söylenir. Her yıl dini bayramlarda, Kıbrıs’ın Rum kesiminden, otobüslerle buraya gelen yüzlerce Rum, bu manastırda ibadet eder ve bu çeşmeden su içerler. Kutsal ve şifalı olduğuna inanılan bu suyu: şişelere, bidonlara doldurarak evlerine götürürler. Ayrıca, buradaki kiliseye ilginç şekillerde mumlar yakarak adaklar adarlar ve dilekler tutarlar. Gerçekte bu çeşmeden akan suyun: mantar, siil ve çeşitli alerjik deri hastalıklarına iyi geldiği, bu hastalıkların bu su ile yıkanınca iyileştiğine inanılıyor.
Mumda aranan keramet: St.Anderw’ün gücüne inananlar; gerçekleşmesini istedikleri dileklerinin şeklinde mumlar yapıp; ya yakıyorlar ya da adak yerine bırakıyorlar. Orada, şu anda görülen en ilgi çekici örnek; çocuğu olmayan bir ailenin, bebek şeklindeki mumları buraya bırakmasıdır. Adak adandıktan sonra; dilek sahipleri, dualarına daha inançla devam edip gerçekleşmesini sabırsızlıkla bekliyorlar.
PANAYA KANAKARİA KİLİSESİ
Erken Bizans döneminden, günümüze gelen bir kilisedir. Çok kubbeli olarak inşa edilmiştir. 14’ncü yüzyılda son şeklini almıştır. Meryem Ananın kucağında oturan İsa’yı ve onların çevresindeki 5 melek ve havarileri gösteren mozaikler, iç duvarları süsleyen eski Bizans sanatına ait önemli örneklerdendir.
AYİOS PHİLON
Bu kilise; Dipkarpaz (Rizokarpazo) köyünün kuzeyinde, deniz kıyısında bulunmaktadır. 5’nci yüzyılda inşa edilen kilisenin yer aldığı bu alan; ilk kez Fenikelilerin yerleştiği, antik Karpaz kentinin bulunduğu yerdir. Kiliseye adı verilen Philon: 4’ncü yüzyılda, Karpaz bölgesinde yaşayanları Hıristiyanlaştıran piskoposun ismidir. Kilise; Helenistik ve Roma dönemi kalıntıları üzerinde bulunmaktadır. Üç bölümden oluşan bir apsisi ve kubbesi olan kilisenin; orijinal zemini, mozaikler ile kaplıdır. 802 yılında: Arap saldırıları sırasında, tüm kentle birlikte, kilise de tahrip edilmiştir. Ancak: 12’nci yüzyılda, yeniden inşa edilmiştir.
AYİOS TRİAS BAZİLİKASI (SİPAHİ)
Karpaz yarımadasında, Sipahi Köyü yakınlarında bulunan bazilika; 5’nci yüzyılda yapılmıştır. 7’nci yüzyılın ortasında: kilisenin tahrip olması üzerine, güney tarafında bulunan küçük kilise ile bazı ek binalar yapılmıştır. Son olarak; 9-10’ncu yüzyılda; tahrip edilmesi üzerine tamamen terk edilmiştir. Bazilika: üç sahanlı olup, batısında nartex ve atrium, güneydoğusunda ise vaftiz odası vardır. Zemini: geometrik, bitkisel ve haç motifleri içeren mozaiklerle süslüdür. Burada bulunan bir yazıtta: bu mozaiklerin, papazın yardımcılarından, Heraklios tarafından yapıldığı belirtilmiştir.
KASTROL
Zafer Burnu ya da Apostolos Andreas Burnu olarak bilinen: Karpaz yarımadasının, en doğu ucunda: 1970-1973 yılları arasında yapılan kazılar sonucu ortaya çıkarılmıştır. Adanın en eski yerleşimlerinden biridir. Neolitik (MÖ.6000-5800) Döneme ait olan yerleşme de; yaklaşık olarak 2.5 metre çapında, yuvarlak planlı evler açığa çıkarılmıştır. Ele geçen çok sayıdaki balık kemiği, deniz kabuğu ve balıkçılık gereçleri; yerleşmecilerin, temelde balıkçılıkla uğraştıklarının göstergesidir. Obsidyenden yapılmış gereçlerin varlığı, yerleşimcilerin Anadolu’dan geldiğine ya da Anadolu ile irtibatlı bulunduklarına işaret eder.
KRAL TEPESİ (KALE BURNU)
Arkeoloji dünyasında, son yıllarda yapılan, en önemli keşiflerden birisidir. Karpaz yarımadasının, güney kıyısındaki, Kaleburnu/Galinopomi köyü yakınlarındadır. Bölgede gezinti yapmakta olan ziyaretçilerin ihbarı üzerine; 2005 yılından itibaren kazı çalışmaları başlatılmıştır.
Kazılar sonunda: bir küp içinde, 26 tane, yüksek kaliteli bronz eser ele geçirilir. Bu eserler: Geç Bronz Çağına ait olup, yaklaşık olarak MÖ.13’ncü yüzyıla tarihlenmektedir. Söz konusu kalıntılar; denizden 200 metre yükseklikteki kayalık bir tepe üzerinde bulunmuştur. Ancak, buradaki kalıntıların tüm tepe ve yamaçlara yayıldığı, yerleşmeden 2 kilometre uzaklıktaki deniz kıyısında, bir ya da daha fazla limana sahip olduğu düşünülmektedir.
Devam eden çalışmalarda, ortaya çıkan eserler; Kral Tepesinin Geç Bronz Çağında, hem Doğu Akdeniz Bölgesi için önemli bir ticaret merkezi, hem de Kıbrıs’ın önemli bir yerleşim merkezi olabileceğini göstermektedir.
APHENDRİKA
Karpaz yarımadasının kuzey kıyısında, Karpaz köyünün kuzeydoğusundadır. Kent: MÖ.2’nci yüzyılda; Kıbrıs’ın, altı önemli kentinden biri olmuştur. Kente ait: kale, kaya mezarları, tapınak ve bugün dolu olan bir liman bulunmuştur. 8’nci yüzyıldan sonra: Kıbrıs üzerine yapılan Arap akınlarının artması üzerine; önceki dönemlere nazaran, daha küçük kiliseler yapılmaya başlanır. Bu dönemde inşa edilen kiliseler arasında yer alan üç tanesi: Aphendrika yakınlarında bulunmaktadır. Bunlardan ilki olan; Ayios Georgios Kilisesi;10’ncu yüzyılda yapılmıştır. Tek kubbeli bir kilisedir. Apsisi iki parçalıdır. İkinci kilisenin adı: Panaya Chrysiotissa kilisesi olup; 6’ncı yüzyılda yapılmıştır. Araplar tarafından tahrip edilmesine rağmen, 10’ncu yüzyılda yenilenmiştir. Ahşap tavanı yerine, beşik tonozlu bir tavan yapılmıştır. Orta Çağ’da yeniden yıkılan kilise; son olarak, 16’ncı yüzyılda inşa edilmiştir. Bu iç kilisenin arasında, daha iyi durumda olan, üçüncüsü ise; 6’ncı yüzyılda yapılan; Panaya Asomatos kilisesidir. Bu kilise de; Arap akınları nedeniyle yıkıldığı için, 10’ncu yüzyılda yenilenmiştir.
GAZİ MAĞUSA
Kentin çekirdeğini, kıyıdaki lagünün çevresine Mısır Kralı II. Ptolemy Phiadelphus'un (İÖ 285-247) kurduğu ve karısının adını verdiği Arsinoe denilen bir yerleşmenin oluşturduğu söylenmektedir. Daha sonra kentleri 648 yılında Arap korsanları tarafından yağmalanınca Arsinoe'ye göç eden Salamisliler Arapların bulamaması umuduyla buraya Ammakhostos ya da "kumlara gizli" adını vermişler. Bugünkü Famagusta (Gazimağusa) sözcüğü de buradan türetilmiş.
Famagusta'nın asıl gelişmesi 1191 yılında haçlıların eline geçtikten sonra gerçekleşir. Bu tarihten sonra kent hacıların Kudüs'e gidip gelirken mola verdikleri bir durak haline gelir. Hristiyanlığın kutsal topraklardaki son kalesi Akra da 1187 yılında Eyyubiler tarafından alınınca, son Hristiyan şövalyeleri, soylular ve tüccarlar Famagusta'ya göçmüş ve kutsal topraklara dönecekleri günü beklemeye başlamışlardır. Papalığın Hristiyanların dinsizlerle alış veriş etmesini yasaklamasından sonra Kıbrıs limanları Suriye limanlarının yerini almış ve Batılı ülkeler ekonomik çıkarlarını korumak için Famagusta'da ticaret kolonileri kurmuşlardır. Her ne kadar bu çıkar kavgası sonunda Cenevizlilerin zaferiyle bitmişse de sonu gelmeyen kanlı mücadele Famagusta'yı tüketmiş ve nüfusunun büyük bir kısmı kenti terketmişti. 1489 yılında ada Venediklilerin eline geçtiğinde kent yıkıntı halinde idi.
Venediklilerin gelişiyle kentte yeni bir inşaat hamlesi başladı. Ancak bu onu güzelleştirmeye değil yaklaşan Osmanlı tehlikesine karşı savunmaya yönelikti. Deniz tarafındaki tabyalar, Martinengo tabyası ve Kara Kapısı'nın Ravelin denilen tabyası bu sırada inşa edilmiştir. Bu ara surların dışına 46 metre genişliğinde bir hendek açılarak içi su ile doldurulmuştu. Ancak kalın surları ve tabyaları yeterli olmayacak ve kent 1571 yılında zorlu bir kuşatmadan sonra Osmanlı ordusuna teslim olacaktı.
Gazimağusa'da görülebilecek oldukça fazla sayıda turistik ve tarihi yer mevcuttur. Bunlar Lala Mustafa PaşaCamii, Salamis Harabeleri, Othello Kulesi, Canbulat Müzesi, Sinan Paşa Camii, Namık Kemal Hapishanesi, çeşitli kilise ve manastırlar mevcuttur.Gazimağusa'nın önemli turistik yerlerinden bazı seçmeler şunlardır:
LALA MUSTAFA PAŞA CAMİİ
St. Nicholas Katedrali Akdeniz dünyasının en güzel Gotik yapılarından biri olarak bilinmektedir. Lüzinyan'lar döneminde 1298-1312 yılları arasında yapılmıştır. Önündeki tropik incir (Ficus Sycomorus) ağacının inşaat başladığı zaman dikildiği ve katedral ile yaşıt olduğunu söyleyenler vardır. 1571 yılında cami haline getirilene kadar adanın kralları önce Lefkoşa'daki St. Sophia Katedrali'nde Kıbrıs Kralı olarak, sonra da kutsal topraklara daha yakın olduğu için Famagusta'da Kudüs Kralı olarak taç giyerlerdi.
Katedralin en güzel ve en iyi korunmuş olan Batı cephesinin mimarisi Fransa'nın Reims Katedrali'nin ön yüzünden etkilenmiştir. Bu cephede ortadaki girişin üzerinde Gotik stilde işlemeli eşsiz bir pencere yer almıştır. Avlusundaki 16. yüzyıl Venedik galerisi günümüzde şadırvan olarak kullanılmaktadır. Girişinin iki yanındaki yuvarlak pencerelerin üzerinde bir Venedik arması görülmektedir. Oynayan hayvanlar ve çelenklerle süslü kabartmanın Salamis'teki bir Roma tapınağından geldiği sanılmaktadır. Katedralin içinde orta nefin yan neflerden tonozla bir tavanı da taşıyan iki sıra sütunla ayrıldığı göze çarpar. Apsıti Kıbrıs kiliselerinin çoğunda olduğu gibi Doğu üslubunda, yani üç bölmelidir. Yukarıdaki gülpencereler veya sivri kemerli ince uzun pencereler çok iyi korunmuş durumdadır. Batı yönünde ve yanda iki ufak şapel yer almıştır.
OTHELLO KULESİ
Othello Kulesi olarak bilinen bu kale ilk olarak 14. yüzyılda Lüzinyan'lar tarafından limanı savunmak amacıyla inşa edilmiştir. Etrafı derin bir hendekle çevrili idi. Koruduu Deniz Kapısı, Kara Kapısı ile birlikte surlarla çevrili kentin iki ana girişinden biriydi. 1492'de Venediklilerin Girne'de yaptıkları gibi bu ortaçağ kalesini de bir topçu tabyasına dönüştürdükleri görülmektedir. Kalenin girişinin üzerinde asılı Venediğin amblemi olan Saint Mark'ın kanatlı aslan kabartmasının altında kaleyi bu hale getiren kaptan Nicolo Foscarini'nin adı yazılıdır. Leonardo da Vinci'nin 1481 yılında Kıbrıs'ta iken Venediklilere kentin savunma sistemi hakkında tavsiyelerde bulunduğu söylenmiştir.
Kale kulelerden ve topçu bataryalarıyla biten koridorlardan oluşmuştur. Geniş avlusunun bir yanında inşa edilmiş olan yemekhane ve üstündeki yatakhane Lüzinyanlardan kalmadır. Kalenin avlusunda duran topların bir kısmı Osmanlı, bir kısmı İspanyol yapımıdır. Demir gülleler toplara, taş gülleler de mancınıklara aittir.
Kalenin bugünkü adı, ada bir İngiliz sömürgesi iken kullanılmaya başlanmıştır. Sheakespeare'in ünlü tragedyasının bir bölümü "Kıbrıs'ta bir liman kentinde" geçer ve tragedyanın kahramanı Othello bir "Moor (Faslı)" olarak tanıtılır. Yazarın adanın o dönemde Venedikli valisi olan ve sadece soyadının anlamı "Moor" olan Christophoro Moro'nun adını duyduğu ve yanılarak onun bir Faslı olduğunu düşündüğü sanılmaktadır.
Kara Kapısı bir ravelinle korunmuştu. Burada geçitler ve top yuvalarına ek olarak bir şapel ve zindan olarak kullanılan yer altı odaları bulunmaktadır.
Deniz tarafındaki Venedik dönemine ait arsenal Canbulat Burcu olarak bilinmektedir. Söylentiye göre Osmanlı kuşatması sırasında Canbulat Bey bu girişteki döner çarka atıyla birlikte saldırarak işlemez hale getirmiş ve şehit düşmüştür.
SALAMİS
Antik Salamis kentinin Truva savaşından dönen Teucer tarafından inşa edildiğine inanılmaktadır. Roma İmparatorluğu döneminde imparatorluğun doğusundaki en büyük ticaret merkezi olarak Salamis bilinmektedir. Milattan sonra 4. Yüzyılda bir deprem Salamis'i tamamıyla yıkmıştır. Bundan sonra İmparator Costantin tarafından yeniden inşa edilmiş ve Costantia adını almıştır. 648 yılında kent Arap istilacılar tarafından bir kez daha harap edilmiş ve o tarihten sonra onarım görmemiştir. Kıbrıs adasının en güzel kumlu plajlarından birinin yanında bulunan Salamis antik kenti kısmen ormanlık bir alan içerisinde yer almaktadır. Kıbrıstaki en büyük amfi tiyatro olan kentteki tiyatro, spor alanı, hamamlar ve pazar alanı ziyaret edilebilir.
GÜZELYURT
Kıbrıs adasının kuzeybatısında bulunan Güzelyurt turunçgil bahçeleriyle çevrili adı gibi güzel bir yerleşim birimidir. Çok verimli toprakları bulunan Güzelyurt'ta portakal, greyfurt, karpuz, kavun ve çeşitli sebzeler yetiştirilmektedir. Turunçgillerin çoğu ihraç edilmekte, bir kısmı ise meyve suyu yapılarak içerde tüketilmekte ve gene meyve suyu olarak ihraç edilmektedir. Lefkoşa'nın 74 km uzağında gene adanın kuzeybatısında bulunan Lefke'de Güzelyurt gibi turunçgilleriyle tüm dünyada ünlü bir kentimizdir. Su kaynakları ve toprak sayesinde verimli bahçelerinde dünyanın en lezzetli turunçgilleri yetiştirilmektedir. Güzelyurt ve Lefke'de görülebilecek önemli turistik yerlerden bazı seçmeler şunlardır:
SOLİ
Soli M.Ö. kurulan 9 Kıbrıs krallığından birisidir. Soli'nin tarihi M.Ö. 700 yıllarına ait ve Asurluların haraç aldıkları kentleri içeren bir listeye kadar izlenebilmiştir. Bu listede kentin adı Si-il-lu olarak geçmektedir. Soli'de günümüze kadar kalabilen eserlerin başında bir harabe şeklinde bulunan Soli Bazilikası ve sonrada restore edilmiş bulunan Soli Tiyatrosu'dur.
SOLİ BAZİLİKASI
Yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Kıbrıs'ta inşa edilen ilk kiliselerden olup kendine özgü yanları vardır. 200 metre uzunluğundaki bazilika üç kapılı bir giriş ve giriş mekanıyla başlıyordu. Bunu dört tarafı sütunlarla çevrili ve çeşmesi olan bir avlu izliyordu. Bundan sonra gelen gene üç kapılı bir giriş ve narteksten sonra asıl kiliseye giriliyordu. Hristiyanlık geleneğinde Soli Saint Mark'ın Saint Auxibus tarafından vaftiz edildiği yer olarak kabul edilmiştir.
SOLİ TİYATROSU
Soli Tiyatrosu ise Roma'lılar döneminde bir zamanlar aynı yerde bulunanYunan tiyatrosunun yerine yapılmıştır. M.S. 2. yüzyılın sonu ile 3. yüzyılın başından kalmadır. Seyircilere ayrılan yarım daire şeklindeki oturma sıralarının olduğu bölüm kısmen tepenin kayasına oyulmuştur. Burası ortadaki orkestra denilen kısımdan kireç taşı bloklardan yapılmış alçak bir duvarla ayrılıyordu. Aslında kapasitesi 4000 olan oturma yerleri günümüzde yarı yüksekliğine kadar restore edilmiştir. Sahne binası iki katlı olup mermerle kaplı ve heykellerle süslü idi. Günümüzde görülebilen kısım sahne binasının üzerine inşa edildiği platformdu. Tiyatronun batısındaki bir tepenin üzerinde İsis ve Afrodit'e adanmış bir tapınağın izlerine rastlanmıştır.
MAMAS MANASTIRI
Mamas Manastırı 18. Yüzyılda inşa edilmiş bir manastırdır. Söylentilere göre St. Mamas vergilerini ödemeyi red etmiş, bunun üzerine yöneticiler kendisini yakalamak ve cezalandırmak üzere askerlerini gönderdiler. Fakat başkente giderken Mamas bir kuzunun peşinde bir aslan görmüş, kuzuyu kollarına alarak aslanın sırtında başkente girmiş. Bunu gören Bizans yöneticisi çok etkilenmiş ve Mamas'ın vergilerini ve cezasını bağışlamış. Bundan dolayı St. Mamas vergi ödeyenlerin azizi olarak bilinmektedir.
ÜNLÜ KIBRIS YEMEKLERİ
Cacık, humus, pastırma, yoğurt, fava, taze badem içi, turşu, salatalar ve zeytin çesitleriyle başlayan ünlü mezelerin ardından, ızgara hellim, köfte, şiş kebap, şeftali kebabı, pirzola gibi ızgaralar ve fırın kebabı, küp kebabı, kolokas, molohiya, börek, bumbar, patates köftesi ve kabak çiçegi dolması gibi sıcak sipasiyaliteler gelir. Taze ve çok çesitli deniz ürünleri, Kibris mutfağında özel bir yere sahiptir.
Zivaniya, Raki, Brandi ve şarap yerel içkilerin en sevilen türleridir. Ana yemekten sonra macun denilen tatlı ve meyvalar alınıp Türk kahvesi içilir. Yakın doğunun sert içimli özel kahvesini Kıbrıs’ta yeniden tatmak gerekir. Sabah kahvaltılarında, yerel meyvaların yanı sıra, yoğurt ile doğal balın muhteşem beraberliği mutlaka tadılmalıdır.
Mücendra Pilavı
İçindekiler:
250 gr. yeşil mercimek,190 gr. pirinç,1 adet orta boy kuru soğan, 60 gr ayçiçek yağı, 800 gr (dört bardak) su.
Şeftali Kebabı;
İçindekiler:
Yarım kilo dana kıyma 250 gr. koyun gömlek, yaklaşık 100 gr kuru soğan, yarım demet maydanoz,1 çay kaşığı tuz, biraz karabiber
Kolokas
İçindekiler:
1 kg kolokas (Kıbrıs'ın geleneksel bir kış yemeği olan Kolokas, adanin çeşitli bölgelerinde yetirştirilen patates türünde, iri yapraklı ve suyu çok seven bir bitkidir. Bu bitkinin kökü gelişir ve kolokası oluşturur.) 750gr kuzu eti (kol kısmı), 6 çorba kaşığı ayçiçek yağı, 3-4 dal kereviz sapı,1 çorba kaşığı domates salçası, yarım limon suyu, tuz, karabiber, 6-7 bardak su
Molehiya
İçindekiler:
1 kilo kurutulmuş molehiya, yarım kilo isteğe göre et, 1 yemek kaşığı domates salçası, 1 adet iri domates, 1 kilo su, 1 bas ırı kuru sogan, 1 çay kaşığı tuz, 1 çay kaşığı karabiber