Üsküdar
Parmağımın kırılmasının onbeşinci günü oldu, dün alçım açıldı, iyiyim ve artık özgürüm.
Parmak açılır açılmaz attım kendimi sokaklara ve uzun zamandır ihmal ettiğim gezi yazılarıma geri döndüm.
Rotamız;
Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur
Kâtibimin setresi uzun, eteği çamur.
Yararlandığım kaynaklar; Murat Belge, Turan Akıncı, themagger, kültür envanteri, üsküdar belediyesi, üsküdar gezilecek yerler.
Konumuz yeni yerler keşfetmek, farklı deneyimler yaşamak ve gezerken bir çizgisi oluşturmak. Bu yüzden arayışlarımız devam ediyor. Daha önce bir çok gez gittiğimiz yerlere bu sefer farklı bir bakış açısıyla gidip, oradaki mekanları önceden öğrenip ve evden çıktığımız andan döndüğümüz ana kadar ayrıcalıklı hissettirmek arzusundayız. Biz gezerken İstanbul hızla akmaya devam edecek ama endişe etmiyoruz, çünkü biz sadece belirli bir amaçla yola çıkıp, nostaljik keşifler yapmanın hazzı içindeyiz. Üsküdar’da 50 sene de yaşasanız halen gitmediğiniz bir sokağı, görmediğiniz binaları olacak. Zira her girdiğimde mutlaka beni şaşırtacak bir yerler keşfediyorum. Üsküdar’ın Bizans zamanında kullanılan adı Hrisopolis yani Altın Şehir idi. Bugün kullanlan Üsküdar adı ise Batı dillerinde Scutari, Roma zamanında var olan askeri birliklerden birinin bu bölgede kışlası olmasının anısıdır. Osmanlı döneminde Üsküdar haydutlar, hıszılar ve kabadayıların tercih etiği yer miş. Bu yüzden “Atı alan Üsküdar’ı geçti” deyimi olmuş.
Üsküdar gezisine İskele Meydanından başladık. İskele meydanında şöyle bir etrafa bakınca bir çok cami görüyoruz. Bunların arasından tam karşımıza gelen, iskeleler karşısında bir set üstünde yar alan Üsküdar Mihrimah Sultan Camii.
Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan’ın kızı, Sadrazam Rüstem Paşa’nın eşi Mihrimah Sultan için Mimar Sinan tarafından yapılan Üsküdar Mihrimah Sultan Camii ve Külliye’nin inşası 1546 - 1548 yılları arasında Sinan’ın erken döneminde gerçekleştirilmiş. Aslında Mihrimah Sultan evlilik çağına geldiğinde ona iki kişi uygun görülür. Bunlardan biri Rüstem Paşa, diğeri de Mimar Sinan’mış. Sultan Süleyman tercihini Rüstem Paşa’dan yana kullanınca büyük sanatkar, itaat eder. Hanım Sultan Sinan’dan kendisi için bir cami yapmasını isteyince, Mimar Sinan sanatına olan aşkını, Mihrimah Sultan’ın sadeliğiyle birleştirerek bu yapıya yansıtır. Koca Sinan’a yakışan asıl sevda da böyle bir eser olmalıymış. Buna rağmen Mihrimah Sultan, Mimar Sinan'a caminin içinin çok karanlık ve kasvetli olduğuna dair sitem etmiş. Sinan da bunun üzerine aynı ismi taşıyan bir başka camiyi Edirnekapı'da inşa etmiş ve Üsküdar'dakinin aksine bu caminin içinin aydınlık olmasına özen göstermiş..
Camide Kaptan-ı Derya Sinan Paşa gibi Osmanlı Dönemi’nin önemli devlet büyüklerinin türbeleri, yanı sıra medrese, okul, imaret, ve han bölümleri de yer alıyor.
Mihrimah Sultan Camii’nin hemen yanında iskelenin karşısındaki çeşme: Sultan III.Ahmet Çeşmesi. Üsküdar İskele Çeşmesi olarak tanılıyor.
Üsküdar Meydan Çeşmesi olarak da bilinen III. Ahmet Çeşmesi, III. Ahmet’in emriyle 1728 yılında inşa edilmiş, İstanbul’un en güzel çeşmelerinden biri. Som mermerden yapılmış olan çeşme, dört yüzlü bir meydan çeşmesi ve her bir yüzünde sivri kemerli çeşme nişi bulunuyor. Çeşmenin üstünde ise geniş saçaklı bir çatı var. Barok stilinde olan çeşmenin dört yüzünde olduğu gibi dört köşesinde de yalaklar var.
Üsküdar Kadıköy yolunun deniz tarafına geçince, meydanın aşağısında: Uncular ve Hakimiyet-i Milliye Caddeleri arasında kalan bölümde Yeni Valide Sultan Camii Külliyesi var. 1708 – 1710 yılları arasında Sultan III. Ahmet’in annesi Gülnuş Emetullah Valide Sultan için yaptırılan barok mimari tarzının Osmanlı esintilerinden etkilendiği Yeni Valide Sultan Külliyesi ve Camii aynı zamanda Yeni Camii adıyla da biliniyor.
Girit’in fethi sırasında esir olarak İstanbul’a getirilmesinden valide sultanlığa uzanıyor. Rabia Gülnuş Sultan, “Takva Sultan” olarak da bilinen, güzelliği sebebiyle “Gülnuş” adına alan, saray içi konum hesaplaşmalarına mesafeli, hayır isleriyle anılan bir Osmanlı valide sultanı. Burası cami ile beraber bir külliye. Sebil, çeşme, imaret, sıbyan mektebi ve medrese külliye içerisinde yer alıyor. Lale Devri’nin en önemli eserlerinden biri olmakla birlikte klasik Osmanlı mimarisinin de son örneği.
Osmanlı’da özellikle kent içi su tesislerinin yapımının hızlandığı 16 yy. dan dan sonra çok sayıda çeşme inşa edilmiş. Ana kaynaklardan saraylara, konaklara ve halka ait konutlara özel su dağıtımı sağlanmış ve hemen hemen her sokakta bir ya da birkaç tane olmak üzere yüzlerce çeşme, hayır yapısı olarak kullanıma açılmış.
Avludan çıkınca denize doğru, Üsküdar Yeni Valide Camii karşısında, Hakimiyet-i Milliye Caddesi’yle Selman-ı Pak Caddesi’nin kesiştiği köşede barok bir köşe çeşmesi olan Horhor Çeşmesi var. Selman Ağa Camii’nin hemen önündeki Horhor Çeşmesi, üç yüzlü bir duvar çeşmesi. Sivri kemerli nişlerinin içinde sade ayna taşları (Nişin içinde, üzerinde lüle veya musluk takılmak için bir ya da birkaç delik açılmış olan tek parça taş veya mermerden yapılmış olan bir levhadır. Çeşmeye bakıldığında çeşmenin merkezinde görülen ana taştır.) yer alıyor. Kemerlerinin üzerindeki kitabe taşları çinili çerçeve içine alınmış. Maalesef çinilerin bir kısmı sökülmüş, bir kısmı da kırılmış. Çerçeveler içindeki kitabeler de silinmiş.
Üsküdar Çarşı Selmanı Pak Caddesi ile Hakimiyet-i Milliye Caddesi'nin kesiştiği yerde Selman Ağa Camii1500 tarihleri civarında inşa edilmiş. Cami sağ köşesindedir. Cami alanına ufak bir avludan girilir. Yapı dikdörtgen planlı. Caminin minaresi girişin sağındadır. Minare tuğladan inşa edilmiş olup şerefesi de tuğladandır. Kare planlı mabet alt üst pencerelerden ışık alır. Üsttekiler vitraylı ve Ahşap çatısının üzeri kurşun kaplı. Avlu kapısının sağ tarafında üç yüzlü meşhur Horhor Çeşmesi ve cami ve Selman Ağa'nın kabri bulunmakta. Selman Ağa, Babü'ssaade Ağası’ymış. Babasının adı Abdullah. Camiyi de 1506’da o yaptırmış. Sultan II Beyazıt'in fermanı ile idam edilmiş. Kabri de caminin önünde.
Sarayın Enderun (Osmanlı Devletinde saray teşkilatı üç kısımdan meydana gelmekte:
1) Birun adı verilen dış kısım
2) Enderun adı verilen iç kısım
3) Harem-i hümayun bölümünün başladığı Babüssaade (Sarayın birun ve enderun denilen kısımlarını birbirinden ayıran Saadet kapısı) denilen kapısında görevli hadım Babüssaade ağası, bütün Enderun görevlilerinin amiriymiş. Padişahın en yakınında bulunurmuş. Padişahın evi sayılan eşleri, çocukları ve cariyeleriyle yaşadığı Enderun, Babüssaade’de başladığından hiç kimse buradan öteye geçemezmiş. Babüssaade, yeni padişahların cülus törenlerine sahne olmuş. Taht bu kapının önüne konulurmuş. Şehzade bu kapıdan geçerek tahta otururmuş. Savaş zamanında padişahın, “sancak-ı şerif”i serdar olan başkumandana burada teslim edilirmiş. Muhafaza edildiği yerden özel törenle çıkarılan sancak, Babüssaade’nin önünde dikilirmiş. Kısaca çok önemli bir mevki.
Caddeye Selman-ı Pak denmesi, Selman Ağa'nın isminden dolayıdır. Ağa'nın İstanbul'da, Kazancılar'da Ali Paşa Camii civarında bir 'mekteb-i ali'si de var. Cami 1895 tarihinde, Galip Paşa'nın Evkaf Nezareti döneminde tamir edilmiş.
Selman-i Park caddesi üstünde solda köşe yapan Şeyh Cami, II. Abdülhamit zamanından kalan sevimli mahalle mescididir.
Burada ayrıca Celveti tarikatı (16. yy'da aziz mahmud hüdayi tarafından kurulmuş bir Sunni tarikat. Cevlet, inzivayı bitirip, çileyi tamamlayıp çıkmak anlamına gelir. Tasavvuf dilinde ise tanrı'nın varlığında fani oluş demek.) şeyhlerinden Devati Mustafa Efendi’nin tekke kompleksi bulunmaktadır. Şeyh Devati Mustafa Efendi Camii, sekiz pencereden ışık almaktadır. Bu pencereler sivri kemerli ve büyüktür. Caminin içindeki duvarlar kalem işi ile bezelidir. Mihrabı niş şeklinde ve ahşap minberi sadedir.
İskele Meydana oldukça yakın yerde ana caddeye çıkıp, buradan karşıya geçince içi çarşı olan Sinan’dan kalma Üsküdar Çarşı Hamamı/Mimar Sinan Çarşısı (Büyük Hamam) görüyoruz.
Bu bina Sultan Murat'ın annesi Nurbanu Sultan tarafından1574 - 1583 yılları arasında Mimar Sinan'a bir çift hamam olarak yaptırılmış ve Mimar Sinan'ın yaptığı son hamam olmuş. Yüzyıllar boyu Üsküdar'ın en büyük ve en meşhur çarşı hamamı olarak işletilmiş.
Cadde boyunca ilerlersek Üsküdar çarşı Kara Davut Paşa Camii görüyoruz.
Davut Paşa II. Beyazıt zamanında Nişancı olmuş bir devlet adamı. Cami fetih öncesi Türk mimarisi özelliklerini yansıtıyor. Enlemesine dikdörtgen plânlı. Ortadaki daha büyük olmak üzere yan yana üç kubbeli bir cami. Nedense Üsküdar Ayasofyası olarak da biliniyor.
Yol boyunca yürüyerek, en soldaki cadeden devam edip ilerde sağa sapan bir sokakta Lale devri eserlerinden Ahmediye Külliyesi'ne geliniyor. 1722 tarihinde inşa edilmiş. Üsküdar’da kurucusunun adıyla anılan semtte yer alan Ahmediye Külliyesi bir Lale Devri yapısı. Külliye, cami, medrese, kütüphane, sebil, çeşme, tekkesi ve hazireden meydana gelmekte. Külliye birimlerindeki taş süslemelerde dönemin üslûbu görülmekte. Diğer süslemelerde ise klasik çizginin dışına çıkılmadan süslemeler devam ettirilmiş. Külliye avlusunun mescit gibi alanlarının giriş kapılarında sehpa üzerinde vazolardan çıkan lale, gül gibi çiçek motifleri bulunmakta. Bu gibi motiflerin yanı sıra mihrap ve pencerelerin bordürlerinde de çeşitli çiçek motifleri görülür. Bu açıdan Külliye, Lâle Devri taş süsleme üslubunun karakteristik motiflerini büyük ölçüde koruyarak günümüze ulaşmış olması ile dikkat çeker.
Cadde boyunca tabelaları takip ederek karşımıza çıkan yokuştan yukarı doğru ilerleyip Aziz Mahmud Hüdayi Türbesi'ne geldik.
Sultanların Sultanı olarak adlandırılan ve İstanbul’un manevi korucularından biri olarak adlandırılan Aziz Mahmud Hüdayi Efendi, Bursa’da kadılık yaparken ünlü mutasavvıflardan Üftade ile tanışmış ve onun müridi olmuş. Üç yıl ona hizmet etmiş. O abdest alırken suyunu dökmüş. Sonunda şeyhi ona haleflik vermiş. Bursa’yı terk ederek önce memleketi Sivrihisar’a sonra da İstanbul’a gitmiş, Çamlıca’da Musalla Mescidi’nin yakınındaki bir taş odaya kapanmış. Buradan da Rum Mehmed Paşa Camii yakınındaki bir odaya çekilerek Celveti tarikatını kurmuş, büyüklüğü kısa zamanda bütün istanbul'a yayılmış ve tanınmış. Pek çok müridi olmuş. Sultan I. Ahmet’in bir rüyasını yorumlayarak ayrıca ün yapmış. Sultan Ahmet, Aziz Mahmud Hüdai’yi pek sevmiş, onu sık sık saraya davet etmiş. Hatta Aziz Hüsai abdest akırken suyunu padişah dökmeye, valide sultan da havlu tutmaya başlamış. Sultanahmet Camisi tamamlanınca açılışta burada imamlık yapmış. Mihrimah Sultan’ın kızı Ayşe Sultan'la evlenmiş.
İstanbul’da 22 celvetiye tarikatı dergahı bulunmakta.
Üsküdar Çarşısı, İstanbul'un hemen her tarafından kolayca ulaşılabilecek olan bu eski çarşı tam bir renk cümbüşü. Cıvıl cıvıl, rengarenk, bağırış, çağırış, tam bir curcuna. O kadar iyi ve güzel ki!. Tam benim arayıp da bulduğum denilecek bir çarşı. Her şey var. İster sebze, istersen balık, lokanta, büfe, şekerleme, kahveci, vs. Buralarda dolaşmak, o pazar havasını solumak, trafik ve kaosdan sıyrılıp biraz olsun hem gözünüzü hem de gönlünüzü doyurmak için kaçılacak bir yer. Ben seviyorum, sizlere de arada sırada uğrayıp dolaşmanızı tavsiye ederim.
Üsküdar toprağı harem toprağından sayılmakla manevi anlamda da hep bir cazibe merkezi olmuş. Tasavvuf için de bir merkez olan Üsküdar’da on yedi Celveti, sekiz Nakşi, sekiz Kadiri, yedi Şabani, beş Rıfai, dört Bektaşi, dört Halveti, dört Sa’di, dört Bedevi, iki Bayrami, iki Cerrahi, bir Mevlevi ve bir Sünbüli dergâhı yer almış.
Balaban Tekkesi, Yağcızâde Tekkesi, İsfendiyar Tekkesi ve Sa’diler Tekkesi olarak da biliniyor. Balaban Tekkesi 1630’lu yıllarda İsfendiyaroğulları'ndan Şeyh Balaban Ahmet Baba tarafından inşa ettirilmiş. Seyyid Ahmet Efendi, Yağcızâde olarak biliniyor ve tekkenin bilinen ilk şeyhi.
Üsküdar tekkeleri tasavvufi terbiyenin verildiği mekanlar olmanın yanı sıra şiir ve musiki çalışmalarının da icra edildiği yerler olmuşlar. Balaban Tekkesinde günümüzde okumalar, dersler, kurslar ve sohbetler düzenlenmekte.
Tekkenin bugünkü bahçesindeki hazirede yer alan bir ‘şahide’de, “Hüvelbaki İsfendiyarzadelerden eş-şeyh Balaban Ahmed Baba hazretlerinin ruhuna el-Fatiha, sene 1047 (Miladi 1637)" ibaresi yer alıyor.
Deniz kıyısından Kadıköy yönüne ilerlerken, Üsküdar-Harem Sahilyolunda kıyıda, Sinan’ın küçük çapta mücevherlerinden Şemsi Paşa Külliyesi ve Camisi var.
Şemsi Paşa Camii veya Kuşkonmaz Camii Mimar Sinan’ın İstanbul’a kazandırdığı eserlerden bir diğeri. 1580 yılında Şemsi Ahmet Paşa için yapılan camii küçük ancak Rönesans-Osmanlı karışımı mimarisi ile etkileyici bir yer, türbesi de camiye bitişik. Caminin iki yanında ise buraya bağlı medrese binaları mevcut. Bu semtte cami “kuşkonmaz” adıyla da bilinir çünkü buralarda çok bol olan kuşlar nedense bu camiye rağbet etmiyorlar. Şemsi Paşa hakkında hikaye çok. Bunlardan birine göre paşa padişahı rüşvete alıştırmış. Çünkü kendisi Candaroğulları’ndanmış ve Osmanlı’dan intikam almak istiyormuş. “Onlar nasıl bizi mülkü yurdumuzdan uzak ettilerse, yakında ben de onların kar ve bar saltanatından mecbur olmalarına sebep olacağım” demiş.
Bir baska rivayete gore de, camiye Kuşkonmaz denmesinin nedeni Şemsi Paşa'nın kişiliğiyle ilgili. Fazlasıyla titiz bir kişi olan Şemsi Paşa, Sokullu Mehmet Paşa ile rekabet halindeymiş. Zaman zaman şakayla karışık atışırlarmış. Şemsi Paşa bir gün Sokullu'ya, "Sokullu, camiini kuşlar pislemiş" diye takılınca, "Gökyüzüne açık olan her yer kuşların pislemesine müsaittir" cevabını almış. Paşa, cami yaptırmaya karar verince Sokullu'nun sözü aklına gelmiş. Mimar Sinan'a giderek, "Bana öyle bir yerde cami yap ki üzerine kuşlar pislemesin" demiş. Sinan, bütün camilerinde yaptığı gibi iyi bir araştırmadan sonra kuzey- güney rüzg''rlarının kesiştiği bu noktayı bulmuş. Dalgaların kıyıya çarpmasıyla meydana gelen titreşimleri incelemiş ve camiyi burada yapmaya karar vermiş.
3000 m² kapalı alan, 5000 m² ise açık alan olmak üzere 8000 m² yaşam alanına sahip olup,100.000 kitap kapasiteli kütüphanesi ile kitaplı kahve konsepti, millet kıraathanesi ve bahçesi olarak hizmet veren 170 yıllık, İcadiye Dağ Hamamı yeni adı Nevmekan.
Nevmekan’dan ilerleyerek ulaşılınan yamaçta bulunan, Rum Mehmet Paşa Cami ve Türbesi Osmanlı yapılarından biri olması nedeniyle önem taşıyor.
1469 yılında yapımına başlanan ve 1471 yılında bitirilerek ibadete açılan cami Rum asıllı Osmanlı veziri Rum Mehmet Paşa tarafından yaptırılmış. Enderun çıkışlı, devşirme Osmanlı paşasıdır. Fatih Sultan Mehmed döneminde görev yapmış. Halk tarafından pek sevilmeyen birisi. Vezirlik döneminde çoğunlukla Karaman bölgesinde padişahın emriyle Karamanlar’ın başka bölgelere iskan, sürgün edilmesi işini yönetmiş. 15. ve 16. yy Osmanlı tarihçileri tarafından çok ağır eleştirilir ve donemin kaynakları yaptığı zorbalıklardan ve katliamlardan bahseder. Osmanlı İmparatorluğu döneminde İstanbul’un Anadolu Yakası’na yaptırılan ilk camii. Türbe, medrese, hamam ve imaretten oluşan külliyeden günümüze sadece cami ve türbesi ulaşabilmiş. Cami, mimari olarak Bizans ve Osmanlı esintilerini bir arada taşımakta. Kubbesi kiliseyi andırmakta. Rum Mehmet Paşa’nın sekizgen planlı kesme taştan yapılan türbesi de caminin hemen önünde.
Rum Mehmet Paşa Camii’den çıkıp Kadıköy’e doğru bir kaç yüz metre yürüyünce, Ressam Ali Rıza Caddesi ile Mehmet Paşa değirmeni sokaklarının birleştiği adada Üsküdar Ayazma Camii’ne geliyoruz. Ayazma Camii,1760-1761yıllarında Sultan III. Mustafa tarafından annesi Mihrişah Sultan ile kardeşi Şehzade Süleyman adlarına Mimarbaşı Mehmed Tahir Ağa'ya yaptırılmış. Cami eskiden bu yörede bulunan, eski bir ayazmadan dolayı bu adla anılmış. Caminin denize bakan cephesindeki avluya bir merdiven ile çıkılınıyor ve avlu duvarlarının sol köşesinde bir çeşme var. Camide bulunan hamam ve çeşmeye Bulgurlu’dan su getirilmiş. Cami duvarlarında küçük konsol çıkmaları ve üzerlerine oturan bir Türk köşkünün minyatür modelinde tasarlanmış kuş evleri bulunmakta. Günümüz kadar ulaşabilmiş bir başka kalıntı ise caminin hazîresinde saraya mensup kişilerinin mezarları. Bu cami halk arasında yaptıranın adıyla değil yakınlarda bulunan su kaynağıyla anılır olmuş.
İmrahor meydanı çok fazla tarihi değerli yapının bulunduğu bir meydan.
Ayazma Camii’nin yakınlarında Üsküdar Aziz Mahmut Hüdai Mahallesi'nde İmrahor Camii veya Mirahur Camiinin bulunduğu bölge 2008 yılındaki düzenlemelere değin İmrahor-Salacak Mahallesi olarak anılmış.
Cami 1598 tarihlerinde inşa edilmiş. Sadrazam Koca Sinan Paşa'nın imrahoru olan Mehmet Ağa tarafından yaptırılmış. Imrahor o dönemlerde ahır görevlisi anlamını taşımakta imiş. Cami mimari olarak Osmanlı esintilerini yansıtmakta. Cami şu an restorasyonda. Kaynaklara göre dikdörtgen bir plana sahip. Yapının duvarları kagir çatışı ahşap olup, döşeme sonradan betonarmeye dönüşmüş.
İmrahor semtinde ve Doğancılar Caddesi ile Tulumbacılar Sokağı'nın birleştiği köşede Üsküdar Mevlevihanesi bulunuyor.
Galata Mevlevihanesi şeyhi Sultanzâde Numan Halil Dede tarafından kurulmuş. Eskiden İmrahor Tekkesi adıyla bilinen Üsküdar Mevlevihanesi, İstanbul Mevlevihaneleri içerisinde en son yapılmış olan yapıdır. Kuruluşundan bu yana birçok değişiklik ve yenilemeye uğrayan yapı mevlevihaneler için alışılmışın dışında bir plan şemasına sahip. Bunun nedenleri arasında yapının konumu ve yapılış şekli sayılabilmekle beraber buranın bir asitane (Bir tarikatın veya tarikat kolunun merkezi durumunda olan büyük tekkelere verilen isimlerden biri) olmaması da düşünülmektedir. Yapının günümüzdeki şekline kavuşmasını sağlayan onarım ise Kaptan-ı Derya Hacı Ahmed Vesim Paşa tarafından 1872 yılında gerçekleştirilmiş.
Doğancılar caddesi ile Hafız Ali Sokağın kesiştiği yerde Rüstempaşa Subyan Mektebi bulunuyor.
1560 tarihlerinde Rüstempaşa tarafından inşa ettirilmiş. Rüstem Paşa Kanuni döneminde Sadrazamlık yapmış ve Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultanla evlenmiş bir devlet adamı. Sıbyan mektebinin mimarının Mimar Sinan olduğu iddia edilse bile, binanın yapı taslağının başka bir mimar tarafından yapıldığı izlenimi kuvvetli. Bina taş bir kaide üzerine oturmakta olup üç sıra tuğla bir sıra kesme taş olarak inşa edilmiş. Binanın çatısı ahşap olup, saçaklar kirpi saçak. Binanın alt pencereleri düz üst pencereler ise sivri kemerli. Binada toplam 10 adet pencere bulunur.
Üsküdar’da Doğancılar Caddesi üzerinde Halkevi olarak kullanılan Rüstem Paşa Mektebinin karşısında ve İmrahor Camii’nin yakınında Başkadın Meydan Çeşmesi bulunmakta.
Osmanlı döneminde çeşme yaptırma kültürü sadece erkeklere mahsus kalmamış, çok sayıda kadın da çeşme yaptırmış. Üsküdar özellikle bu tarz çeşmelerin bulunduğu semtlerden biri. Sultan III. Ahmet’in Başkadını tarafından yaptırılmış bu çeşmenin üzerinde Nedim’e ait 9 beyitlik bir kitabe bulunmakta.
Salacak Mahallesi sakin, sessiz, guzel bir semt. Tam karşısına düşen eski istanbul silueti yüzünden ve özellikle Eylül ayında istanbul'da güneş batışı seyredilecek en iyi semt.
Burada bulunan Iskele caddesi Salacak ve üst kısmını kapsar. Sahil ve set üstü olarak ikiye ayrılır. Sahil tarafında yerleşim tek katlı villalar, üst kısımda ise bitişik nizam apartmanlar şeklindedir. Tüm evler muhteşem istanbul manzarasını görebilmek için yabani sarmaşıklar benzeri göğe yükselmişler. Salacak sahiline dik çıkan Kuruntu sokakta bulunan Çürüksulu Ahmet Paşa Yalısı, Tırnakçızade ailesi tarafından yaptırılmış. Çürüksulu Ahmet Paşa vefat edince yalı kızı Belkıs Hanıma kalmış. Belkıs hanımın birinci eşi Berlin Büyükelçiliği müsteşarı Ethem Efendi'dir. Bu dönemde bu yalı Alman misafirlerle dolup taşarmış. Daha sonra Belkıs Hanım Mısırlı İbrahim Beyle evlenmiş. İkinci eşinden boşandıktan sonra maddi sıkıntıya düşerek bu yalıyı Dışişleri Bakanlığında uzun yıllar görev yapan Büyükelçi Muharrem Nuri Birgi satın almış. Bu yalı da iki bölümden oluşuyor. Bugün gördüğümüz yalı Harem binası. Maalesef Selamlık binası yok olmuş. Mevcut bina Mimar Turgut Cansever tarafından restore edilmiş. Şu anda yalı yine restorasyonda ama içerisine bakabildiğim kadarıyla restarasyon değil de adeta yalı yeniden inşa ediliyor gibi yıkık vaziyetteydi. Hatta çalışanlar resim çekmemin ve içeri bakmamın yasak olduğunu söylediler.
Mahmut Şevket Paşa’nın konağı da İstanbul’un en sevimli sokağı Eşref Saati Sokağı’ndadır. Eşref Saat Sokak adını Osmanlı’da bir işe başlarken devletçe belirlenen, uğurlu ve uygun zaman anlamına gelen “eşref saat”inden almış. Osmanlı sarayında bulunan müneccimbaşıların; pâdişahın tahta çıkması, şehzâdelerin doğumu ve isimlerinin konulması, sa vaş ilanı, ordunun hareketi, önemli bir devlet işine başlanılması, sadrazama mühür verilmesi, bina inşaatına temel konulması, denize gemi indirilmesi, sultanların düğünlerinin yapılması vs. pek çok konularda zamanın tesbitinde Eşref Saati baz alınmış.
Mahmut Sevket Pasa Osmanlı askeri ve devlet adamı. 31 Mart İsyanı olarak bilinen ayaklanmanın bastırılmasında ve II. Abdülhamit'in tahttan indirilmesinde rol oynamış, V. Mehmet saltanatında dört ay on dokuz gün sadrazamlık yapmıştır. 11 Haziran 1913 günü suikast sonucu öldürülmüş. Yapı, üç katlı ahşap bir konaktır. Şeyhülislam Arif Hikmet Bey bir süre bu konakta yaşamış. Dolayısıyla tam inşa tarihi bilinmeyen yapının 1859’dan önce inşa edildiği sanılıyor. 1970 yılına kadar Mahmut Şevket Paşa’nın varislerinin oturduğu konak yıprandığından dolayı 1970’te terk edilmiş; 1980’de ise yıkılmış. Harem ve selamlık olmak üzere iki bölümü, bahçesinde iki su sarnıcı bulunmakta.
Osmanlı topraklarında suyun önemli olması sebebiyle, Osmanlı yönetimin etkin kişiliklerinin güçlerinin göstergesini sonsuza taşıma özlemi içerisinde hayır ve dua kazanma amaçlı, kimi zaman yönetimin gerçekleştireceği yeniliklerin ve değişimlerin mimari göstergesi olarak İstanbul’un her köşe başına bir çeşme yapılmış ve Osmanlı toplum hayatında vakıf çeşmeler hayır eserleri olarak yer almışlar.
Üsküdar’da 200’e yakın fevkalade gelişmiş olan çeşme sanatı ve mimarisinin çok nefis örnekleri olan Meydan/İskele, Köşe, Duvar/Cephe ve Sütun çeşme günümüze kadar gelebilmiş.
Her ne kadar en bilinen mekan ve sokaklara öncelik versem de, her sokağının birbirinden nostaljik ve güzel olduğunu hatırlatayım. Daha gezilecek çok yer var! Yani ana hatlarla sınırlı kalmayın, ara sokakları da mutlaka keşfedin! Buralarda ne güzel evler varmış”, “hepsi deniz görüyor mu bunların?!” diye hayran hayran Eski Mahkeme Sokağı (sokak adını üzerinde bulunan iki katlı ve yığma taştan inşa edilen Fatih sultan Mehmed'in yargılandığı mahkeme olarak da bilinen Üsküdar Mahkeme binasından almis) Valide Kahyasi sokak (Zeynep Kamil'deki mahalle sakinleri diziye ithafen bir sokağın adını Miroğlu Sokağı olarak değiştirmek için belediyeye başvurmus ve başvuru kabul görmüş. Dizide Yusuf Miroğlu'nun evi olarak kullanılan, Valide Kahyası sokaktaki mekânın yerinde ise şu an bir apartman var.) Açık Türbe Sokak (sokak adını burada bulunan Saklı Evliya da denilen, Aziz Mahmud Hüdâî türbesine büyük hürmet gösterdiği “Gizlice Evliya”nın türbesinden almis) Karakol Sokak (sokak adını burada bulunan Selamsız Karakolu’ndan almış) Öğdül Sokağı (sokak adını Öğdül Apartmanı’ndan almış) dolaşmak keyif verici oldu.
Trafikten kaçıp kısa yoldan gideceğim yere varmaya çalışırken, çok daha uzun zaman geçirdiğim Üsküdar sokaklarından yine etkilenerek ayrıldım. Dönüş yoluna geçerken Üsküdar, Salacak, Bülbülderesi ve çevresindeki diğer sokakları bir başka zaman, bu sefer işimi tesadüflere bırakmadan keşfetmek için kendime söz verdim.