77

Azapkapı - Perşembe Pazarı Gezisi

Yeni yerler görmek, bana her defasında bambaşka bir bakış açısı kazandırdı. Her gezi, kendi içinde bir öğrenme süreciydi; yeni sokaklar tanımak, farklı yaşam tarzlarına tanık olmak ve daha geniş bir perspektiften görebilmek. Gezmek sadece bir hobi değil, aynı zamanda kişisel gelişimim için de vazgeçilmez bir aracı.

Son zamanlarda Azapkapı’ya yönelik artan bir ilgim oldu. Kentin bu bölgesini elinizde rehber kitap olmadan dolaşmak ve bölgenin hayranlık uyandıran köşelerine denk geldiğinizde ne olduğunu bilmeden, anlamadan fotoğraf çekmek zorunda kalmadan gezmeniz için bu yazıyı sizler için hazırlamaya çalıştım. Azapkapı, Perşembe Pazarı bölgesini sindire sindire, tadına ve dokusuna vara vara “keşfetmek” in keyfine umarım benim gibi siz de varırsınız.

Keyifli gezmeler...

Yenikapı-Hacıosman metrosundan Haliç durağından inip, Azapkapı çıkışı olarak yürüyen merdivenlerden indikten sonra karşımıza sağda tarihi Galata surlarından ayakta kalan çok az parçasından birini görüyoruz. 25-30 m. uzanan sur kalıntısı 14. yüzyıldan kalma. İç Azapkapı’ya çıkan bu sur kalıntısının Ortaçağ’da Galata şehrinin iç surlarını oluşturuyormuş.

Unkapanı Köprüsü’nün kuzey ucunda Sokullu Camii’nin hemen üzerinde Azap Kapısı bulunuyor. Azapkapı ismini alması ise günümüzde mevcut olmayan Galata surlarının burada bulunan kapısından dolayı. Cenevizliler döneminde Porta di San Antonio olarak adlandırılan kapı, 16. yüzyılda tersanenin Kasımpaşa’ya taşınmasının ardından burada çalışan Bahriye azeblerinin (Osmanlı askerî teşkilâtında kara ve deniz hafif piyadeleri için kullanılan bir tabir) kışlalarının o çevrede olmasından dolayı Azapkapısı adını almış.

Tersane Caddesi’nin Refik Saydam Caddesi ile buluştuğu noktada Meyit Kapısı, bir zamanlar Galata’ya giriş çıkışı sağlayan bu kapılardan geriye iz kalmadı.

Haliç metro durağının Azapkapı çıkışında görülen iç surların Tersane Caddesi ile buluştuğu noktada bir zamanlar İç Azapkapısı varmış.

Buradan Yolcuzade Sokağı’nı takip ederek yaklaşık 80mt sonra Harup, Harip Kapı’ya ulaşıyoruz. Bu kapı Cenevizler’den kalan tek sağlam kapı.

Caddenin karşı sırasına geçip içeri sapan ilk sola girdiğinizde, biraz yürüdükten sınıra, Galata surlarının eldeki tek kapısı şimdi Yanıkkapı adıyla bilinen bir sur kapısı geliyoruz. Bu da Ceneviz duvarlarının bir kalıntısıdır.

Parkın az ilerisinde kocaman bir Haluk Tezonar tarafından “Türk Büyükleri” projesi kapsamında yapılmış Mimar Sinan heykeli duruyor.

Perşembe Pazarı Otoparkı’nın tam karşısında Unkapanı Köprüsü’nün Galata ayağının dibindeki Azapkapı Cami bânisinden dolayı Sokullu Camii bulunuyor. Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa tarafından 1577-1578 yılında Mimar Sinan’a yaptırılmış.

Sinan’ın klasik dönemi sonrasına ait olan yapı, Selimiye Camii’nin daha ufak ölçekli uyarlamasıdır. Kareye yakın dikdörtgen planlı caminin üzeri sekiz ayak üzerine oturan merkezi kubbe ve bunu çevreleyen dört yarım kubbe ile örtülü.

Camii denize çok yakın olduğu için yükseltilmiş bir platform üzerine inşa edilmiş. Bu haliyle Eminönü’ndeki Rüstem Paşa Camii’ne, oktagonal (sekizgen) yapısıyla da Edirne Selimiye Camii’ne benziyor. Camiye iki katlı ve kapalı bir son cemaat yerinden giriliyor. Üç yanında galeriler var ama içi restorasyonda olduğu için kapalı.

Bosna’dan devşirilerek saraya alınan Sokullu Mehmed Paşa zekâsı ve çalışkanlığı ile sarayda hızlıca yükselerek, kaptan-ı deryalık ve vezirlik görevlerinin ardından sadrazam olmuştur. Kanuni Sultan Süleyman döneminde başladığı sadrazamlık görevini II. Selim ve III. Murad dönemlerinde de sürdürmüştür. II. Selim’in kızı İsmihan Sultan’la evlenen Mehmed Paşa sahip olduğu büyük servet ile İstanbul başta olmak üzere imparatorluğun birçok yerinde hayır eserleri yaptırmış.

Sokullu Cami’den Karaköy-Azapkapı caddesine gelirken, gösterişli bir sebil ve çeşme olan Saliha Sultan Çeşmesi’ni görüyoruz. Sultan IV. Mehmed’in eşi Rabia Gülnuş Valide Sultan, İstanbul gezilerinin birinde Azapkapı’dan geçer. Yol üstünde sevimli bir kızın ağladığını görür. Önünde kırık bir testi vardır. Rabia Sultan “Yavrucuğum neden ağlıyorsun? Kırılan testi olsun, sil gözyaşlarını” der. Kızcağız “Testi kırıldığı için ağlamıyorum. Sabahtan beri, iplik gibi akan suyun başında bekledim. O kadar zaman bekleyip doldurduğum testiyi hizmetçilik yaptığım eve götüremedim.” cevabını verir. Saliha adındaki bu kızı alıp saraya götürür.

Saliha aldığı eğitimle kendini yetiştirir. Rabia Sultan onu II. Mustafa ile evlendirir. Böylece Saliha Sultan olur. “Testimin kırıldığı yere öyle bir çeşme yapılsın ki asırlar geçsin ama çeşmenin suyu bitmesin, sanatı gözden düşmesin. Testisi kırılan kızlar, bir daha dolduramam diye gözyaşı dökmesin. Suyu bol aksın der” ve bu çeşmeyi yaptırır.

Zaten Galata çok sulak bir bölge olmadığından Ceneviz döneminde bile suyunu eski İstanbul’dan tedarik edermiş. 18. yüzyılda artan nüfusla birlikte buradaki mahallelerin su ihtiyacını karşılamak her zamankinden önemli hal olmuş. Bu tip durumlarda iş devlet hazinesinden çok hayırsever hanedan üyelerine düşermiş. Böylelikle Sultan I. Mahmud’un annesi Saliha Sultan Galatalıların imdadına yetişmiş. Kuzey Ormanlarında biriken sular Belgrad Ormanı’ndaki bentler ile Taksim maksemine gelerek orandan bu çeşmeye ulaşmış.

Yeşildirek Sebili ya da Çinili Hamam Sebili olarak da bilinen Mahmut Paşa Sebili Azapkapı Haliç Metro otobüs durağının önünden karşıya geçtiğinizde Tersane Caddesi’nin sol köşesinde kafeye bitişik duruyor.19. yüzyılın Tanzimat üslûbunda olan Mehmet Paşa Sebili’nin yuvarlatılmış köşesine nakşolunan kitabesinde 1846’da yapıldığı yazıyor.Bir dönem Vakıflar tarafından tamir ettirildikten sonra dükkân olarak kiraya verilmiş, kiracısı dökme demir şebekesini söküp çıkardığından orijinal görünüşü kaybolmuş.

Sırtımızı deniz tarafına verip, Mehmed Pasa sebili karşımıza aldığımızda, solda Yeşildirek Hamamı var. Çeşme Meydanı Hamamı, Azapkapısı Hamamı ve Sokullu Mehmet Paşa Hamamı gibi değişik isimlerle de anılıyor.

Mimar Sinan yapısı olan ve Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa tarafından inşa ettirilerek Azapkapı Cami’sine vakfedilmiş.Bugün pek turistik bir işlevi olmayan hamamın, eskiden iç kısımda çinileri de varmış. Günümüzde hamam iç (sıcaklık) girişi, kenarları fayanslarla kaplı. Hamama ait orijinal kısım, sadece duvarın boyanmamış bir kısmında kalan kalem işi.

Tersane Caddesi yol düzenleme çalışmaları esnasında cadde üzerinde yapıya uymayan bir kapı açılmış. Eski kapıyı hamamın yan tarafında görebilirsiniz.

Eğer Galata’ya 16. yüzyılda gelmiş olsaydık, Haliç limanından, Saint Antonio Kapısı yakınlarında iskeleye çıkarak eski Buğulu (Bugalice) Kapı’dan geçip şehre girecektik. 1387 tarihinde açılmış olan Harup Kapı’ya (ya da Harip Kapı’ya), oradan da aynı şekilde tırmanarak, kuzeydeki 1442 tarihli Saint Bartholemy Kulesi’ne (bugün yok) varacaktık. Burası, Galata şehrinin iç sur hattının dış sur hattıyla buluştuğu noktadır.

Bugün yıkılmayıp ayakta kalmış sadece birkaç parça var. Önce şehrin dış sur hattı üzerinde yer alan, Galata sınırlarının genişlemesinden ötürü de bir zaman sonra iç kısımda kalan Harup/ Harip Kapı bunlardan biri. İç Azap kapısının yaklaşık 80 m. kadar kuzeydoğusunda açılmış olan bu kapıdan halen arabalar geçmeye çalışıyor.Kapıya dışardan baktığımızda, üzerinde bir dönem Galata’yı yöneten Doria ailesi ile bölgenin itibarlı ailelerinden Merodi’ye ait kitabe var. Ceneviz dönemine ait bu kitabe, doğalgaz çalışması yapan bir İSKİ kepçesi tarafından 2005 yılında “yanlışlıkla” kırılınca, Mimarlar Odası tarafından çelik kafese alınarak otoparka komşu olması uygun görülmüş.

Harup Kapı üzerinde ayakta kalmış ve bugün tel kafes içinde görebileceğiniz kitabede Ceneviz arması (ortada) D’oria (solda) ile De Merude (sağda) ailelerinin armaları olmak üzere üç arma var. Armanın ortasındaki hac Cenova şehrinin koruyucusu Aziz George temsil ediyor. Solda, Doria ailesine ait kartal figürlü armadan, Preveze Deniz Savaşı’nda haçlı donanmasını komuta eden Andrea Doria ailesinin bir kolunun Galata’da yaşadığı anlaşılıyor. Sağdaki arma ise zengin De Medura ailesine ait.

Eskiden Harup Kapı’nın 190m. kadar güneydoğusunda, Yanık Kapı Sokak’ın Bankalar Caddesi ile birleştiği noktada, Yanık Kapı adıyla bir diğer kapı yer alıyormuş. 1335 yılında çıkan bir yangına müdahale edebilmek amacıyla açıldığı için Yanık Kapı adını almış. Bugün bu kapı da yok.

Yolcuzade Camii Yolcuzade Hacı Ömer Efendi tarafından 1476 yılında yaptırılmış.

Emekyemez Mahallesi Yüksek Minare Sokağı’nda yer alan üçgen planlı bu mescit, Galata’nın Fetih sonrası Türkleşme sürecinde beliren yapılardan. Bânisi Hüsamettin Efendi isimli bir hayırsever imiş, kabri de caminin küçük bahçesinde.Mescidin adı, inşaatında çalışan işçilerin ücretlerini alın terleri kurumadan almasına borçlu olduğu rivayet ediliyor.

Kâgir duvarlı (tabanı, tavanı, tüm duvarları taş ve tuğla gibi yanıcı olmayan maddeler ile inşa edilen) yapının minaresi tuğladan. Son cemaat yeri olmayan mescidin kapısının sağında küçük bir haziresi var.

Emekyemez Mescidi’nin cephesi boyunca ilerleyip yokuş aşağı indiğimizde hemen köşede Cudîdil Valide Sultan Çeşmesi’ni görüyoruz. Klâsik tarzda, kufeki (İstanbul taşı. 2500 yıldan fazla ayakta kalan bir tas. Klimatik özelliği var) taşından yapılmıştır. Çeşmenin ayna taşının (musluğun takıldığı aynalarla süslü düşey tas. Daha çok mermerden yapılmış olup musluğun üstünde yer alır) her iki yanında da çiçek motifleri var.

Galata’nın Azapkapı bölgesinde, Yanıkkapı Sokak ile Abdüssalah Sokağı’nın kesiştiği noktada Sokullu Mehmet Pasa Çeşmesi var. Teknesiyle, lülesi (ağzı) yerinde olmayan çeşmenin cephe nişi üzerinde yer alan kitabesi de 2007 yılında çalınmış.Üzerine dükkankondu konmuş, epeyce toprağa gömülmüş, tek cepheli, sade, 1568 yapımlı Osmanlı Galata’sının en eski çeşmelerinden biri.

Abdüssalah Sokak’tan aşağı doğru ilerleyelim. Biraz ilerde solda Arap Cami Çıkmazı’na geliyoruz. İstanbul’un en ilginç mimari yapılarından birisi Arap Cami’dir. Azapkapı yakınlarındaki bu yapının bir benzerine ne Galata’da ne de İstanbul’un başka bir yerinde rastlamak mümkün değil.

Caminin avlusunda önce şadırvanı görürüz. Avlunun sonunda binaya bitişik duran kabir dikkat çekici. Bu kabirde 717-718 yılında Bizans’a karşı giriştiği seferiyle ün kazanan Emevi kumandanı Mesleme bin Abdülmelik’e ait olduğu yazıyor.14. yüzyıl başlarında Dominikan tarikatı kilisesi olarak inşa edilmiş. Kendisinden önce var olan Aya İrini (Saint Irene) Ortodoks Kilisesi’nin yıkıntıları üzerine yapılmış.

Fetihten sonra cemaatini yitiren yapı, sonunda Arap Cami adıyla Müslümanların ibadetine açılmış. Tarih boyunca Galata’da patlak veren hemen her yangından nasibini alan Arap Camii, defalarca restorasyon geçirmiş.

Dikdörtgen plana sahip caminin piramit çatılı, kare şeklindeki çan kulesi bugün minare olarak işlev görmekte.

Avlunun sonundan sağa döndüğümüzde koridordaki kemerin kaburgalı tonozları (mimarlıkta kemerlerin bir araya gelmesiyle oluşturulan, genellikle tavan örtüsü olarak işlev gören yapı parçasıdır)yapının erken gotik üslubu yansıtan en önemli özelliklerden. Arap Cami’nin mihrap bölümünde de gotik üsluplu birkaç sivri kemerli pencere var. Avlunun sonunda, sağda yer alan ve Galata Mahkemesi Sokak’a açılan koridorun sağ tarafında mermerden oyma korkuluk levhaları görülüyor.

Yapının bir zamanlar duvarlarını süsleyen ve onarımlar sırasında İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne kaldırılan azizelere ait resimlerle burada bulunan Latin mezar taşları, ayrıca yapının şekli ve çan kulesi Arap Camii’nin bir Müslüman mabedi olmadan önce bir Latin Katolik Kilisesi olduğunu teyit ediyor.

Azapkapı’da Tersane Caddesi’nin deniz tarafında içine inşa edilen, ancak zamanla yıkılan mescit Kemankeş Mustafa Paşa tarafından yaptırıldığı için Yelkenciler Hanı’n bu sadrazamın vakfettiği bir 17. yüzyıl eseri olduğu kabul ediliyor.

Yelkenciler Hanı, 19. yy.’da burada yelken bezi üretildiği için bu isimle anılmakta. Hanın avlusuna beşik tonozlu (kemer profiline göre yarım daire veya sivri kesitli olabilen tek bir eğriden oluşan tonoz türü) bir koridordan geçtikten sonra girilir. Oldukça siyah durumda olan handa eskiden katlardaki odalar bir revağa (bir yapıda üstü örtülü sundurma) açılıyormuş. Bugün o revak yok. Üst kat zaten son derecede bozularak günümüze gelebilmiş.

Solda pembe boyalı ahşap minareli Makbul İbrahim Pasa Cami’sini görüyoruz. Kanuni’nin çocukluk arkadaşı Vezirazam İbrahim Paşa’nın 1536’da yaptırdığı cami, II. Mahmud zamanında yenilenmiş. Son restorasyonda zarif minaresi dahil orijinal halinden epeyce uzaklaşan caminin çevresi Osmanlı döneminde Yağ kapanı olarak bilinirmiş.

Hemen karşı çaprazında şu an etrafı çevrili restorasyonda olan Kethüda Yahya Ağa Çeşmesi bulunuyor. Osmanlı sadrazamı Hekimoğlu Ali Paşa’nın kâhyası tarafından 1733 yılında yaptırılmış. Kesme tastan yapılmış olan çeşme Haliç’e bakıyor umarım en kısa zamanda bize de bakar.

Tekrar ana caddeden doğuya, Karaköy’e doğru ilerleyince, sağda karşımıza rengi yine kırmızımtırak, tepesinde dokuz kubbesi olan bir han çıkıyor. Bu, İstanbul’un en eski Türk yapılarından Galata Bedesteni yani Fatih Bedesteni.

Evliya Çelebi, dört demir kapısı olan bedestenin dış cephelerine bitişik tonozlu dükkânlarda çuha kumaş gibi ürünlerin satıldığından bahsediyor.

Bedesten, Fatih döneminde inşa edilerek gayrimüslimlere kiralanan bir depo olarak kullanılmış. Yapı III. Murat’ın bir fermanı ile 22 Aralık 1585 tarihinde bedesten haline getirilmiş. Fatih Sultan Mehmed’in Ayasofya Vakfı’na gelir getirmesi için yaptırdığı bu yapı şimdi epeyce yıpranmış durumda.

İstanbul’daki bedestenler erken dönem “bankalar” mış. Bankaların olmadığı devirlerde, İstanbul halkı kıymetli eşyalarını, paralarını ve mücevherlerini eşya muhafazası ve dellâliye denilen ücret (malın cinsine ve bölgelere göre farklılıklar gösterirmiş) karşılığı ile ağzı mühürlü olan ve sonradan “memleket sandıkları” denilen sandıklarda saklarmış. Bu sandıklar İstanbul bedestenlerinin mahzenlerinde muhafaza edilirmiş.

Burası Karaköy'ün en güzel manzaralı hanı. Kurşunlu Han'ın hemen yanındaki Enomotarchi Han, ismini 19. yüzyılda yaşayan avukat Enomotarche'den almış. Tersane Caddesi boyunca Karaköy’e doğru ilerlerken Rüstem Paşa’nın Sinan’a yaptırdığı Kurşunlu Han’a geliyoruz.Galata’da şehre ticaret için gelenlere kapılarını açan kervansaray tarzı bu han Türk devri Galata’sında Bedesten ve Yelkenciler Han dışındaki en önemi ticari yapı. Nitekim bizim de gezdiklerimiz içinde bizi en çok şaşırtan han. Hanin içinde çok özel sanat atölyeleri ve sanatçıların eserleri var.

Daha çok Hıristiyan ziyaretçilere ev sahipliği yapmış olan kervansaraya sivri kemerli bir girişten geçerek giriliyor. Yapının hemen girişinde bugün çeşme yalağı olarak kullanılan taş, erken Bizans döneminden kalma, Saint Michele Kilisesi’ne ait Korint (sütun başlarının akantus yapraklarıyla süslendiği ve sütunların bir kaide üzerine oturtulduğu, klasik mimarideki üç düzenden -dor, iyon, korint- biri) tarzı bir sütun başlığı oyularak yapılmış.

Kurşunlu Han iki katlı. Zemin kattaki payeler (ayak, tek başına bir bütün oluşturan ve sütun işlevi gören taşıyıcı öğe) ile duvarlardaki derz ve tuğla tezyinat (süslemek, bezemek, donatmak” demek. Osmanlılar bezek ve bezeme yerine tezyînât kelimesini tercih etmişler) üst kattan farklı.

Kervansaray 1296’da geçen ve Cenevizlilerin dinî reislerinin makamı olan San Michele Kilisesi’nin yıktırılmasından sonra, arsası üzerinde yapılmış. Binanın ikinci kattaki destek ve taşıyıcılar ise tamamen 16. yüzyıl Osmanlı mimarisi üslubunda.

Abdüssalah Sokağı ile Perşembe Pazarı Caddesi arasında uzanan ve dörtyol ağzının karşısı da Galata Mahkemesi Sokak bulunuyor. Bugün bölgedeki diğer sokaklar gibi altları dükkân olan 4-5 katlı han ve iş yerleriyle bezeli olan bir araba geçebilecek ölçüde dar bir sokak.Sokağın adı eski kadılık makamına işaret ediyor. İstanbul’un II. Mehmet tarafından fethi akabinde şehrin adli yönetimi İstanbul (yani tarihi yarımada bölgesi) ve Bilâdı Selâse (yani geri kalan Üç Bölge) olmak üzere İstanbul, Eyüp, Galata ve Üsküdar olmak üzere dört kadılığa ayrılmış. Galata kadılığı, Beşiktaş, Yeniköy ve İstinye gibi Boğaz’ın Avrupa yakasındaki köylerin yanı sıra, Marmara Adası, Kapıdağ, Erdek, Mudanya ve Bandırma kazaları içeren 300 köy ve 44 bucağı kapsıyormuş.

Galata kadısının idari binası Galata Mahkemesi Sokağı’nda, Perşembe Pazarı Caddesi ile Bekar ve Zencefil sokakların çevrelediği adada yer alan Osmanlı devrinde mahkeme binası olan Saksı Han olduğu söyleniyor. Galata Mahkemesi’nin karşısında bulunan Ceneviz Han’da mahkemenin hapishanesi olduğu söyleniyor.Saksı Han’ın bir 18. yy. yapısı olduğu sanılmaktadır. Alt kademelerdeki derz, tuğla ve taş işçiliğinden evvelce yerinde bir Ceneviz yapısının olduğu da anlaşılıyor.

Fatih devri sonlarına doğru, Galata’da 535’i Müslüman, 592’si Rum, 332’si Frenk ve 62’si Ermeni evi olmak üzere toplam 1521 ev ve 260 dükkân bulunmaktaymış. Galata Mahkemesi Sokağı’nda ve civarında bulunan 17. ve 18. yüzyıldan kalma bazı binalar Osmanlı, Bizans ve Ceneviz döneminin mimari tarzını yansıtması nedeniyle önemlidir.

Galata Mahkemesi Sokak’ta biraz dolaştıktan sonra yeniden Perşembe Pazarı Caddesi’ne dönüp, oradan da sola, yukarıya doğru yürüdüğümüzde, solda yeşil kapılı Yoğurtçu Han’a ve No. 12’de Ticaret Han’a geliyoruz.

1891-1909 yılları arasında Osmanlı Devleti borçların ödenmesi için alkollü içecek, tutun gibi vergilerin gelirlerini 10 yıllığına yabancı bankaların Tütün Rejisi adıyla kurdukları şirkete devredilmiş.Tütün Rejisi bu tarihlerde hanın alt katını genel yönetim merkezi olarak kullanmış. Binanın üst katlarında ise ağırlıklı olarak tüccar ve komisyoncular yer almış.

1881 yılında inşa edilmiş olan Ticaret Han’ın ne mimarı ne de yaptıranı belli. Giriş kapısı üzerindeki demir levhada hanın adı hem Arap hem de Latin karakterlerle yazılı. 1300 metrekarelik alana oturan yapının 3 katı ile bir de asma katı bulunuyor. Yapının üst katları revaklı, içe dönük zemin katı ise revaksız. Bu haliyle Osmanlı hanlarına benziyor. Ancak cephelerde ve cam çatılı avluda Avrupai bir tarz egemen.

İstanbul’un ilk tabelacılarından biri olan Y. Stiponia da 1990’lı yıllara kadar bu handa faaliyet göstermiş.

Hırdavatçılar çarşısı içinde Gülnuş Emetullah Sultan’ın 17.yy. da yaptırdığı şimdi geriye hiçbir izi kalmayan caminin sadece ona ait bir çeşmesi dükkânın önünde boynu bükük öylece duruyor. Hırdavatçılar Çarşısı’nın yerine önceden 1272 yılında San Francesco Katolik Kilisesi ve Manastır kompleksi varmış. II. Mustafa kilisenin yeniden yaptırılmasına izin vermeyince III. Ahmed’in annesi Gülnuş Sultan kilisenin arsasına Yeni Valide Cami’sini yaptırmış. Cami harap durumdayken 1937’de yıktırılınca Adnan Menderes 1954 yılında arsayı hırdavatçı esnafına tahsis etmiş.

Biraz ilerde solda ise Eski Tay Çıkmazı var. Epeyce dar olan bu sokakta Serpuş Han var.

Kesme taş ve tuğla duvarları olan tarihi bir han. Üç katlı ve avlusuz yapının bir Ceneviz ya da Bizans yapısının temelleri üzerine 18. yy’da inşa edilmiş.

Üst kattaki odalardan birinde yer alan hangi tarihte yapıldığını bilinmeyen güzelce bir tavan süslemesi var. Bunu ararken hanın hiç kimsenin olmadığı koridorlarında üç bayan dolaşırken bayağı korktuk. Herkes cumaya gitmiş ama dükkânları açık öyle bırakmışlar. Sonunda bir dükkâna oradan diğer odaya geçerek tavan süsünü bulmamız hayli komik oldu.

Karaköy, Hırdavatçılar Çarşısı yakınındaki Bereketzâde Medresesi Sokağı’nda klasik üslûpta, üstü kiremit örtülü küçük bir ibadet yeri olan Bereketzade Cami ve medresesi var.

Külliyenin orijinal camisi günümüzde mevcut değil. Ancak yapıdan günümüze ulaşabilmiş olan medrese binası bugün kısmen camii olarak kullanılmakta. 1732 tarihli orijinal Bereketzâde Çeşmesi’de Galata Kulesi’nin bulunduğu meydana taşınmış.

Yapının banisi II. Mustafa ve III. Ahmed’in valideleri Gülnûş Emetullah Sultan’ın uzun süre kethüdalığını yaptığı için Valide Kethüdası adı ile tanınan Hacı Mehmed Paşa’dır.

Teğmen Hüseyin Sofu Sokağı’nın Söğüt Sokak ile kesiştiği köşede Çituri Han var. Han, adını 20. yüzyılın başlarında İstanbul’da yerli ve yabancı pek çok yayını basan, aynı zamanda kırtasiyecilikle de meşgul olan Aleksander (Aleko) ile kardeşi Dimitri Çituri’nin (Tsitouris) “Çituri Biraderler Basımevi” adını taşıyan matbaalarından alıyor.

19. yüzyıl hanlarındandır. 1861 senesinde inşa edilen yapının ilk sahibi Vasil Hacıyanopulos’tur. Adının “İbret Hanı” olduğu bu ilk dönemde handa borsa komisyoncuları, tüccarlar ve sigorta acenteleri de yer almış. Çituri Biraderler binayı 1918 yılında satın almışlar. Iki katlı olan hanın üzerine iki kat daha çıkarak bugünkü haline getirmişler.

Çituriler pek çok yerli ve yabancı kitap da bastıkları Çituri Han’ın giriş katında bir de kırtasiye dükkânı açmışlar. Türkiye’den ayrılırken hanı satmışlarsa da bina dış görünümünü bugüne dek başarıyla korumuş. 90’lı yıllarda binanın giriş katında Çiturileri yâd edercesine bir kırtasiye dükkânı varmış. Bugün hanın giriş katında bir hırdavatçı dükkânı yer alıyor. Pembe boyalı binanın üst katları ise daha ziyade depo olarak kullanılıyor.

Çituru hanı gezerken araya hikâyesini koymak isterim.

Ünlü Matbaacılar:Çituri Biraderler

20. yüzyılın başlarında İstanbul’da yerli ve yabancı pek çok yayını basan, aynı zamanda kırtasiyecilikle de meşgul olan Aleksander (Aleko) ile kardeşi Dimitri Çituri (Tsitouris) “Çituri Biraderler” den bahset istiyorum.

Çituri ailesi, Meşrutiyet Caddesi’nin Kıblelizade Sokak ile buluştuğu köşedeki o zamanlar Çituri Apartmanı’nda yaşarlarmış.

“Çituri Biraderler Basımevi” adını taşıyan matbaaları ile biliniyorlarmış. Bu matbaada dönemin pek çok yabancı dildeki yayını gibi, İstanbul’un ilk kapsamlı turistik rehberlerinden olan “The Tourists’ Istanbul” (1953) isimli kitapta basılmış.

1950’lerde Fethi Naci, Metin Özek, Arif Damar, Şükran Kurdakul gibi dönemin genç edebiyatçı yazarların çıkardığı “Yeryüzü” dergisi de Çiturilerin matbaasında basılırmış. 15 günde bir yayınlanan bu fikir ve sanat dergisi 1 Kasım 1951 ile 15 Mart 1952 arasında yalnızca 11 sayı çıkabilmiş. Dönem itibarıyla polis baskısı altında tutulan Çituriler ilk birkaç sayıdan sonra dergiyi basmak istememişler. Derginin yazı işleri sorumlularından Metin Özek her yeni baskı öncesinde Çituri Han’a gidip derginin orada basılması için yalvarırmış. Çituriler de “her defasında “bu son kez, bilesin” der basarlarmış.

Çiturilerin matbaacılıktaki serüveni özellikle 6-7 Eylül 1955 pogromu (İstanbul’da yaşayan Rum azınlığa karşı gerçekleşen toplu saldırı) akabinde kötüye gitmiş. Çiturikardeşler “kilise papazlarını Türkiye aleyhine kışkırttıkları” yönündeki iddiaların ardından 1957 yılı Kasım ayında sınır dışı edilirmişler. Aleko Çituri Türkiye’den ayrılışından dört yıl sonra, 1961 yılında Atina’da vefat etmiş.

Çituriler bir dönem Pera’daki ticari fırsatları da değerlendirmek istemişler ve bu amaçla, İstiklal Caddesi üzerinde Eski Çiçekçi Sokağı köşesindeki İsak Levy’ye ait olan eczaneyi devralarak burada kırtasiye işletmeye başlamışlar. Hepimizin çok iyi bildiği şimdiki Panter Kırtasiye’nin olduğu yer.

Tünelin alt girişinde az ileride, soldaki Perçemli Sokağı’nın içinde, artık kullanılmayan Zülfaris Sinagogu (Kal Kadoş Galata) var.

Zülfaris yakın bir zamanda kadar “Türk Musevileri Müzesi” olarak da kullanılmış eski bir sinagog. Yapının Perçemli Sokak’taki giriş kapısında Tevrat’tan bir alıntı göze çarpıyor:

“Seni Yerleştirdiğim Şehrin Barışını Gözetecek ve Tanrı’ya Bunun İçin Yakaracaksın”

Cenevizliler zamanına ait olduğu sanılan bu yapının yerinde 1671’de bir sinagog mevcutmuş. Yahudi cemaati arşivlerinde adı Kal Kadoş Galata (Galata Kutsal Sinagogu) olarak geçen yapı, sokağın eski adı olan ve Osmanlıca “gelin perçemi” anlamına gelen Zülf-ü Arus sözcüğünün halk arasında kısaltılmış şekli Zülfaris adıyla biliniyormuş.

1823 yılında inşa edilmiş. 1890’da Kamondo ailesinin katkılarıyla esaslı bir onarımdan geçmiş. Sinagog olarak kullanıldığı 1983 yılına kadar Yahudi cemaatinin özel günleri kutlanmış, düğünler ve törenler yapılmış.

1985’te cemaat yokluğundan ibadet işlevi sona eren yapı daha sonraki yıllarda Büyük Hendek Caddesi’ndeki Neve Şalom Sinagogu’na taşınmış.

Şimdi sinagog ve arkasındaki binalar Yılmaz Ulusoy tarafından otel yapılmak üzere restore ediliyor.

Gezerken asla kaçırmayacağım sokak mozaikleri... Karaköy Aksu Han’ın cephesinde Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun mülk sahibi Tatlıcılar ailesi için yaptığı seramikler var. Ayrıca hanın girişindeki muhallebicinin iç duvarlarında bu çalışmanın devamı olan KAĞNI adlı seramiği bulunuyor. İlk gayrı resmi borsa hareketlerinin başladığı Havyar Han’da buradaymış.

Haliç’in Galata kıyıları aslında İstanbul’un siluetini seyretmek için de en güzel yerlerden biridir. Özellikle bu bölgedeki bir turu taçlandırmak için Perşembe Pazarı sahilinden daha güzel bir yer zor bulunur.

Robert College’in efsane tarih hocalarından Alexander Van Millingen, İstanbul için şöyle diyordu:

“Haliç’ten Konstantinopolis’in görünümü limanın üzerindeki köprülerden ya da Pera’dan bakıldığında, dünyada bir şehrin sunabileceği en etkileyici ve güzel manzarayı gözler önüne serer. Şehre bir günlüğüne gelen bir ziyaretçi ilk bakışta onun müthiş cazibelerinin farkına varır ve şehirde ne kadar uzun süre kalırsa kalsın manzaraya karşı duyduğu hayranlık hissi asla silinmez. (...) Gün batımına doğru ise suyun ve toprağın, vadilerin ve tepelerin farklı yerlerini ışıklar ve gölgeler boyadığında, Haliç’teki tepelerin üzerinde asılı duran sıra sıra camiler ve minareler gökyüzünün koyulaşan ihtişamına karşı yaslandığında yine unutulmaz bir görüntü oluşur.

Bu yazımda da kullandığım Kaynaklar:

İstanbul Nasıl Gezilir-Haldun Hürel

İstanbul Gezi Rehberi-Murat Belge

Taşların Dilinden-İstanbul Sami Bayraktar

Strolling Throug İstanbul-Hilary Summer-Boyd & John Freely

Galata Gezi Rehberi-Akdoğan Özkan

Haritalarla İstanbul Gezi Rehberi-İBB

Mustafa Cambaz

Turan Akıncı

Kültür Envanteri

The Magger

Belediye web siteleri yazıları… Çok teşekkür ederim