364

Tarlabaşı Gezisi

Tarlabaşı’na gelmemizin asil nedeni methini çok duyduğumuz Sini Ethnic Omakase Asya Füzyon mutfağında, taş fırında odun ateşinde üç gün pişen et suyu ile yapılan Ramen yemekti. İçerde sadece üç masa var. Şef yemekleri kendi getiriyor ve tek tek malzemeleri, hazırlanışı anlatıyor. Michelin seviyesinde gelen tabaklar ile beklentimizin çok üstünde bir vintage mekân. Sunumlarına ayrı mekânın içindeki inceliğe ayrı hayran olduk. Meğer mekân 47 ülkede görev yapan yurtdışında Michelin projesinde bulunan, 15 sene Asya’da yaşayan, küçük yaşlarda Filipinli bir ailede sonrasında da Çinli bir ailede büyütülen aslen Diyarbakırlı olan Masterchef yarışmacısı Burcu Önal’a ait. İmza yemekleri olan kendi hazırladıkları özel baharatlar ile sunumu yapılan dumplingse mest olduk. Gerçek bir deneyim istiyorsanız en iyi adres. Hayran kaldık özene lezzete ilgiye bu mekân nasıl Michelin listesine girmemiş hayret. Tarlabaşı’nın arka sokağında parlamak adına açılmış.

Taksim’den İstiklal Caddesi’nin tersi yönünde yürüyünce, az sonra, yeni açılan Tarlabaşı Caddesi’nin başına geliyoruz. Otellerin bulunduğu bu bölge yakın tarihlere dek oto parçaları ile doluydu. Burada kâgir ve çoğu iki katlı olan konutlar bizleri tasarımlarının güzelliğiyle pek etkiledi. Tarlabaşı esasında bir getto, varoştur. Genellikle yoksul insanlar barınır buralarda. Artık ana yollara bakan binalarda iyileştirme çalışmaları yapılıyor.

Tarlabaşı Beyoğlu’nu tamamlar, ama onun kadar sık değildir. Grand Rue Pera yüksek sınıfın eseriydi. Bu sınıf o yörede zengin bir hayat başlattı. O zaman, onlar kadar varlığı olmayan başkaları fırsat buldukça bu yakınlarda ev sahibi olmaya çalıştılar. Sonuçta onlar da aynı mimarı akımı izlediler, ama evleri daha mütevazı oldu. Bu bakımdan Tarlabaşı’nı Beyoğlu’nun aşağı orta veya sınıflarının ve genel olarak hizmet sınıflarının yerleşim bölgesi sayabiliriz.

Yakın dönemde Beyoğlu eski statüsünü kaybetti. Bu çöküş Beyoğlu’nun kendinden önce Tarlabaşı’nı etkiledi. Gayrimüslim azınlıklar da 1950’lerden başlayarak İstanbul’u kitleler halinde terk edince buralara Anadolu’dan gelen yoksul ya da küçük müteşebbisler yerleşti.

İmalathaneler, tamirhaneler açıldı. Sonuçta Tarlabaşı adamakıllı köhneleşti. Ama bu ilginç olmaktan çıktığı anlamına gelmiyor. Bu dar, yılankavi sokaklar, bu halleriyle de son derece ilginç. Bu semtti sokak gezmeyi sevenlerin için anlatmaya çalışacağım.

Şehir bir yönden canlı bir varlıktır. Onu istemediği bir şeye dönüştürmek mümkün olmaz! Mahallelerin ruhu da buna izin vermez. Verse de dönüşse bile kendi istediği bir biçimde dönüşür. İşte buna en güzel örnek Tarlabaşı.

Tarlabaşı’ndan sağ tarafa inen sokaklardan birinin adı şimdi Turan Caddesi. Eski adı ise Macar Caddesi. 1848’deki ayaklanmadan sonra, başarısız kalan devrimcilerin bazılarının Osmanlı İmparatorluğu’na sığınması be bu bölgeye yerleşmesinin anısına ismi verilmiş.

İstanbul’un kalbi semtlerinde atıyor. Sakızağacı yoluyla ilk durağımız, tarihi dokusuyla ünlü Ermeni Katolik Kilisesi Surp Asvadzadzin önünden geçerek Tarlabaşı’nı gezmeye başlıyoruz.

Galatasaray’da Hamalbaşı sokaktan Tarlabaşı’na inerken hemen sağda bulunan Eski Odigitria Rum Katolik Cemaati Okulunun kilisesi.

Bugün artık İstanbul’ da böyle bir cemaat kalmadığından kilise ve okul binası Keldani Katolik cemaati tarafından kullanılıyor. Pano’ya çok yakın Parmakkapı’da Keldani Katolik Kilisesi.

Keldaniler de Süryaniler gibi, Mezopotamya ve Asur uygarlığı kökenli bir toplulukmuş. Güney Mezopotamya’dan göç ederek, Irak’a yerleşmişler. Beşinci yüzyılda Nasturi tarikatını seçtikleri için aforoz edilmişler. 16. yüzyılda ise, Gregoryen Ermenilerin bir bölümü gibi, ticaret yapmak ve zengin olmak açısından avantajlı olacağını düşünerek, Katolik olmaya karar vermişler. Papa da bu taleplerini kabul etmiş.

Buradan Tarlabaşı içlerine gidip Karakurum Sokağı’nda büyük bir taş bina göreceğiz.
Meryem Ana’ya ithaf edilen bir kilise ve başka bolümler -idare, okul vb.- 1960’ta
Süryaniliğin Türkiye’deki merkezi Mardin’den getirilen taslarla inşa edilmiş ve İstanbul-Ankara Metropolitliği’ne ev sahipliği yapan Süryanilerin kendi yaptıkları tek Süryani Ortodoks kilisedir. Heybetli bir mabet.

Süryanilik en eski Hristiyan mezheplerinden biridir. İsa’nın dili olan Aramice konuşurlar. Dilleri ve alfabeleri Sami kökenlidir. Görece yakın zamanlarda aralarından bazıları Süryani-Katolik olmuştur. Tarlabaşı’ndaki Meryem Ana kompleksinin başında bir Metropolit bulunmaktadır.

Günümüz İstanbul Süryanilerinin varlığı 1830’lu yıllara dayanır. Anadolu’nun batı bölgelerine göç etmeye başlayan Süryaniler, özellikle de ticaret ve sanayinin merkezi olan İstanbul’da kalmaya karar kılmışlardır. Bu yerleşme kararı, 1841’de Süryani Ortodoks Kilisesi Patriği II. İlyas Hindî tarafından teşvik edilmiştir.

Kilisenin bugünkü binası ise Süryaniler tarafından 1961’de inşa edilmeye başlanmış ve 1964’te ibadete açılmış. Kilisede Mardin taş işçiliğinin güzel örnekleri var. Özellikle çelenk bezemeli burmalı kolon başlıkları yapının göz alıcı kısımları. Kiliseye ek olarak yapıda idare ve okul bölümleri de mevcut.

Buradan çok da uzak olmayan Kalkoncu Kulluk Caddesi’nde 1897’den Rum Ortodoks Aya Konstantinos ve Eleni Kilisesi var.

Beyoğlu Rum Ortodoks Vakfı’na bağlı Aziz Konstantin ve Eleni Kilisesi bölgenin ikinci en eski kilisesi. Mimar Konstantinos Karatzas tarafından 1856-1861 yılları arasında 5 yıllık bir sürede inşa edilmiş ve açılışı 9 Nisan 1861 tarihinde gerçekleştirilmiş. Kubbeli, haç planlı bazilika şeklinde ve iki karakteristik çan kulesi bulunmakta.

Kilise, Konstantinopolis’in kurucusu Bizans İmparatoru Konstantin M. ve annesi Eleni’ye adanmış ve yortusu (kutsal gün) her yıl 21 Mayıs’ta kutlanmakta. Bitinya’da doğan Eleni Hristiyanlığı kabul ettikten sonra yoksullara yaptığı yardımlar ve kutsal yerleri ziyaretleri ile tanınmış ve ölümünden sonra azize ilan edilmiştir.

İmparator Konstantin 312 de taht kavgası nedeniyle Maxentus ile savaşırken gökyüzünde hale ile çevrelenmiş kutsal haçı görür ve savaşı da onun sayesine kazandığına inanır. Bu olaydan sonra şükran borcunu ödemek üzere Kudüs’e giden Eleni oradan “Kutsal Haç” kabul edilen röliği İstanbul’a getirir. Ölümünden sonra azize payesi verilir Yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun ortasında yer alan kilise bazilika ile Yunan haçı planın birleştirildiği bir plâna sahiptir.

Onun biraz aşağısında, hiç beklenmedik bir yerde müze var. Burası Polonyalı şair, dramacı, vatansever ve Polonya milli destanının yazarı, Leh edebiyatında Romantizmin en önemli temsilcisi Adam Mickiewicz’in evi. Polonya’nın Türklerle ortak çabalarla açılmasına katkıda bulunduğu bu müze, hayatının bir kısmını siyasi sürgün olarak İstanbul’da geçiren büyük Polonyalı şair Adam Mickiewicz’in evi. Müzede Mickiewicz’in hayatı ve eserleri ile ilgili bilgi ve belgeler, şairin İstanbul’da geçirdiği yıllara ait fotoğraflar ve Polonya özgürlük mücadelesine ait eser, belge ve fotoğraflar bulunmaktadır.

Bundan 160 yıl önce bir sabah, ülkesinin bağımsızlık mücadelesini örgütlemek için, güneş altın ışınlarıyla ortalığı aydınlatırken ayak basmış 'mucizevi' İstanbul'a. Ve iki ay sonra 1835’te Beyoğlu'nun çamurlu yolları arasında, bir çift öküzün çektiği sade bir tabut içinde koleradan veda etmiş hayata.İç organları çıkarttırılarak yaşadığı evin bodrumuna, cesedi ise Paris’te gömülmüş.

Sakız Ağacı Sokağı Tarlabaşı içlerine de devam eder. Buraya sapınca, sol kolda, birkaç bina sonra, üzerinde haç olan bir kapı olması lazımdı. Kapıyı çalıp, içeridekilere kendimizi tanıtacaktık çünkü bu yüksek binanın giriş katında bir kilise vardı. Ne yazık ki, Tarlabaşı kentsel dönüşüm içinde ve terk edilmiş durumda. Zaten artık burada yasayan cemaati de yok. Hepsi Türkiye’den gitmiş.

Katolik otoritesine bağlı, ama Doğu usulünde ayin yapan Melkitler. Vaktiyle Bizans’a başkaldırıp Katolik olmuş ve Müslümanlarla da iyi geçinmişlerdi. Melkit, “Melekit”, yani “Melik’in Adamları” anlamına gelir. Bizanslıların onlara hakaret etmek için kullandığı bu kelime mezhebin adı haline gelmiş. Melkitler daha çok Suriye ve Lübnan taraflarında kalabalıktılar. Abdulhamit zamanında Maruni, Melhame Paşa padişahtan onlara ibadet yeri isteyince, bir aparmanın iznini kopartmış. Cemaat kalmayınca bu kilisenin bakımını yapan bir mezhep olan Keldanilere verildi.

Tarlabaşı, kentsel dönüşüm ya da restorasyon halinde tek tipli, tek kültürlü, hatta tek dilli, heteroseksüel, çağa, sermayesi ile ayak uyduran insanların yaşadığı bir yer hâline getiriliyor. Genellikle boşalmış bir görünüm içerisinde olan mahalledeki binaların ve sokakların fotoğraflarını çekmeye çalıştım. Kentle daha bütünleşik, daha kalıcı bir çözüm için bölgenin konut dokusunun korunabilmesi, gerçekten yaşayan bir alan olarak kalabilmesi temennim.

Daha aşağıda Kurtuluş Deresi yolu var. İlginç sokaklar bunların çevresinde toplanmış.

Her bina, İstanbul’un tarihine dair bir hikâye anlatır. Narçıl Sokağı’ndaki karakterli evleri not alın ve numara 105’e özellikle dikkat edin!

Demirbaş sokağındaki 20 numaralı ev ve diğerleri çok ilginizi çekecek.

Bu açıdan baktığınızda Fıçıcı Abdi Sokağı da oldukça karakteristik gelecek.

Ziba Sokak, “ziba” güzel, yakışıklı demek. İstanbul’da, kapanmış çok ünlü bir genelev sokağının adı.

Buradan Hamalbaşı’nın devamı olan Ömer Hayyam’a geçip sonra Emin Cami Sokağı’na sapınca, cami adı taşıyan bu sokakta İstanbul’un ender Protestan kiliselerinden ikisini yan yana.

İngiliz konsolosluğunun arkasında, Kamer Hatun Mahallesi, Emin Camii sokağında köşede olan Prusyalılar, Avedaragan Amenasurp Yerrortutyun Ermeni Protestan Kilisesi, Ermenilerin Protestan hareketlerinin başladığında yapılan ilk kilisedir.

Yanında Aynalı Çeşme Sokağı civarında Alman Protestan Kilisesi, 1843 yılında kurulmuş. Türkiye’deki tek Alman Evanjelist kilisesi.

Tarlabaşı’ndan Taksim Meydanına çıkıp, Cihangir’e ilerleyerek Cizvitlerin kurduğu St. Pulcherie arasından geçerek Ağa Hamamı Sokağı’ndan Galileo Galilei İtalyan Lisesi ve Özel Zapyon Rum Lisesi’ni de gördükten sonra Taksim Atatürk Anıtı’nda günü bitiriyoruz.

İstanbul hiç şüphesiz, kadim olarak tanımlanan şehirlerin başında gelir. Bu sebeple, farklı dini inançların, kültür ve etnik kökenlilerin bir arada yaşıyor olması da doğal. Neredeyse altı yüz yıldan beri Müslümanların yönetiminde olsa da diğer semavi dinlerin cemaatleri ve ibadethaneleri bu şehirde varlıklarını sürdürüyor.

Bu yazımda da kullandığım Kaynaklar:

İstanbul Nasıl Gezilir_Haldun Hürel

İstanbul Gezi Rehperi_ Murat Belge

Taşların Dilinden İstanbul_Sami Bayraktar

Strolling Through İstanbul_Hilary Summer-Boyd & John Freely

Mustafa Cambaz

Turan Akıncı

Kültür Envanteri

The Magger

Belediye web siteleri yazıları

Çok teşekkür ederim.