464

Galata - Karaköy Gezisi

Galata, bugün Suriçi İstanbul’un, en değerli yeri olan Sultanahmet bölgesinin gölgesinden çıkarak yerli ve yabancı turistlerin odak yeri oldu.

Galata, her şeyin yerli yerinde olduğu, çarpık kentleşmenin uzağında, güzelliğini hala koruyan nadir semtlerden. Kamondo ve daha birçoklarının mirasını ruhunda taşıyor bu semt. Musevilerin bıraktığı izler her adımda konuşuyor adeta. Bizans’ın, Cenevizlilerin tarihine dek uzanıyor kimi köşelerin yıkık dökük kalıntıları.

Bu gezimde sizlere Karaköy gezimde (www.onbitv.com/karakoy) uğrayamadığım yerleri de alarak uzun ve kapsamlı bir Galata turu hazırladım.Galata’yı sindire sindire, tadına ve dokusuna vara vara “keşfetmek” galiba daha önce hiç bu kadar kolay ve keyifli olmamıştır. Keyifli gezmeler olsun...

17. yüzyıldan kalma minberi ahşap, tek kubbeli Sultan İbrahim’in sadrazam olan Kemankeş Kara Mustafa Paşa Camisi ve önünde aynı zamana ait olmayan çeşme ve sıbyan mektebi durur. Çeşme İsmail Efendi vakfından 1732 tarihli bir eserdir. Caminin giriş kapısının iki yanında Hz. Süleyman’ın mührü olan altı köşeli yıldız dikkat çeker.

Caminin banisi olan Kara Mustafa Paşa, IV. Murad’ın saltanatının son yıllarında ve I. İbrahim saltanatının ilk yıllarında beş yıl süreyle sadrazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır. Arnavut kökenli bu devlet adamı ok atmadaki ustalığından dolayı “Kemankeş” lakabıyla anılır. Sadrazam Kara Mustafa Paşa padişahın emriyle idam edildikten sonra, Bayezid Camii ile Çorlulu Ali Paşa Camii arasındaki kendi medresesi yanında bulunan türbesine defnedilmiş. Türbesi şimdiki Çarşıkapı otobüs durağının bulunduğu yerdeymiş. Yol yapılırken türbe ve medrese yıkılmış.

Şarap eskiden İstanbul’a fıçılar içinde Erdek’ten, Foça’dan, Bozcaada’dan, gemilerle gelir, Galata’nın Şarap İskelesi adını taşıyan noktasında karaya indirilir, oradan da meyhanelere taşınırmış. Osmanlı döneminde bütün meyhanelerin bağlı olduğu ve içkiden alınan vergilerin tahsil edildiği maliye dairesi olan “Hamr Emaneti” de Şarap İskelesi’nin yakınlarında imiş. Bu tarihi iskele Galata’ya modern bir rıhtım yapılırken, yani 1895’lerde kullanımdan çıkarılmış. Ancak Kemankeş Caddesi ile Mumhane Caddesi arasında yer alan ve doğrudan iskeleye açılan sokak, bugün hâlâ “Şarap İskelesi Sokak” adını taşıyor.

Galata Rıhtımı’nın önemli hanlarından biri,1910-1911’de Art Nouveau tarzında inşa edilen Çinili Han’dır. Kemankeş Caddesi üzerinde yer alan Çinili Han’da bugün halen Gümrükler Başmüdürlüğü bulunuyor.

Kemankeş Caddesi boyunca ilerleyerek caddenin sonunda solda, denize dik uzanmış şekilde göreceğimiz Merkez Rıhtım Hanı’nda ise Denizcilik İşletmeleri çalışmakta. Han1912-1914arasında inşa edilmiş.

Patrik II. Yoakim’in Rum zenginlerinden topladığı bağışlarla Balıklı Rum Hastanesi’ne gelir olarak 1875 yılında yaptırılan Büyük Balıklı Han Karaköy Meydanı’na yakın Necatibey Caddesi üzerinde. Yapının mimarı Aridiri Razi.

Karaköy’ün en önemli ticaret merkezlerinden Kuyumcular Han’ı İBB Kültürel Miras çalışmaları kapsamında restorasyona alındı. Bu han geçmişte Kamondo ailesi mülkleri arasındaymış.

Karaköy’ün çatılarında yeşil kubbeli Rus hacılara hizmet veren kilise şapelleri göreceksiniz. Bunlar da Karaköy’ün sürprizleri!

İsimleri Aya Andrea, Aya Pantelymon ve Aya Ilias’dır. Bu kiliseler, 19. yüzyılda birer Rus şapeli olarak inşa edilmiş, Çarlık döneminde Kudüs’e giden Ruslara geçici olarak konaklama yeri olmuş. 1917’deki Bolşevik Devrimi sırasında da Rusya’dan kaçan birçok Beyaz Rus’a yine kapılarını açmış olan bu kiliseler, günümüzde Fener Patrikhanesi kontrolünde Yunanistan’ın Aynaroz bölgesine bağlı.

Kiliselerden Aya İlia 1970’li yıllarda kapanmış.

Tahsin ve Kemankeş caddeleri arasında bulunan “Aya Andrea” ile Aya Panteleymon kiliseleri, 130 yıldır birçok ülkeden gelen farklı milletlerden Ortodokslara ibadet için kapılarını açıyor.

Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı olan Aya Panteleymon Rus Ortodoks kilisesi, bunun yanı sıra salı günü hariç, 09.00-17.00 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor.

Konaklama amacıyla kullanılmak üzere inşa edilen hanın beşinci katında bulunan Aya Andrea kilisesinin mavi renge boyalı duvarlarında haç sembolleri bulunuyor. Bir oda büyüklüğünde olan Aya Andrea Kilisesi’ne çıkarken hikâyeler anlatan duvar resimlerine dikkatle bakın.

Fransız Geçidi’nin Kemankeş Caddesi’ne açılan kapısından sağa dönünce Galataport’a bakan tarihi yapı Karaköy Süslü Karakol olarak bilinir. Abdülmecid döneminde yapılan Mecidiye karakollarındandır. 1845’te Paris Polis Teşkilatı Nizamnamesi örnek alınarak kurulan polis teşkilatı Tophane Müşirliği’ne bağlanır. Bir yıl sonra bağımsız Zaptiye Müşirliği’ne dönüştürülen polis teşkilatı için İstanbul’da o yıllarda toplam 70 karakol inşa edilmiş.

Kemeraltı Caddesi’nden Karaköy istikametine doğru yürürsek, solda biraz ilerde Vekilharç Sokak’ın sonuna doğru Vaftizci Yahya’ya (Aya Yani) adanmış bir 16. yüzyıl kilisesi olan Ayios Ioannis (Aya Yani) Prodromos Ortodoks Kilisesi’ne geliyoruz.1583 tarihli kilise çok sık yangın geçirmiştir. 1696’daki yangının ardından onarımı, kilisenin temelden yenilenmesine olanak tanıyan bir padişah fermanı sayesinde Sakızlı Rumlar tarafından gerçekleştirildiği için zamanında Sakızlı Kilise olarak da anılmış. Kilisenin bahçesinde Sakızlı Rumlara ait, tarihleri1842-1863arasında değişen kabirler de bulunuyor. Kilisede Ortodoks dünyası açısından önem taşıyan kutsal emanetler bulunmaktadır. Bunlardan biri Ayios Dionysios’un eli, diğeri ise Ayios Thalalaios’un naaşına ait röliklerdir. Üç nefli kilisenin mihrap arkalığının üst kısmında Hz. İsa’nın hayatını anlatan sahneler dikkat çekiyor.

Kilise günümüzde Türk Ortodoks Başpiskoposluğu yönetiminde.

Karaköy’de Mumhane Caddesi ile Karatavuk ve Hoca Tahsin sokakları arasında kalan Ayios Nikolaos Ortodoks Kilisesidenizcilerin ve gemicilerin koruyucu azizi Ayios Nikolaos’a ithaf edilmiş. Ayios Nikolaos, Likya bölgesindeki Myra’nın (Demre) Episkoposu olarak görev yapmış bir azizdir. Bizans döneminde Ayios Andonios’a ithaf edilmiş bir kilisenin yıkıntıları üzerine yapılmış.

Bir zamanlar Galata’daki Şarap İskelesi’nde kıyıya çıkan Kefalonyalı gemiciler ilk iş olarak gemilerinin yelkenlerini söker ve uğur, bereket getirmesi için bu kilisenin kadınlar mahfiline bırakırmış. Galata yangınlarından etkilenerek sıkça yanmış ve gemicilerin, fermenecilerin, çuhacıların ve kürkçülerin aralarında topladıkları paralarla yeniden yapılmış.

Ayios Nikolaos Kilisesi 1830’ların geleneksel Rum kilise mimarisine uygun olarak yapılmış olup bazilika planlı ve 3 neflidir.

“Ermenilerin Galatasaray’ı” olarak da bilinen Getronagan Lisesi, İstanbul’daki beş Ermeni lisesinden biri. Ermenicede “merkezi” anlamına gelen Getronagan, Patrik Nerses Varjabedyan’ın başlattığı çabalarla 1 Eylül 1886’da 64 öğrenciyle eğitime başlayan okul, Ermenice-Türkçe çift dilli bir eğitim vermekte.

Bu okuldan mezun olmuş isimler arasında, fotoğraf sanatçısı Ara Güler, karikatürist Sarkis Paçacı ile yazar Hagop Mıntzuri, Mıgırdiç Margosyan ve müzisyen Hayko Cepkin sayılabilir. Osmanlı Ermenisi besteci ve müzikolog Gomidas Vartabed’in Getronagan’da geçirdiği yıllarda kullandığı piyano da halen okulda.

Sultan Bayezid Mescidi, Karaköy’den Tophane’ye uzanan Kemeraltı Caddesi’nin paralelindeki Necati Bey Caddesi’ne de bulunuyor. Yapıldığı dönemin mimari özelliğini taşıyan bir unsuru bulunmuyor. 1875 yılında yenilenmiş.

İstanbul’un II. Mehmet tarafından fethi sonrasında Galata, Osmanlı Devleti’nin deniz gücünün hem askeri hem de ticari anlamda merkezi oldu. Bu dönemde Galata’nın batı ucunda, Azapkapı’dan Haliç koyunun neredeyse bitimine kadar olan bölgede Tersane-i Amire adını alacak olan devlet tersanesi kuruldu. Galata bölgesinin doğu ucunda ise Osmanlı’nın donanmada da kullandığı topların döktürüldüğü tophaneler inşa edildi.

Fethin hemen sonrasında, Galata bölgesi surlarının Doğu Kapısı önünde ordu ve donanmanın kullandığı 15. yüzyılda top dökümhanesini de içeren Tophane-i Amire binaları. Askeri toplar için bir döküm alanı tesis edildi. Dökümhanelerin inşasından sonra da surlardaki bu kapı yabancı gezginlerce “Porta delle Bombarde” adıyla anılmaya başlandı.

Denizden 100 adım uzakta yamacın eteğindeki Tophane-i Amire binaları 1743’te tamamen yıkılır ve bugünkü haliyle yeniden yapılır.

Devlet içindeki asıl görevleri barutçubaşılık olan Ohannes ve Boghos Dadyan kardeşler tarafından kurulan Zeytinburnu Demir Fabrikası (Grande Fabrique) 1843 yılında faaliyete geçince top ve diğer silahlar artık bu fabrikada dökülmeye başlanır.Zeytinburnu’ndaki fabrikanın 1850 yılında tam kapasiteyle çalışmaya başlamasının ardından, Tophâne–i Âmire’deki top dökümü yavaş yavaş sona erer. Artık askeri amaçlı birçok döküm işi Zeytinburnu Demir Fabrikası’nda yapılmaya başlanır. Uzun yıllar Milli Savunma Bakanlığı’nın kullanımında kalan ve 1958’de Askeri Müze’ye dönüştürülmesi gündeme gelen Tophane-i Amire binaları 1992 yılında Mimar Sinan Üniversitesi’ne devredilir.

Günümüzde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi olarak hizmet vermektedir.

Kılıç Ali Paşa’dan karşı kaldırıma geçelim, geldiğimiz yönde yürümeye başlayalım. Burada Karabaş Mustafa Ağa Camisi’ni görüyoruz.Karabaş Mustafa Bin Korkut Bey tarafından 16. yüzyılda yaptırılmış. Birçok kez tamir gören yapı 1957 yılında Başbakan Adnan Menderes’in emriyle temelden yıkılıp yeniden yapılmış. 295 metrekarelik arsa üzerine inşa edilen caminin duvarları taş ve tuğradan. Önünden tramvay ve karayolu geçen caminin hem avlusunda hem de deniz tarafına bakan cephesinde iki türbe alanı bulunuyor. Karabaş Camisi’nin yanındaki parkta betondan yapılma bir işçi heykeli durur. Caddede, sağ ve solda, Ceneviz surlarının parçaları görülüyor.

Tophane-i Amire’nin hemen karşısında dış cephesi art noveau, neobarok ve neoklasik süslemeleriyle Defterdar yokuşu ile Boğazkesen Caddesi’nin kesiştiği noktada Yazıcızade Apartmanı bulunuyor. Mimar E. Ladopulos 1905’te Edremitli zeytin tüccarı Yazıcızade Ahmed Bey için tasarlamış. Apartman bölgenin en elektik* yapısı.

* Eklektik, tek bir stilin hakim olduğu alanlar yerine birden farklı tarzın harmanlandığı ve birbiriyle uyum oluşturduğu bir dekorasyon trendi olarak açıklanabilir. Çeşitli stilleri, farklı renk tonlarını ve dokuları bir arada kullanarak muhteşem bir ev dekore etme fikri, bu dekorasyon örneğinin temelini oluşturmaktadır.

Tophane Kasrı, 1852 yılında Sultan Abdülmecid’in emriyle İngiliz mimar William James Smith tarafından inşa edilmiş.İnşasından sonra Tophane Kasrı, Osmanlı padişahlarının Tophane’deki askeri tesisleri ziyaretlerinde veya deniz yoluyla İstanbul’a gelen yabancı devlet adamlarını karşılamak amacıyla kullanılmış. Hatta Sultan Abdülmecid’in, 1858 yılında Rus Çarı’nın kardeşi Grandük Konstantin Nikoloviç’i burada ağırlamış. Ayrıca, 1897 yılında Osmanlı-Yunan savaşının barış görüşmeleri de burada gerçekleşmiş ve uluslararası bir konferans ile barış anlaşması Tophane Kasrı’nda imzalanmış.Uzun yıllar Malul Gaziler Yurdu olarak hizmet veren kasır, artık gezilmek üzere bizlere açılmıştır.

Osman Hamdi Bey’in Mimozalı Kadın tablosunun resmedildiği Enli Yokuşu’nda resim almadan olmaz…

17. yüzyılda tekke olarak inşa edilen daha sonra camiye dönüştürülen İlyas Çelebi Camisikendi adını taşıyan sokakta bulunuyor. 2018’de restore edilen caminin önünde barok çeşme var.

Cihangir Özoğul Sokağı’nın başlangıcında yer alan  Sadık Paşa Konağı, 1916 yangınından etkilenmediği için Cihangir’in orijinalliğini koruyan en eski köşkü. Asıl adı Micheal Czajkowski olan Mehmed Sadık Paşa, Polonya’dan sürgün edilen, Polonezköy’ün kurulmasına öncülük eden iki kişiden biri. Müslüman olup Mehmed Sadık ismini almış ve Kırım Savaşı’nda kurduğu kazak birlikleriyle savaşa katılmış. Dizi film çekimleri için kiralan köşkte en son Camdaki Kız dizisi çekilmiş.

Türkiye’deki Ermenilerin büyük kısmı Ortodoks inancına sahip olsalar da büyük ölçüde misyonerlerin etkisiyle sonradan Katolikliği benimsemiş olanlar da vardır. Bu geçişte en etkili isimlerden biri Papa VIII. Clement’tir. 1579 yılında İnanç Yayma Cemiyeti’ni kuran VIII. Clement, Katolik inancının Hıristiyan topluluklar arasında yaygınlaşmasında epeyce etkili olmuş. Bu cemiyete bağlı misyonerler için İstanbul uygun bir coğrafyaymış. Zira Osmanlı başkenti olması dolayısıyla şehirdeki Batılı elçilerin de desteği alınabiliyordu.

Katolikliğin İstanbul’da kök salmasında etkili olan bir diğer isim 1630’da İstanbul’a gelen Clement Galanos isimli bir rahip. Denilenlere bakılırsa, Galanos akıcı Ermenicesi ve becerikliliği sayesinde sadece Ortodoks Ermeni patriklerinin değil, Batı ilmine susamış Ermeni gençlerin de sempatisini kazanmış.

Ortodoks Ermeni Patrikliğinin Osmanlı Ermenilerinin ileri gelenlerinden oluşan karma bir komisyon kurarak Avrupa devletlerinin elçiliklerinin uyguladıkları baskıların da sonucu olarak, II. Mahmud 6 Ocak 1830 tarihli fermanıyla “Katolik Milleti” adıyla ayrı bir cemaatin varlığını tanımış ve İstanbul’da bir Katolik Patrikliği ve Piskoposluk kurulmuş. Bu ferman burada saklanıyor. Osmanlı “millet” sisteminde, bir cemaatin cemaat olması için padişah tarafından kabul edilmesi gerekiyormuş. Surp Pırgiç’in yapılması, bu tanınma işleminin tamamlanması anlamına gelmekte. İşte Karaköy Kemeraltı Caddesi’nde St. Benoit Lisesi’nin hemen yanındaki Ermeni Katolik Surp Hisus Pırgiç Kilisesi, bu amaçla inşa edilmiş.Kilisenin yapımı sırasında İstanbul’da bir veba salgını patlak vermiş. Bunun üzerine Surp Hisus Pırgiç kilisesinde yer alan bir Meryem ana ikonası sokaklarda dolaştırılmış. İkonanın bu şekilde gezdirilmesinin vebanın etkisinin azalmasında etkili olduğuna inanırmış. Sultan II. Mahmut da aynı kanaatte olmalı ki, kiliseye elmas taşlı bir hediye vermiş. Halen kilisede muhafaza edilen ikona Paskalya döneminde nişanın üzerine konuluyor.

Aynı cadde üzerinde bulunan Galata Özel Rum İlköğretim Okulu. 1885-1909 yılları arasında neo-klasik üslupta inşa edilen okul, yüz yıl boyunca Rum çocuklarına eğitim vermiş. Rum nüfusun özellikle 1960’lardan bu yana hızla azalmasını takiben 1988’de kapanmış, daha sonra tekrar açılsa da yeterli sayıda öğrenciye ulaşamayarak 2007’de eğitim faaliyetlerine tekrar son vermek zorunda kalmış.Geçmiş mirası sayesinde bilginin ve öğrenmenin sembolü olarak karakteristik bir atmosfere sahip olan bina, bulunduğu mahalle için önemli bir kurum.

Yüksek Kaldırım’dan çıkarken Alageyik Sokak’ı görürüz. Alageyik Sokağı’na saparsak biraz ileride sağ kolda da bir zamanlar kimlik kontrolu ile girilen şimdi etrafı çevrili boş arsa olan Zürafa Sokakbulunuyor. Bu sokak bir zamanlar İstanbul’un en yoğun trafiğe sahip genelevlerini barındırıyordu.

Şair İlhan Berk, “sanki İstanbul’un gergin sinirlerini yatıştırmak, dinlendirmek yalnız bu küçük sokağa verilmiştir,” der ve ekler: “İstanbul’un 18 yaşına gelen bütün delikanlılarının göbeğini bu sokak kesmektedir.”

Lüleci Hendek, Büyük ve Küçük Hendek sokaklarının yerinde, geçmişte hendek olarak açılmış derin çukurlar varmış. Malum, Cenevizliler Galata surlarını inşa ederken surların etrafına tıpkı Bizanslıların İstanbul’da yaptıkları gibi derin hendekler kazmışlar.

19. yüzyılın ortalarında İstanbul’da 6. Belediye Dairesi kurulduktan sonra yapılan ilk belediyecilik faaliyetlerinden biri bu hendeklerin kapatılması ve kazanılan alanların imara açılması oldu.

Bugün Büyük ve Küçük Hendek sokakları ile Lüleci Hendek Caddeleri işte bu eski hendeklerin sur hattı boyunca uzandığı mahallerdir. Büyük ve Küçük Hendek sokakları arasında kalan yapıların çoğu başta 1863 tarihli yapı yönetmeliğine uygun olarak, zemin üzeri üç kat olarak inşa edilmişlerdir.

Cadde, “lüleci” adını, o bölgede bulunan ve lüle imalathanelerinin bulunduğu Lüleciler Arastası’ndan (Çarşısı) alıyor. Lüleciler Çarşısı, eskiden Tophane’de Kılıç Ali Paşa Camii’ni geçip Kapıiçi’ne giderken sağ tarafta başlar ve Kumbaracılar Yokuşu’nun alt başına kadar devam edermiş.Lüleci dükkânlarının bodrumlarında kireç kuyusu gibi bir çukur bulunurmuş. Lüleci çamuru denen mercan kırmızısı bir toprak, bu çukurun içinde dövülüp terbiye edilerek sakız kıvamına getirilirmiş. Sonra, sanatkârın hünerli eli, bu hamura istediği şekli verilip, altın yaldız ile nakışlarmış. Daha sonra da bu çamurlar fırınlanıp pişirilirmiş. En nihayet pişmiş çamurlar tütün çubuklarındaki, pipolardaki ve nargilelerdeki yerini alırmış. Dolayısıyla bugün nargile kahvehaneleri ile ün yapmış Tophane’nin “nargileci” geçmişinin epeyce eskilere dayandığını söyleyebiliriz.

Tophane sokaklarında lülecilik sanatı erken 20.yüzyıla dek varlığını korumuş. Şimdi sadece Lüleci Hendek Caddesi’nin adında yaşıyor. 1840’larda yasaklanan esir ticareti, gayrimeşru olarak bir süre yine buralarda sürdürülmüş.

Lüleci Hendek Caddesi, lüleci geçmişini bugün çok gerilerde bırakmış durumda. Cadde, yeni açılan galerileri, butikleri ve kafeleriyle tıpkı biraz üzerindeki Serdar-ı Ekrem Sokağı gibi Galata’nın en hızlı gelişen, trend caddelerinden.

Galata’da ayakta kalmış üç Orta Çağ Latin kilisesinden biri de Kart Çınar Sokak’taki Sankt George Katolik Kilisesi. 14. yüzyılın başında Bizans İmparatoru II. Andronikos Paleologos’un (1282-1328) fermanında belirtilen müsaadeyle 1303 yıllarında inşa edilmiş. Kilisenin hemen yanında 1626’dan sonra Fransız Kapusen rahiplerinin ikamet ettiği bir manastır var.Kilise 1784 yılında satın alınarak Papalık temsilcisinin makamı yapıldıysa da daha sonra bu makam St. Trinite Kilisesine alınmış.

18. yüzyılın İstanbullu Ermeni asıllı yazarlarından Kozmas Komidas Kömürciyanya da İtalyanlaştırarak kullandığı adıyla Cosimo Comidas de Carbognano (1749-1814)- kilisenin bulunduğu yeri tarif ederken, “Fransız tüccarların evlerinin bulunduğu ve her perşembe günü pazar kurulan yerde,” demiş. Bu da demektir ki, bölgeye ve bölgedeki caddelerden birine adını veren Perşembe Pazarı yüzlerce yıllık bir geçmişe işaret ediyor.

1809 yılında Fransızlar tarafından askeri hastane olarak kullanılan bina, 1831 yangınında çok hasar görünce 1853’te Fransisken rahiplerine verilmiş. St. George Kilisesi’nin de içinde bulunduğu bina kompleksi 1882 yılı Kasım ayında Avusturyalı Lazaristlerce satın alınmış. Günümüzde Latin Katolik kilisesi olarak hizmet veren yapının karşı tarafındaki bina ise Almanca konuşan Katolik çocuklar için bir ilkokul ve yetimhane olarak bugünkü Avusturya Lisesi binasında hizmet vermeye başlamış. Sonrasında Avusturya’daki “Lazaristen ve Barmherzige Schwestern” adlı dini kuruluşların yönetimindeki okula sonradan orta ve lise kısımları da ilave edilmiş. Okul 1913 yılında ilk lise mezunlarını vermiş. Günümüzde Latin Katolik kilisesi olarak hizmet veren kilise ise Avusturya kardinalliğinin öncülüğü ile 1963 yılında Viyana ekolüne bağlı ressam Anton Lehmden tarafından yeniden dekore edilmiş.

Latinler 18. yüzyıl sonlarına kadar Galata bölgesinde 9 Latin kilisesi inşa etmişler. Bugün bunlardan ayakta kalmış olan sadece üç Ortaçağ Latin kilisesi var. Bereketzade mahallesinde,Avusturya Lisesi’nin biraz ilerde, solda, bir Katolik kilisesi daha var.

Sen Corc (Saint Georges) Kilisesi’nin yakınlarında yer alan Sen Piyer Kilisesi, Galata’da ayakta kalan bu üç kiliseden biri.Aziz Pietro ve Paoli (Pietro E-Paoli) ya da Saint Piyer ve Saint Paul Kilisesi, İstanbul Boğazı’nın Rumeli yakasında Galata Bankalar Caddesine açılan Eski Banker sokağının köşesinde 1841 yılında Dominikan Cemaati tarafından inşa edilmiştir.

13. yüzyıldan beri İstanbul’da yaşayan cemaatin ilk kilisesi bugünkü Perşembe Pazarı’nda idi. Bu bina daha sonra Arap Cami ismiyle camiye çevrilmiştir. Bunun üzerine bu bölgede yeni bir kilise yapımına izin verilmiş. İlk yapılan kilise ahşap bir bina idi. Daha sonra 1660 ve 1731 yıllarında bu yapılan binaların yanması üzerine 19. yüzyılda bugünkü bina yapılmış. Bu kiliselerde yanıp yıkılınca, 1841’de İsviçreli-İtalyan mimar kardeşler, Fossati’ler bu binayı yapmışlar. Yakın zamanlara kadar İstanbul’un karışık halkı arasında küçük bir Malta topluluğu da bulunuyordu. Aziz Pietro ve Paoli daha çok onların kilisesiydi. Buradaki en önemli eşya, Bizans’ın koruyucusu Hodegetta’nın (Yol Gösteren Meryem) ikonudur.Yapının dış cephesi yalın, iç cephesi ise oldukça gösterişlidir. Kilisenin arkasında, yine İtalyan tarzında güzel bir müştemilat ve manastır binası var.Kilisenin arka sokağının bulunduğu sokakta Ceneviz duvarlarının iki kubbesi görülmekte.

Galata’daki Ceneviz kolonisi, İstanbul’un Osmanlılar tarafından fetih öncesi Cenova Cumhuriyeti’nce tayin edilen ve podesta adıyla anılan bir vali tarafından yönetilirmiş. Gümrüklerden elde edilen hasılat, Cenova Cumhuriyeti adına bu podesta aracılığıyla tahsil olunurmuş.

İstanbul Karaköy Bankalar Caddesi paraleli olan Eski Banker Sokağında Avusturya Lisesi’nin ön kapısının bitişiğindeki Podesta’nın yani Bereket Han’ın idare merkezi sayılan yapı ise “Palazzo di Communita Magnificat di Pers” (Cemaat Sarayı) adıyla biliniyor. 1250 tarihlerinde inşa edilmiş. Ceneviz devletinin Galata’daki temsilcisinin konağı ve iş yeri.

Bizans dönemlerinde Galata’ya egemen olan dört grup var. Bunlar Cenevizliler, Venedikliler, Pizalılar, Amalfililer. Burada dört İtalyan şehir devletinin ortak kolonileri bulunuyor.1204 yılında finansörlüğünü bir Venedik asili olan Enrico Dandalo’nun yaptığı Haçlı seferi ile Kudüs’e gitmek için yola çıkıyorlar. Haçlılar İstanbul’a gelince Kudüs’e gitmekten vazgeçiyorlar ve İstanbul’da kalmaya karar veriyorlar. İstanbul’u işgal edip şehri fütursuzca yağmalıyorlar. Latinlerin İstanbul’u işgali 57 sene sürüyor. Bu dönem 1261 da bitiyor. Bizans’a tekrar Bizanslılar sahip oluyor. Bizans Galata’daki diğer şehir kolonilerini tasfiye ediyor. Cenevizlilerin Haçlı seferine katılmamış olmalarından dolayı Galata Cenevizlilere bırakılıyor. İşte bu dönemde Galata’yı yöneten Ceneviz temsilcisi bu evde yaşıyor. Bugün bu yapının üzerinde bu olayı anlatan bir tabela bulunmaktadır.

Podestat’ı arkamıza aldığımızda, dar bir aralık var; Eski Banka Sokağı. Sokağın bir yanını, boydan boya tek eski bir bina oluşturuyor. Burası Fransız Devrimi’nin şairi Andre Chenier’in doğduğu ev. Binayı 1772’de Fransız elçisi Comte de St. Priest yaptırmış, şimdiki adı Sen Piyer Hanı. Doğum tarihi1762 olan Chenier, bu binada değil ama ondan önce burada bulunan binada doğmuş.

1771-1775yıllarında inşa edilen St. Pierre Hanı, 58 metre uzunluğundaki cephesiyle, yaklaşık 2500 metrekarelik bir alanda konumlanıyor. Dışarıdan bakınca tek bir bina gibi algılanan han aslında birbirine eklenen farklı yapı gruplarından oluşuyor.

Osmanlı devletinin resmi bankalarından biri olarak 1863 yılında kurulan Bank-ı Osmani-i Şahane’ye ev sahipliği yapmış. Bankadan sonraki yıllarda İstanbul’un anıtsal yapılarına imza atan Antoine N. Perpignani, Hovsep Aznavur, Marco G. Langas, Edoardo Carlo Vittorio De Nori ve Giulio Mongeri gibi dönemin önemli mimarları tarafından büro olarak kullanılan yapıda, bu isimlere ait tabelalar hâlâ bulunuyor. İstanbul’da ilk “kot” üretimini yapan atölye olarak kayıtlara geçen “Muhteşem Kot” atölyesi de yine St. Pierre Han ile anılanlar arasında. Şimdi İBB tarafından restore ediliyor.

İstanbul’un büyülü atmosferinde gezinirken, her sokağın, her binanın ardında saklanan hikayeler ve onları meşhur yaşan kişileri kaçınılmaz. Sadece taşlardan, ahşap kapılardan ya da süslü camlardan ibaret gibi görünen bu mekanlar, aslında geçmişin izlerini taşıyan anılarla dolup taşar. O anılar, o duvarlarda yaşamış insanların yaşanmışlıklarıyla birlikte İstanbul’un ruhuna dokunur, onu anlamlı kılar. İşte bu yüzden, İstanbul’u gezerken sadece binaları değil, o binaları “bina” yapan kişileri de keşfetmeye çalışıyorum.

İstanbul’u keşfederken bulduğum hikayeleri de bu yazımda aralara koymak istiyorum. Çünkü onlar anlatılmadığında, zamanla unutulup gidebilir, şehir hafızasındaki yerlerini kaybedebilirler. Her bir mekânın kendine özgü bir değeri var; geçmişin o anlarına tanıklık etmiş bu binalar, sokaklar ve köşe başları, sadece birer taş yapı değil, aynı zamanda anılarla bezenmiş birer hafıza noktası.

Saint Pierre Han’da Kot İmalatı…

Türkiye’deki ilk kot pantolonu Saint Pierre Han’da üretilmiş. Aslında bir pantolon türü olarak “kot,” Türkiye’ye bu kumaşı getirterek ilk üretimini Saint Pierre Han’da yapan Arnavut asıllı terzi/girişimci Muhteşem Kot Bey’in soyadıdır. Kosova’dan göç eden Muhteşem Kot’un babasından kendisine kalan sekiz altın lirayla Paris’e giderek burada terzilik okumuş. Türkiye’ye dönerek İstanbul’da terzilik yapmaya başlamış. Kaliteli ürünleri ile kısa zamanda ünlenmiş. 1940’lı yılların sonunda Fransa’ya yaptığı bir gezide Kot, denim yani blue-jean (blucin) kumaşından ürünlerle karşılaşmış. Kot, sağlamlığına ve dikişlerine hayran olduğu bu kumaşı, Türkiye’de üretmeye karar vermiş.

Blue jean aslında ABD’de 1853 yılında daha 24 yaşında bir Alman göçmeni olan Levi Strauss, “Altına Hücum” döneminde madenciler için ürettiği branda bezinden (kanvas) pantolonlardır. “Sürtünerek bacaklarımızı acıtıyor” şeklinde şikâyetler alınca hammaddesini değiştirmeye karar veriyor. Güney Fransa’daki Nimes şehrinden gelen ve fitilli desene sahip, çift katlı dokunmuş kumaş kullanıyor. Kumaş Atlantik’i geçip yeni kıtaya ulaştığında “serge de Nimes” (çapraz dokunmuş kumaş) olarak anılıyor. Ancak bu isim uzun gelince de önce “de Nimes,” zamanla da “denim” deniliyor. Denim kumaşı diğer adı olan blue-jean Cenova’lı denizcilerin giydikleri ve “Bleu de Genes” (Cenova mavisi) diye adlandırdıkları kumaştan alıyor.

Kot, Galata’da St. Pierre Han’daki atölyelerinde bu denim kumaştan pantolonlar üretmeye koyuluyor. Ürünlerini ilk olarak Galata civarındaki iş yerlerinde kapı kapı dolaşıp pazarlamaya başlıyor. Zamanla Karaköy’deki Necati Bey Caddesi’nden Ankara Hergele Meydanı’na kadar işçilerin, köylülerin alışveriş ettiği pek çok dükkân bu ürünlerin alıcısı oluyor. 1960’ta bu kumaştan yapılan ürünler ailenin soyadına istinaden “Kot” marka adıyla tescil ettiriliyor. 1980 yılında Turgut Özal serbest piyasa ekonomisine kapılarını açınca Kot yabancı markalar ile baş edemeyip1992 yılında üretimi durduruyor. Kot bu gelişmelerin ardından piyasadan silinir ama “Levi’s kot aldım kendime bugün” cümlesinde adı hiç silinmedi.

Yeni restore edilen sevimli eski İskoç okulu olan Okçu Musa Okulu.

Soldaki büyük apartman,Petraki Han’dır.

Galata Kulesi Sokak No. 15’te yer alan ve bugün Galata Evi adıyla restoran olarak kullanılan bina1904-1919arasında İngiliz Hapishanesi’ymiş.1919-1923yılları arasında ise İstanbul’u işgal eden orduların karakol binası olarak kullanılmış. Bir arada Kuvayı Milliyecileri izlemeye çalışan İngiliz istihbaratının merkezi olmuş. Sonrasında 1933’e kadar İstanbul’da görev yapan yüksek rütbeli İngiliz devlet memurlarına konut olarak tahsis edilen yapı İngiliz Büyükelçiliği tarafından aynı yıl iş adamı Pierre Fournial’e satılmış. Perşembe Pazarı’ndaki işyerinde her türlü makine, motor imal ve tamiri yapan, değirmen, un, şeker ve kereste fabrikaları kuran Pierre Fournial yapıya bir cumba ekleyerek konut olarak kullanmış.

1939’da vefat eden Pierre Fournial’ın kızı Mercedes Celestine Fournial evlendikten sonra eşiyle birlikte 1960’a kadar burada yaşamaya devam etmiş. O tarihte binayı Avusturya Lisesi rahibelerine kiralayan Bayan Fournial,1973 -1976arasında da Edmond ve Arman Cendereciyan adlı kuyumcu ustalarına işyeri ve atölye olarak kiraya vermiş. Binayı 1976’da atölye olarak kullanmak üzere kiralayan metal kalıp ustası Ohannes Muradyan ise 1979’da Fournial Ailesi’nden satın almış. Muradyan’ın 1990 yılında ölümünden sonra bu eski İngiliz Karakolu’nu Yüksek Mimar Nadire ve Mete Göktuğ satın almış. Göktuğlar yapıyı 1999’da “Galata Evi-Galata House” adı altında restoran olarak işletmeye başlamış.

Şahsuvar Bey Cami, Şişhane’de, Galata Kulesi yolu üzerinde olan cami, Fatih devri denizcilerinden Şahsuvar Mehmet Bey tarafından inşa ettirilmiş. Ahşap ve kâgir olarak yapılan cami zamanla harap olmuş ve 19. yüzyılda betonarme ve mimari bakımdan arabesk üslupta yenilenmiş. 1930’lu harap hale gelen cami 1954’te halk tarafından onarılmış ve bugünkü haline gelmiş.

Şahkulu Mahallesi, Galipdede Caddesi No:56’da yer alan Şahkulu Cami, 16. yüzyılda Mehmed Çelebi tarafından yaptırılmış. 1870 büyük Beyoğlu yangını nedeniyle ağır hasar gören cami 1875 tarihinde yeniden inşa edilerek bugünkü halini almış. 240 metrekare toplam arsa üzerine inşa edilen caminin duvarları kâğıt, çatısı ahşap ve tek şerefeli bir minareye sahip.

Müeyyedzade Cami, Galata Galipdede caddesi üzerinde 16. yüzyılda Yazıcı Mehmed Efendi yaptırmış. Yapı yıllarca depo ve atölye olarak kullanıldıktan sonra mahalle sakinleri ve esnafın desteğiyle onarılmış. Ne yazık ki orijinal yapısını önemli ölçüde kaybeden caminin hemen yanında Müeyyedzade Yazıcı Mehmed Efendi’nin kabri var.

Yahudilerin işleyen en merkezi sinagogu olan sözcük anlamı Barış Vahası anlamına gelen Neve Şalom, Büyük Hendek Sokağı’nda modern bir binadadır.

Yahudiler Osmanlı topraklarında ağırlıkla Balat ve Hasköy gibi semtlere yerleşmiş olsalar da Galata’nın ticari potansiyelinin fark edilmesiyle birlikte orayı da mesken tutmuşlar. Bu nedenle Galata’da çok sayıda sinagog bulunur. Bunlar arasında en önemlisi, en yenisi ve en büyüğü Neve Şalom’dur. İspanya’dan 15. yüzyıl sonlarında ayrılmak zorunda kalan Sefarad Yahudilerine ait olan sinagog, Şişhane ile Galata kulesini birbirine bağlayan Büyük Hendek Sokak üzerinde 1951’de ibadete açılmış. Neve Şalom, 14 Ocak 2016 tarihinden bu yana 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi olarak faaliyet göstermekte. Türk Yahudilerinin kültür mirası ile ilgili bilgi, veri ve değerleri derlemek, koruyup sergilemek ve gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla kurulan müze,2001-2015yıllarında Karaköy’deki Zülfaris Sinagogu’nda yer almaktaydı. Müzenin Neve Şalom’a taşınmasıyla birlikte mekân dışarıdan ziyarete de açılmış oldu.

Şişhane yönüne doğru ilerledikçe Bankalar Caddesinin şıklığı azalır. Ama yolun sonunda yer alan Frej Apartmanı görülmeye değer. Apartmanın Şişhane Meydanı’na bakan cepheleri oldukça süslü, duvar yüzeyinden dışa taşma yapan geniş cephede Art Nouveau üsluptaki bitkisel süsleme ögeler, barok ögeler ve çocuk heykelleri bulunmakta. Bu çocuk heykellerinin Frej ailesinin çocuklarını temsil ettiği söylenmekte. Şişhane Meydanı’nda Büyük Hendek Caddesi ile Okçu Musa caddelerinin buluştuğu noktada alan görkemli Frej Apartmanının sahibi olan Freige (Frej) ailesi Beyrut kökenli olup, Osmanlı’nın Doğu Akdeniz’deki limanlarının 99 yıllığına kabotaj hakkını isteyecek denli güçlü varlıklı bir Levanten ailesiymiş. Lübnanlı Selim Hanna Frej. Selim Hanna Frej ve eşi Polin Hanım’ın kızı olan Anjel Hanım (evlendikten sonra ismini Aysel olarak değiştirmiştir) ve eşi Feridun Dirimtekin uzun yıllar bu binada yaşamışlardır. Feridun Bey tarih tutkusuyla İstanbul’un fethi de dâhil çeşitli konularda tarih araştırmaları yayınlar. Ayasofya Müzesi müdürlüğünü yapar. Feridun Bey 1948’de emekli olunca binayı 150 bin liraya satıp Nişantaşı’na taşındıktan bir süre sonra 1976’da Galata’da düştüğü bir çukurun sebep olduğu rahatsızlığı sırasında geçirdiği bir kalp kriziyle hayatını kaybeder.

Frej ailesinden Selim Hanna Frej evlilik çağına gelince Galata’da büyük bir servet sahibi olan Glavanilerin kızı ile evlenir. Bu evlilikten Jan, Alfred ve Anjel isimli biri kız üç çocukları olur. Anjel Hanım’ın doğumundan bir süre sonra Glavanilerin köşkü satılır. Selim Hanna Bey de Frej apartmanını inşa ettirir ve inşaat tamamlanınca ailesiyle birlikte ikinci kata yerleşir. Frej ailesi bu apartmanda iki yıl oturur.

Selim Bey’in kızı Anjel Hanım evlilik çağında yetişkin bir genç olduğunda, artık Osmanlı devleti çökmüş, yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Kurtuluş Savaşı’nda Yunan komutan Trikopis’i Dumlupınar’da teslim almasıyla bilinen yakışıklı kurmay subayı Dukaginzâde Mehmed Feridun Bey ile evlenir.

Genç Türkiye Cumhuriyeti’nde soyadı sıkıntı yaratınca Angel Hanım, adını Aysel olarak değiştirirken Dukaginzâde Feridun Bey de Dirimtekin soyadını alır. “Mösyö ve Madam Dirimtekin,” İstanbul sosyetesinin en seçkin simalarından olurlar.

Kocasının ölümünden sonra mirasçıların hışmına uğrayan Aysel Hanım akıl hastanesine bile yatırılır. Aysel Hanım da tıpkı kocası gibi Belediye’nin açtığı bir çukura düşüp kalçasını kırdıktan bir süre sonra 1988’de vefat eder.

Altıncı Belediye Dairesi (ya da o zamanki söylenişiyle Altıncı Daire-i Belediye) İstanbul’un Batılı anlamdaki ilk belediyesi idi. 14 bölgeye ayrılan şehrin 6. Bölgesine, yani temel olarak Galata ve Pera’ya hizmet vermek üzere kurulmuş. Böyle çağdaş bir belediye binası inşa ettirme kararı,1876-1890ve1893-1895yılları arasında iki kez 6. Daire-i Belediye’nin başkanlığını yapan Edouard Blacque Bey’in ilk hizmet döneminde alınmış. İtalyan kökenli mimar Giovanni Barborini’ye1879-1883arasında yaptırılan binanın hizmete açılma tarihi 1890 ise de 6. Daire’nin hikâyesi daha eskilere, 19. yüzyılın ortalarına dayanıyor.

6. Dairenin ilk icraatlarından biri, Beyoğlu ve Galata’nın kadastro haritalarını oluşturmak ve parselasyon çalışmaları başlatmak olur. Bu kapsamda sokaklara sokak tabelaları konur, binalar numaralandırılır.

Tepebaşı’nda rekreasyon amaçlı umumi bahçeler yapılır. İstiklal Caddesi’ne kaldırım döşenir. Yeni kent planı ortaya çıktıktan sonra yollar genişletilir, eski yapılar yıkılır, kaldırım ve sokak döşemeleri gerçekleştirilir. Kanalizasyon şebekesi kurulur.

Ayrıca sokakların Dolmabahçe Gazhanesi’nden getirilen havagazıyla çalışan fenerlerle aydınlatılması, ilk kez İstiklal Caddesi’nde başlatılır.

1869 yılında atlı Atlı tramvayın ilk hattı, Azapkapı-Beşiktaş arasında, İkinci hat ise Galata yani Karaköy– Şişli hattıdır ve 1883 yılında hizmet vermeye başlar. 20 Nisan 1924’te Beyoğlu Belediyesi kurulunca, binanın adı da “Beyoğlu Belediyesi binası” olur, Altıncı Daire-i Belediye adı tarihi olur. Neoklasik anlayışta bir cepheye sahip olan ve Haliç ile tarihi yarımada manzarasına hâkim yapı

Meşrutiyet Caddesi’nin Nergis Sokak ile kesiştiği köşede 1881’de Fransız kökenli Levanten bir aile olan Decugisler için üç katlı olarak inşa edilmişDecugis Evivar. Yapının mimarı olan Alexander Vallaury’nin adını caddeye bakan cephede görebiliriz. Yapım tarihi de binanın girişinin hemen üzerinde yazılı. Dönemin en ünlü gümüş, kristal ve porselen ürünler satıcısı olan Henri Hypollite Décugis bu eve çok sevdiği eşi, oğlu Lui ve kızı Rosa Caroline’yle birlikte inşa edildiği yıl taşınmış. Decugis’lerin 60 yılı aşkın bir süre yaşadığı bu ev Pera bölgesindeki en eski taş binalardan biri.

Henri Décugis, Christofle marka gümüş ve gümüş kaplama takımlarının, Haviland marka porselenlerin ve Baccarat marka kristal bardak/kadeh ve avizelerin Türkiye genel acenteliğini yürüten bir isim. Çevresinde dürüstlüğü ve iş ahlakıyla tanınan Decugis, 1940’ta çok sevdiği eşinin ölümüyle sarsılır. Ölümün acısını çok derinden yaşayan Henri Decugis Fransa’dan özel olarak getirttiği kepenklerle tüm odaları karanlığa gömer ve evinin kapılarını iki yıl boyunca kimseye açmaz. Ve 1942’de son nefesini verdiği güne kadar eşinin yasını tutmayı sürdürür. Henri Decugis Feriköy Katolik Mezarlığı’nda yatan karısının yanına gömülür. Ev ise oğul Lui’ye kalır. Lui babası öldükten sonra mağazanın başına geçtiyse de 6-7 Eylül 1955 olayları onun için sonun başlangıcı olur. Kapıya çapraz şekilde iki tahta çakıp evi kapatan Lui, daha sonra da binayı satarak Fransa’ya göç eder.

2001 yılında binanın mülkiyeti Arguş ailesine geçer. 28 yaşındaki Ebru Arguş ve 24 yaşındaki Duygu Arguş, Mimar Sinan Üniversitesi’nden bir ekip getirterek evi restore ettirirler. Sonra da tarihi binalara verilen özel bir belgeyle Decugis’lerin evinde bir otel işletmeye açarlar.

Bir Olağanüstü Mimar: Alexandre Vallaury

Alexandre Vallaury Bankalar Caddesi üzerindeki Osmanlı Bankası ve Tütün Reji Binası’nın mimarıdır. Pera Palas da dâhil, İstanbul’da en az 25 civarında yapıya imza attığı bilinmektedir.

1850’de, İstanbul’da varlıklı bir Levanten ailenin çocuğu olarak, önemli mimarlar yetiştiren Paris Güzel Sanatlar Akademisi’ni Ecole des Beaux-Arts bitirir.Yurda döndükten sonra Güzel Sanatlar Akademisi Sanayi-i Nefise Mektebi kadrosuna alınır ve eğitimcilik yapar.

Vallaury ile Mongeri güçlü bir mimarlık formasyonuna sahip olan ve bu nedenle İstanbul’da özel bir yeri olan mimarlardandır. Vallaury tıpkı (Milano’daki Brera Akademisi’nde eğitim görmüş) Guilio Mongeri gibi hem üslup olarak klasik dönemi model alan, hem de yerel mimari yaklaşımları tanıyan ve yer yer benimseyen mimarlardandır.

Vallury’nin ilk tasarladığı yapı Fındıklı’daki Sanayi-i Nefise Mektebi’dir. Ancak Vallaury özellikle bugün SALT Galata olarak bildiğimiz eski Osmanlı Bankası binasının ve Orient Ekspres’in yolcularını misafir etmek üzere inşa edilen Pera Palas Oteli’nin mimarı olarak bilinmektedir.

1900-1904yılları arasında saray mensupları ve yüksek bürokratlar için köşkler, konaklar tasarladı. Pera Palas’ın karşısındaki Union Française Binası, Decugis Evi, Cercle d’Orient Binası, Eminönü. Hidayet Cami, İstanbul Arkeoloji Müzeleri ana binası, Haydarpaşa Lisesi, Beyoğlu’ndaki Tokatlıyan Oteli, Cağaloğlu’ndaki İstanbul Lisesi), Cemil Topuzlu Köşkü, Büyükada’daki Rum Yetimhanesi, Karaköy’deki Yeni Han, Ömer Abid Han, Yeniköy’deki Afif Paşa Yalısı, Bağlarbaşı’ndaki Mecid Efendi köşkü, Café Lebon…

Ayrıca ailenin kızkardeşi Cafe Lebon’u açan, baba ise o dönemki en ünlü pastacılarından biriymiş.

Apollon Çatana olarak geçen bu bina, büyük ihtimalle bir Rum tarafından inşa ettirilmiş. Şalom Gazetesi 1923 yılında, Zülfaris Sinagogu (Kal Kadoş Galata) Beyoğlu ve Galata’nın sürekli artmakta olan Yahudi nüfusunun gereksinmelerine yetmeyince, yeni bir sinagog projesi ele alınarak Büyük Hendek Caddesi üzerinde bulunan Ünion Sineması (Millet veya Kuledibi Sineması) kiralandı. İşletmeciliğini önce S. De Toledo, daha sonra Kemal Seden’in yaptığı sinema, aynı cadde üzerindeki Apollon Apartmanı’ndan girildiği için yaygın olarak Apollon Sineması olarak bilinirdi.

Hızlı bir çalışma temposu ile değişimi bitirilen yeni sinagog 18 Mart 1923 (1 Nisan 5683) günü, Hahambaşı Kaymakamı Rav Hayim Bejarano, Bursa eski Hahambaşısı Rav Moşe Benhabib, Bet Din üyeleri ve Başhaham Rav Rafael Saban ile basın ve kalabalık bir cemaat topluluğunun katıldığı geleneksel törenle hizmete açıldı. Ne var ki, Kenesset İsrael adı verilen sinagog, halk arasında El Kal de Apollon olarak anıldı.

1969 yılında doğmuş Rony Reşat Uzay Heparı. Dedesi Türkiye’nin ilk şehir planlama uzmanı Aron Angel. Aron Angel’in ailesi, Sultan Abdülaziz’in isteği ve davetiyle İstanbul’a geliyor ve ilk yerleştikleri apartman meşhur Kadıköy Yeldeğirmeni’ndeki Valpreda diğer bilinen ismiyle İtalyan Apartmanı. Aron Angel, daha sonra ağırlıklı olarak Nişantaşı’nda yaşıyor. İstanbul’da yüksek mühendislik mezunu olduktan sonra yüksek mimarlık okumaya Sorbonne’a gidiyor ve hocası Henri Prost‘un yönlendirmesiyle iki üniversitede birden; hem mimarlık, hem şehir planlaması okuyor. Savaş döneminde Henri Prost İstanbul’a dönüyor. Savaş sonrası 1927’de, nüfusu 691 bine düşmüş İstanbul’u bir şehir olarak planlamak için Atatürk tarafından görevlendiriliyor. Proust, mühendislik, mimarlık ve şehircilik okuyan öğrenci Aron Bey ile macerası başlamış oluyor.

Angel ile Prost, deniz kıyısının otomobillere değil insanlara ait olması gerektiğini düşünerek plan yapıyor. Ve yeşil geziler önemli! Parklar… Hatta The Marmara, akışı deniz yönünde bozuyor. Tam yeşilin, yolun ortasına bir dev otel Hilton kaldırılmalı diyerek istifa ediyor ve serbest mimarlık yapmaya başlıyor.

Tünel Nergiz Sokak’taki bu bina da eskiden Angel Apartmanı(Tünel İş Hanı) aile satın almış 1925’lerden, 1958’e kadar Aron Angel, anne-babası, ablaları burada oturmuş. Aron Angel, Belediye’den istifasının ardından fotoğraftaki giriş katını serbest mimarlık için ofis olarak kullanmış. Torunu mimar Cem Yaman da onunla bir projede çalışmış. Oğlu Albert Angel de mimarmış.

Karaköy’ün dik yokuşlarını tırmanmak zor olduğundan düşünülmüş olan raylı sistemin mühendisi Fransız Eugène-Henri Gavand, Abdülaziz döneminde İstanbul’a seyahat için gelip yokuşun zorluğunu görüp dile getirmiş projesini. Padişahı ikna ettikten sonra da İstanbul’un ilk metro yapımı çalışmalarına başlanmış. 1867 yılında tasarladığı bu füniküler sistem 1875’te hizmete açılmış. 1910’larda inşa edilen Metro Han binası ise ilk olarak gar binasına ait otel olarak düşünülmüş. Fakat daha sonradan ofis olarak kullanılmaya başlanmış. Günümüzde İBB Miras tarafından restore edilmiş vekültür sanat sohbetleri yapılmaktadır.

Galata Mevlevîhânesi, bir zamanlar İstanbul’da faaliyet gösteren 300 civarındaki tekke ve zaviyeden günümüze ulaşmış yapıların muhtemelen en eskisi.Mevlevihane arazisi II. Bayezid’in vezirlerinden olan İskender Paşa’nın av köşkü arazisi içinde yer almaktaymış.Mevlevîhâne girişinin hemen yanında Halet Efendi tarafından 1819’da yaptırılan sebil var.

Girişten ilerlediğimizde solda mezarlık sağda ise bahçesi bulunuyor. Yapı zaman içinde çeşitli eklerle genişlemiş ve müştemilatı, türbeleri, kütüphanesi ve geniş haziresiyle tam bir tarikat külliyesi niteliğine bürünmüş.Yangından sonra Sultan III. Mustafa tarafından onartılan dergâh bir sonraki kapsamlı onarımını yirmi dördüncü şeyhi ve divan edebiyatının son kutbu Şeyh Galip Dede’ye borçlu.Dergâh 19. yüzyılda da çeşitli yangınlar görmüş, akabinde çeşitli onarımlardan geçmiş. Bunların ilki, II. Mahmud devrinin ünlü simalarından Hâlet Efendi’nin 1819’da gerçekleştirdiği imar faaliyetidir. Hâlet Efendi, günümüzde mevcut cümle kapısı ile yanında sebil, çeşme, muvakkithâne ve kütüphane mektepten oluşan sebilküttâbı, yine cümle kapısına bitişik olan kendi türbesini inşa ettirmiş. Bunlarla da yetinmeyip toplam 813 adet eseri kütüphaneye bağışlayan Hâlet Efendi, kitapların korunması, kütüphanenin yönetimi, çalışanların maaşı ve mevlevihânedeki dedelerin refahı için çoğu Yunanistan’da bulunan arazi ve çiftliklerini vakfetmiş.1824’te bir yangın daha geçiren Mevlevîhâne’niyi II. Mahmud onarmış.Mevlevîhâne, II. Abdülhamid ve V. Mehmed Reşad devirlerinde de bazı onarımlardan geçmiş.

Matbaanın şehirdeki öncüsü olarak tanınan İbrahim Müteferrika’nın Hasköy’de bulunan kabir taşı da mevlevîhânenin avlusundadır. 1729’da Osmanlı hizmetine girerek Humbaracı Ahmet Paşa adını alan Fransız kökenli asker Claude Alexandre de Bonneval de 1747’de İstanbul’da ölünce buraya defnedilmiş. Ahmet Paşa, Osmanlı ordusunun ıslahı için çalışmalar yapmış ve askeri mühendislik okulu kurmuş.

21 Kasım 2011’de Galata Mevlevîhânesi Müzesi adıyla yeniden hizmete giren yapıdabugün çeşitli müzik aletleri, farklı dönemlere ait Mevlevî eşyaları ve çeşitli eserler sergilenmekte.

Bir zamanlar Galata bölgesinin en seçkin konutlarından biri Tımarcı Sokağı’nın sol sırası boyunca uzanan Barnathan Apartmanlarıydı. Galata bölgesinde 19. yüzyıl sonlarında inşa edilmiş apartman konutlarının ilk örneklerinden biri olan binanın mimarı, planında “ingénieur” unvanıyla belirtilen Charles Maruletto’dur. Barnathan adı İbranice’de “Natan Peygamber’in Kızı” anlamına geliyor. İnşaatına 1880’li yıllarda başlanan yapı 1893’te tamamlanmış. Barnathan Apartmanları, Doğan Apartmanı gibi Marmara Denizi manzaralı geniş bir avluya sahip olmadığı için onlar kadar ilgi görmese de gerek cephesi gerek iç bölümleriyle son derece önemli bir yapı olarak değerlendirilmekte. Uzun yıllar Barnathan ailesine ait bir mülk olarak varlık gösteren bina kira geliri getirecek bir mülk olarak inşa edildiğinden, aile buraya taşınmak yerine ağırlıklı olarak Kadıköy ve Moda’da yaşamayı sürdürmüş.

Barnathan ailesi 1492’de İspanya’dan Osmanlı’ya göç eden Sefarad Yahudilerdendi. İstanbul’daki aile üyeleri genellikle ticaretle uğraşıyordu ve güçlü uluslararası bağlantılara sahipti. Ailenin büyüğü olarak anılan ve Eminönü’ndeki Barnathan Han’ın sahibi olan Nissi Barnathan ise bankerdi. Barnathan ailesinin büyük kısmı I. Dünya Savaşı çıkmadan hemen önce Yunanistan üzerinden önce Arjantin’e arkasından da Brezilya’ya veya Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etmiş, bir kısmıise Fransa’ya yerleşmişti. Savaşta İstanbul’da kalan bir kısım aile mensubu da 1920’li yılların sonuna kadar Türkiye’den ayrılmışlar.

İnşa edildiği yıl olan 1892’de binada sadece sekiz kişi yaşıyordu. Apartmanın bu ilk sakinleri Galata civarındaki bankalarda çalışan, ticaret için İstanbul’a gelmiş ve buraya yerleşmiş Levantenler, gayrimüslim bankerler, doktorlar, Osmanlı Bankası çalışanları, sarraflar, cam ticaretiyle uğraşanlar ya da yeni faaliyete geçmiş demiryolu şirketi çalışanları yani orta sınıf idi. 1968 yılına ait bir miras intikal belgesinde apartmanın ismi “Hamit Bey Apartmanı olarak geçerken, 2003’te Halil Hamit Apartmanı şeklinde yer almış. Barnathan isminden geriye ikinci girişin üzerine kazınmış Barnathan Han ibaresi kalmıştır.

Taş Baskının Ustaları: Zellich Biraderler

Osmanlı’da litografi tekniğiyle üretilen kartpostal baskılarıyla ün yapmış bir Hırvat ailesidir Zellichler.1840’ta Dalmaçya’dan İstanbul’a göçmüşler. Yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra kurulan ordunun eğitim ve öğretimi için gerekli talimnâmeleri basmakla işe koyulmuşlar. Ermeni, Osmanlı ve Yunan harfleriyle basım yapan bu litografyada askerlik eğitimiyle ilgili birçok yapıtın yanı sıra şiirler, halk hikâyeleri ve sözlükler de basılmıştır. Bu sayede Osmanlı’ya çok sayıda usta da yetiştiren Henri Caillol, 1836’da II. Mahmud’un izniyle Beyoğlu’nda Galata Mevlevîhânesi yakınlarında kendi matbaasını kurmuş.

Henri Caillol’un yanında çıraklık yaparak bu işin inceliklerini öğrenen Antonio Zellich 1852’de bu atölyede “Journal Asiatique de Constantinople” adlı bir derginin çıkarılmasına da katkı verir. 1871’e kadar Caillol’lar adına çalıştırılan matbaa, Henri Caillol’un bu tarihteki ölümünden sonra Antonio Zellich’e geçer. Artık İstanbul’da taş baskıda en büyük isim “A. Zellich et Fils”tir.Türkçe yazılmış, Ermeni harfleriyle basılmış ilk roman olan Akabi Hikâyesi’ni (1851) kaleme alan Vartan Paşa’nın çok sayıda eserini de basmıştır.

Onun ölümünden sonra matbaanın yöneticiliğini oğlu Gregoire üstlenmiş ve iş artık “Zellich Frères”e yani Zellich Kardeşler’e geçmiştir. Zellich Kardeşler, Serdar-ı Ekrem Caddesi’ndeki atölyelerinde bastıkları kartpostal ve pos- terleriyle imparatorluk çapında bir üne kavuşurlar. En büyük ticari başarılarından biri 1914 yılında Osmanlı lirası banknotlarını basmak olur. Zellich Kardeşler yirminci yüzyılda da işleri sürdüren Zellich matbaasınına ait son kayıt 1928 tarihlidir.

Serdar-ı Ekrem Caddesi izleyen blok, tek bir apartmandan oluşuyor. Bu muazzam bina Komondo Evi. 1861-1868yılları arasında bir tarihte neoklasik üslupta simetrik bir plan şemasıyla Kamondoların en güvendiği ve çoğu hanlarını inşa ettirdikleri mimar Stampa tarafından inşa edilmiş.

İstanbul’da yaşamış Sefarad Yahudilerinin en zenginlerinden olan ve şehrin modernleşmesine büyük katkıları olan Kamondo ailesinin özellikle Galata civarında çok sayıda gayrimenkulleri bulunuyordu. Kamondolar 19. yüzyıl Avrupa’sının önde gelen Yahudi banker aileleri arasında olsalar da nüfuzlarının önemli bir kısmını Galata bölgesinde kurdukları gayrimenkul imparatorluğuna borçluydular. 1881 yılında Kamondoların sahip olduğu bankaya kira ücreti yatıran 170-180 civarında dükkân, banka ve yazıhane bulunmaktaymış. Kamondo ailesi fertlerinden hiçbiri burada oturmamış. Kamondolar Galata’yı sadece işyerleri ve yatırımları için tercih etmişler.Sultan Abdülhamit’in diş hekimi Hantz von der Heyde ile Abidin Dino da bu apartmanlarda oturmuşlar.

Komondo Apartmanının karşı köşesinde İtalyan iş adamı Foscolo’nun evi ve hemen yanında Hamambaşılık binası bulunuyor.

19. yüzyıl Osmanlısında finans sermayesinin kurumsallaşmasında ve kentleşmede belki de en büyük rolü oynayan aile Portekiz kökenli Sefarad Yahudisi Kamondolardır. İsimleri (Ca’mondo) “dünyanın evi” manasına gelen aile, 1840’lardan sonra Galata’nın Baltacı ailesinden sonraki en önemli bankeri oldukları gibi İstanbul’da küçük çaplı bir gayrimenkul imparatorluğu kurmuşlar.Ailenin en ünlü kişisi Ortaköy doğumlu “büyükbaba” Avram Salamon Kamondo’dur. Osmanlı hükümetinin Osmanlı Bankası kurulmadan önce bankerliğini yapmış. Neredeyse bütün bir Kırım Savaşı’nda Osmanlı devletini finanse etmiş.

Kamondo Ailesi, Osmanlı modernleşmesinde iz bırakan sayısız yapı inşa ettirmişler. Bankalar Caddesindeki Kamondo Merdivenleri, Kasımpaşa’daki Kuzey Deniz Saha Komutanlığı, Galata Residence, Serdar-ı Ekrem Sokak’taki Kamondo Hanı, Meşrutiyet Caddesi’ndeki Büyükada Han, Karaköy’deki Saatçi Han, Latif Han, Lacivert Han, Yakut Han, Kuyumcular Han, Lüleci Han, Gül Han’dan oluşan 10 han, 50 dükkân, 27 apartman ve bir tiyatro.

Avram Salamon Kamondo’nun torunu Avram Behor ve Nesim’de Osmanlı İmparatorluğu Şirket-i Umumiyesi (Societe Generale de L’Empire Ottoman) isimli bankayı kurup, yönetmişler.

Ancak üçüncü kuşak Moiz Kamondo baba ve dedelerinden farklı olarak servetine temel teşkil eden işleriyle yakından ilgilenmek yerine, yaşadığı Paris’te sosyal hayat daha cazip gelmiş. Moiz’in oğlu Nesim’de Türkiye’nin en büyük Fransız gayrimenkulleri ile ilgilenmemiş. Nesim’de I. Dünya Savaşı’nda Fransız ordusuna katılıp hayatını kaybetmiştir.Moiz, 1935’te ölür. Ailenin son fertleri olan Beatrice Kamondo ile eşi Leon ve çocukları Fanny ile Bertrand ise II. Dünya Savaşı sırasında Auschwitz’teki Nazi toplama kampında hayatını kaybederler. Kamondolar mirasçı bırakamadan öldükleri için aileye ait yüz yetmiş altı parça emlak ‘Milli Emlak’a kalır.

Camcı Sokağı’nda hemen sağ köşede yeni restore edilmiş bina eskiİngiliz Postanesi.

1853-1856 yılları arasında gerçekleşen Kırım Savaşı sırasında İngiltere, ordusunun askeri yazışmaları için İstanbul’da bir postane binası kuruyor.Savaşın ardından İngiliz Askeri Postanesi sivil yazışmalar için kullanılmaya başlanıyor ve artan ticari faaliyetlerle dönemin İngiltere Posta Bakanı George Campbell, yeni bir bina inşa edilmesi için emir veriyor. Mimar ve mühendis Joseph Nadin’in tasarladığı ve inşaatını yürüttüğü Galata’daki postane binası 1859’da tamamlanıyor ve 1895 yılına kadar bu amaçla kullanılıyor. 1905 yılında ise bina İngiliz okuluna dönüştürülüyor. Sonrasında genelde Yahudi ve Rum ailelerin yaşadığı bir apartman olarak kullanılmaya devam edilen bina, birçok film yapımı tarafından kullanılıyor. Bugün ise Postane İstanbul projesi olarak sosyal, çevresel ve kentsel çalışmalara, sosyal girişim ve yerel üretimlere ev sahipliği yapıyor.

150-160 yıllık bir bina olarak geçmişi bulunan bir hastane. 1860 yılında İngiliz Bahriye Hastanesiolarak yapılmış, Hastaneden çok bir şatoyu andırıyor, ama British Seamen’s Hospital (Britanya Denizciler Hastanesi) planını Percy Adams çizmiş.

Hastanenin geçmişi 1855 yılına, yani KırımSavaşı zamanına (1853-1856) dayanıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun Rusya’ya savaş açtığı bu dönemde İngiltere ve Fransa Osmanlının yanında yer alarak Sivastopol’ü kuşatmıştı. İşte bu dönemde Kırım Savaşı’nda yaralanan İngiliz askerler için İstanbul’da hizmet verecek bir hastane zarureti ortaya çıkmış. İki katlı, 50 yataklı “British Seaman’s Hospital”ın, yani İngiliz Bahriye Hastanesi’nin yapım sebebi bu. Hastanenin masrafı, İstanbul’a gelen İngiliz gemilerinin ödediği liman harcından karşılanmış. Yapı “İngiliz” ve “hastane” karakterini savaş sonrasında da yitirmemiş. Hatta genişletmiş! Çünkü İngilizler binayı yıkarak yerine daha kapsamlı bir hastane yapmışlar. Mimarı da İngiliz Henry Percy Adams (1865-1930). Bugünkü mevcut kule işte 1904’te yeniden inşa edilen bu hastaneden yükseliyor.

Hastane dedik ama, İngilizler binanın bu ilginç kulesini boşa yapmamış ve 1. Dünya Savaşı sonrasında İstanbul’u işgal ettiklerinde Boğaz’ı gözlemlemek, rasat yapmak ve İngiliz gemilerini takip için kullanmışlar.

Hastane 1924 yılında İngilizler tarafından Kızılay’a devredilmiş. 1948’de Kızılay’dan satın alınarak Belediye Beyoğlu Hastanesi’ne dönüştürülen yapı 2001 tarihinden bu yana Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma adıyla hizmet veriyor.

Kırım Kilisesi, Sultan Abdülmecit’in İngilizlere bağışladığı arazi üzerinde, Osmanlıların Britanya ve Fransa ile aynı safta katıldığı Kırım Savaşı anısına yapılmış. Bu nedenle ‘Kırım’ı Anma Kilisesi’ olarak da biliniyor. Kurtuluş Savaşı sonunda Türkler İstanbul’a giriyor, İngiliz kuvvetlerinin de çekilmesi gerekiyor. O zaman General Harrington, Türklerle anlaşarak, birliklerinin bayrağını bu kilisede bırakarak İstanbul’u terk ediyor.

Tünel ile Tophane arasında, Serdar-ı Ekrem sokakta yer alan bu kilise neo-gotik tarzda yapılmış. 1858-1868 yılları arasında İngiltere’nin tanınmış mimarlarından, hatta Londra’daki adalet sarayını da tasarlayan C.E. Street tarafından yapılmış. Şehirdeki başka yapılarda da görebileceğiniz Malta taşı, bu kilisenin inşasında da kullanılmış. Kilisenin bulunduğu alan bölgedeki pek çok alan gibi mezarlıkmış. Sultan Abdülmecid tarafından bir fermanla İngilizlere verilmiş. Yapımı 10 yıl sürmüş. Ancak kilisenin yapımında Bizans ya da Osmanlı üslupları kullanılmaması şart koşulunca, çan kulesinde orta çağ şatolarındakini andıran, sivri külahlı ilginç bir üslup ortaya çıkmış. 1970’te cemaati kalmadığı için kapanan kiliseye 1991’de İstanbul’a sığınan Sri Lankalı mülteciler sahip çıkmış ve onartarak aynı yıl yeniden ibadete açmışlar.

Kulenin bulunduğu meydandan, Yüksek Kaldırım’ı geçerek Serdar-ı Ekrem Sokağı’na girdiğinizde, sağda, avlusu ve güzel manzarası ile, şehrin en güzel İtalyan tipi apartmanlarındanDoğan Apartmanı.Okan Bayülgen, Teoman, Şener Şen, Tarkan ve Sezen Aksu bu ünlü apartmanın sakinleri arasında. 1892-1895 yılları arasında Prusya Devleti'nin elçilik binası olarak inşa edilmiş.1893-1919 arasında Belçikalı Helbig ailesinin himayesine geçince de Helbig Apartmanı ve Nahid Bey Apartmanları olmuş.1919'da Osmanlı uyruklu Musevi Mair de Button’un alınca apartman, Button Han olmuş.1929'da bina Berlin merkezli Victoria sigorta şirketine geçmiş, 1942'ye kadar Victoria Han olmuş.  Bu dönemde kiracı sayısının azalması ile birlikte apartmanda elektrik, su, havagazı donanımı yaptırılmış, dairelerin mutfak ve banyoları yeniden düzenlenmiş.1942'de Yapı Kredi Bankası'nın kurucusu ve Doğan Sigorta'nın sahibi olan Kazım Taşkent apartmana İsviçre Alplerinde kayak yaparken çığ düşmesi sonucu hayatını kaybeden oğlu Doğan’ın ismini vermiş.Tarih boyunca pek çok önemli ismi ağırlayan Doğan Apartmanı, sanata da daima dost olmuş. Türk sinemasının önemli eserlerinden “Eşkıya” ve “Muhsin Bey” gibi unutulmaz filmlerin bazı sahneleri bu apartmanda çekilmiş.

Apartmanın, dillere destan ve eşsiz Marmara denizi ve Sarayburnu manzarasına sahip terası ve herkesin kullanımına açık ortak bir kütüphane ve spor salonu bulunuyor. Dört bloktan oluşan apartmanda her bloğun girişi farklı bir yerden. 330 metrekare büyüklüğündeki bir iç avluya giriliyor. Binanın uzun kuzey kanadı avluyu İstanbul’un hâkim rüzgârı olan poyrazdan koruyor. Doğan Apartmanı’nda büyüklükleri 91-196 m2 arasında değişen Avrupai tarzda 49 daire bulunuyor. İtalyan mimari tarzını yansıtan bina, “U” şeklinde tasarlanmış. 400 metrekarelik bahçesiyle en üst katında her dairenin kendisine ait olan hizmetçi odaları bulunuyor.

Yokuşun sonuna doğru, Galata’da fetih sonrası inşa edilen ilk caminin yeniden inşası olan Bereketzade Ali Efendi Camiyer alıyor.Kulenin hemen karşısında, eskiden yokuşun daha aşağısındayken buraya taşınan yeniden kurulan güzel Bereketzade Çeşmesi var.

Galata’nın ilk Türk Voyvodası olan Bereketzâde Hacı Ali Bin Hasan, İstanbul’u fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmet tarafından Galata’ya dizdar olarak görevlendirilir. Dizdar Bereketzâde Hacı Ali, göreve başladıktan hemen sonra, Galata Kulesi’nin yanı başına kendi adını taşıyan bir cami, bir medrese ve bir de çeşme yaptırır. Bereketzade Hacı Ali Ağa bu bölgede bu mahalleye de adını vermiştir.Camiye dair bir diğer ilginç bir bilgi de; Galata Kulesi’nden caminin minaresine varan ve buradan da Karaköy eski limanına inen, ancak bir kişinin geçebileceği kadar dar, gizli bir geçit olması.

Galata Kulesi yaklaşık 700 yıldır İstanbul siluetin parçası, İstanbul’u 360 derece görebileceğiniz tarihi kule… Cenevizler tarafından gözetleme kulesi olarak inşa edilmiş. Yapıldığında çevresinde surlar varmış. İstanbul’un kuşatmasında tarafsız kalması karşılığında Fatih Sultan Mehmed, fetihten sonra bölgede varlıklarını sürdürmelerine izin vermiş. Ancak surların yıkılması şartıyla… Kalan sur kalıntıları da 1870 yılında, Beyoğlu’nun imarı sırasında yıkılmış. O sırlardan Yanıkkapı adıyla bilinen bir sur kapısı kalıntısı ve Azapkapı-Karaköy caddede sağda solda, Ceneviz surlarının iyice azalmış parçaları görülebiliniyor.

Laleli Çeşme Sokağı’nın girişindeki Laleli Çeşme art nouveau mimari üslûbunun çeşme mimarisine uygulanışına dair çarpıcı bir örnek. Kitâbesi yoktur. Ancak İtalyan mimar Raimondo D’Aronco’nun tasarımı olduğu ve 1904 yılında yapıldığı sanılıyor. 1893- 1909 arasında Osmanlı İmparatorluğu’nda çalışmış ve pek çok önemli yapıtın inşa ve onarımına imza atmış olan D’Aronco, iki sokağın birleştiği köşede yapraklardan oluşan bir rozet içinde bir güneş motifi kullanmış.Rozetten çıkan dallar her iki cepheyi sarıyor. Kesme taş örgü sistemde inşa edilmiş olan yapının cadde ve sokağa bakan cephelerinde de ayrı birer çeşmesi var.

Şair Ziya Paşa Yokuşu’ndaki, Laleli Çeşme’ye yakın Kal de Los Francos Sinagogu, ya da bugünkü adıyla İtalyan Sinagogu bulunuyor.İtalyan Yahudileri ilk olarak Zülfaris Sokak’taki sinagogu kullanmışlar. O yıkılınca geçici olarak Küçük Hendek Sokağı’nda bir yer kiralamışlar, daha sonra da Şair Ziya Paşa Yokuşu’nda bir arsa satın almışlar. Buraya sinagogu inşa etmişler. 1885 yılında da devletten ruhsat alınarak ve sinagog resmîleşmiş. Bugün İtalyan cemaatine bağlı 100 kadar aile olduğu sanılıyor.

Cenevizliler tarafından yapılan surlar üzerinde deniz tarafından günümüze ulaşan yok. Kara tarafındaki bu kulelerden ikisi Galata Kulesi Sokak’ın hemen batısında yer alıyor.Şair Ziya Paşa Caddesi’nden Bankalar Caddesi’ne doğru inerken solda İtalyan Sinagogu’nu geçer geçmez hemen bitişiğindeki boş arsada Ceneviz duvarının iki kulesini görmek mümkün. Bunun dışında, Lüleci Hendek Caddesi’nin Revani Sokağı ile buluştuğu köşede, bir diğer tarifle St. Benoit Lisesi arazisinin arka tarafında Ceneviz dönemi surlarından kalma birkuledaha var.

Şişhane’yi Karaköy’e bağlayan Bankalar Caddesi’ne gelmeden Okçu Musa Caddesi üzerinde sol kolda Okçu Musa Cami yer alıyor. Galata’nın ilk Müslüman mahallelerinden biri olan Okçu Musa’da Fatih Sultan Mehmet Han’ın okçubaşısı olan Musa tarafından yaptırılmış. Yığma sistemde iki katlı olarak inşa edilmiş. Girişinde bir kuyu ile avlusunda Okçu Musa’ya ya ait olduğu düşünülen bir kabir bulunuyor. Tek şerefeli bir minaresi var. 1939 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğünce duvarları onarılmış, bahçe içine de 5 katlı bir bina yapılmış. Bu yapının iki katı camiye dâhil edilmiş olup diğer katlar lojman olarak kullanılmakta.

Okçu Musa ile Şair Ziya Paşa caddelerinin kesiştiği meydandan başlayıp Karaköy Caddesi ile Yüksek Kaldırım Caddesi’nin birleştiği yere kadar devam eden Bankalar Caddesi’ndeki hanlarda hâlâ banka ve sigorta şirketleri var.

19. yüzyılın İstanbullu yazarlarından Hagop Baronyan, “Galata’nın sınırları güneyde yankesiciler, batıda sarhoşlar, kuzeyde katiller ve doğuda şarkıcı kızlardır” dedikten sonra şöyle ilave ediyordu: “Paranın ve çılgınlığın sınırı yoktur”. Galata bankerleri, Galata’da Komisyon Hanı ve Havyar Hanı adı verilen iki handa faiz karşılığında para veren ve asli işleri çoğunlukla ‘sarraflık’ (kuyumculuk) olan azınlıklar için kullanılan bir tabirdir. Düyûn-u Umumîye’nin kuruluşuna değin, özellikle Osmanlı Bankası’nın faaliyete geçişine kadar iktisat tarihimizde önemli yerleri olmuştur. Galata bankerleri, vergilerin toplanmasında, hazinenin açıklarını kapatmada, madeni para ihracı ve tedavülü konularında Osmanlı hükümetine yardımcı da olmuşlardır. 1860’lardan sonra Osmanlı devleti artık sadece Galatalı sarraflardan değil yabancı bankalardan da kredi ve borç temin etme yoluna giderler. Galata’da 1864’ten sonra kurulan bankalar daha ziyade limanın civarında, Galata’nın güney bölgesinde yoğunlaşmışlardı. Bu haliyle bir bankacılık ve finans merkezi olarak Galata, başta Rothschild’ler olmak üzere pek çok bankerin yerleştiği Paris’in finans merkezini andırıyordu. Kamondoların sahip olduğu 10 hanın dokuzu Galata’da yer almaktaydı.

Bu tarihten sonra Voyvoda Caddesi (sonraki adıyla Bankalar Caddesi) finans dünyasının İstanbul’daki kalbi olarak sivrildi. Osmanlı Bankası’nı takiben pek çok banka ve banker ofislerini bu caddeye taşıdılar. 19. yüzyılın sonlarına doğru bu caddede bulunan bankalardan bazıları şunlar: Selanik Bankası, Alman Bankası, Rus Dış Ticaret Bankası, Atina Bankası, Şark-ı Karip Ticaret Bankası, Hollantse Bank-Uni, Banca di Roma, Banca Commerciale Italiana, Deutsche Bank. Merkez Bankası, Sümerbank, Garanti Bankası…

18. yüzyılda Marmara Denizi’ndeki Paşalimanı adasında sahip oldukları bağlarda ürettikleri şarap, şıra ve pekmezi Galata’ya getirip satarak ticaret hayatına atılmış bir aileydi Zarifiler.

Torun Yorgo Zarifi, Galata’nın ünlü Rum bankerlerinden Stefanos Zafiropoulos’un yanında çalışmaya başlar ve bu ailenin kızı Eleni ile evlenir. Bir süre sonra da Zafiropoulos ailesi ile iş ortağı olur.Zamanla bankacılık sektörüne geçer ve Osmanlı maliyesinde önemli roller üstlenir. Osmanlı devletinin borçlanma ihtiyacı ile şekillenen kariyeri 1850’lerin başlarında Dersaadet Bankası’nın tasfiyesi ile başlar.

Zarifi’nin kariyerinin dönüm noktası, Osmanlı devletinin iflasını açıkladığı 1876 yılıdır. Abdülaziz’in tahttan indirilmesiyle başlayan ve Abdülhamit’in tahta çıktığı ilk dönemlerde de devam eden istikrarsızlık süreci Zarifi için yeni fırsatların kapısını açar ve sarayın mali işlerinin yürütülmesinde önemli bir rol üstlenir. 1877- 1878 Osmanlı- Rus savaşının finanse edilmesine önemli katkılarda bulunur. Yorgo Zarifi’nin sağlık nedenleriyle işten uzaklaşması sonrası işleri oğlu Leonidas Zarifi devralır.Zarifiler için belki de “Osmanlı bankacılık sistemini kuran” ailedir diyebiliriz. Zarifiler Balkan savaşlarının patlak vermesinden bir süre önce Berlin-Bağdat demiryolunu finanse etmek üzere Baron Hirsch ile ortaklık kurar ve servetlerini büyütürler. 1920’li yılların başına kadar İstanbul’da yaşamaya devam eden Zarifiler, Yunan ordularının Anadolu’ya ayak basmasıyla başlayan süreç içinde vatanlarından ayrılarak Marsilya’ya yerleşirler. 1909’da şirketi 1970 yılında Zarifi&Cie’ye dönüştürülür. Bugün de hayatta olan şirketi Perikles Zarifi’nin beşinci kuşaktan torunu Theodore Zarifi Marsilya’dan yönetmektedir.

Yorgo Zarifi, yaşamı boyunca zenginliğinin yanı sıra hayırseverliğiyle de bilinen bir figür olmuştur. Fener’deki görkemli Mekteb-i Kebir binası, Balıklı Rum Hastanesi, Tarabya’daki Paraskevi Rum Kilisesi, on binlerce kitaptan oluşan kütüphanesi, Pera’daki Merkez Rum Kız Lisesi, Büyükada Rum Yetimhanesi…

Bankalar Caddesi No.24’teki Hezaren HanOsmanlı Bankası’nın da mimarı olan Alexander Vallaury tarafından tasarlanmış ve 5 ay gibi rekor bir inşaat süresi sonunda1903 yılında tamamlanmış. Ön cephesi Bankalar Caddesi’ne arka cephesi ise Banka Sokağı’na bakan bina bodrum ile zemin harici dört katlı olarak inşa edilmiş. Han gösterişli cephelerinden birine sahip. Cephedeki motifler Art Nouveau ağırlıklı.

Hristaki Zoğrafos Galata’da bir ortağıyla birlikte küçük bir döviz bürosu açarak başlar. Bu, genç Hristaki’nin finans piyasalarıyla ilk tanışıklığıdır. Zamanla bankerliğe geçiş yapan Hristaki Zoğrafos 1854-1881 yılları arasında Osmanlı devletine uluslararası piyasalardan kredi temin eden en önemli bankerler arasında yer alır. Toplumda Hristaki Efendi adıyla anılmaktadır.1864 yılında kurulan “Osmanlı İmparatorluğu Şirket-i Umumiyesi” (Societe Generale de L’Empire Ottoman) isimli bankanın kurucu ortaklarındandır. 1870’te faaliyete başlayan İstanbul Tramvay Şirketi’nin de ortakları arasında yer alır. Uzun yıllar Rum cemaatinin Muhtelit Milli Meclisi başkanlığı görevini de yürüten Zoğrafos, sayısız hayır işleri yapar. Beyoğlu’nda Zoğrafyon Erkek Lisesi, Yeniköy’de kız lisesi kurar. Ayrıca büyük Pera yangınıyla kül olan Naum Tiyatrosu’nun yerine şimdi Çiçek Pasajı olarak bilinen Hristaki Pasajı’nı (Cite de Pera) inşa ettirir.

1863 yılında İngiliz sermayesiyle Bank-ı Osmanî-î Şahane adıyla kurulan Osmanlı Bankası, imparatorluğun Merkez Bankası ve hazinedarı olarak görev yapmaktaydı. Banka 19. yüzyılın sonlarında giderek gelişen piyasa işlemlerinin gerektirdiği hareketliliği ve hızlı bir şekilde büyüyen şube ağını yönetmeye olanak tanıyan çağdaş bir genel müdürlük binasına ihtiyaç duydu. Saint Pierre Han ve Glavany Han’daki ofisler artık yeterli gelmiyordu. 1889 yılında Osmanlı Bankası’na genel müdür olarak atanan Sir Edgar Vincent göreve geldikten bir yıl sonra bankada bir yeniden yapılanma dönemi başlattı ve  Fransız asıllı Levanten Mimar Alexandre Vallaury’e yeni genel müdürlük binasının siparişini verdi. Vallaury’nin Tütün Rejisi tarafından satın alınan arsa üzerine yapmak üzere tasarladığı ikiz binanın inşaatı iki yıl içinde tamamlandı. Yeni Osmanlı Bankası genel müdürlüğü Voyvoda Caddesi, No.11’de 27 Mayıs 1892 günü törenle hizmete girdi. Bankanın yeni kasa dairesini Londra’da dönemin en ünlü kasa imalatçısı Samuel Chatwood yaptı.Bankanın Voyvoda Caddesi’ne bakan neo-klasik ön cephesi, Haliç’e bakan neo-oryantalist arka cephesi bulunuyor. Belli ki Vallaury yapının Osmanlı’nın Doğu ile Batı arasındaki köprü konumunu simgelemesini arzu etmiş.1998’e kadar Osmanlı Bankası’nın genel müdürlük binası olarak kullanılan bina daha sonra Karaköy şubesi olarak faaliyet gösterdi. Ağa Han ödüllü Mimar Han Tümertekin yönetimindeki mimarlar grubu tarafından yeniden düzenlenip işlevlendirilen bina Garanti Bankası desteğinde kâr amacı gütmeyen bir kültür merkezi Salt Galata’ya dönüştürüldü.

Müzede kasaları gezebiliyorsunuz. 1880 tarihli 1 liralık banknotta Türkçe, Fransızca, Rumca ve Ermenice olmak üzere dört ayrı dilde mühür bulunuyor.

Osmanlı Bankası Genel Müdürü: Sir Edgar Vincent’dan bahsetmek istiyorum.Kariyerinin son yıllarında Lord D’Abernon olarak da bilinen Sir Edgar Vincent, Batı Sussex’in Slinford kentinde soylu bir ailede dünyaya gelmiş, Osmanlı Bankası’nın 1889-1895 yılları arasında genel müdürlüğünü yapmış bir İngiliz’dir. Hırslı ve dinamik karakterinin yanı sıra Osmanlılarca pek hoş anılmayan krizlere yol açmasıyla da ünlüdür. Hatta, 2009 yılında kaybettiğimiz, Türkiye’nin en önemli iktisat tarihçilerinden Haydar Kazgan, Edgar Vincent’tan “dalavereciler kralı olarak finans tarihine geçmiş umum müdür” olarak bahsetmiştir.Edgar Vincent, 1895 yılında genel müdürlüğünü yürüttüğü Osmanlı Bankası’na Avrupa borsalarındaki Güney Afrika madenlerine ait hisselerden aldırarak spekülatif borsa hareketleri yaratarak çok sayıda girişimcinin batmasına sebep olmuştur.1881 yılı sonlarında kurulan Düyun-u Umumiye İdare Meclisi’nde üyelik görevinde de bulunduğu esnada Bulgaristan Hükümeti’nin Düyun-u Umumiye’ye olan borçlarını ödememesini haklı gösteren gerekçeler içeren raporlar hazırlattığı için Osmanlılarca fazla sevilmemiş.Vincent’in Osmanlı Bankası genel müdürlüğüne getirilmesinin ardında, ülkedeki tütün gelirlerinin olduğu gibi devredildiği bir Tütün Rejisi Şirketi’nin kuruluşunda rol oynamıştır.

Eski Osmanlı Bankası’nın yanındaki bina, İtalyan sermayeli sigorta şirketi tarafından1909’da İtalyan mimar Giulio Mongeri’ye yaptırılır. Binanın bulunduğu yerde daha önce Antoine ve Cesar Vitalis’e ait olan Vitali Han yer alırmış. Birinci katında yer alan Selanik Bankası’nın bankacılığa kazandırdığı en önemli yenilik, İstanbul’daki müşteriler için özel hesap cüzdanları dağıtması ve 25 kuruştan 300 liraya kadar para yatıran hesap sahiplerine yüzde 4 oranında faiz vermesi olmuş.

Yoğun bezemeli ve görkemli, eklektik cephesiyle dikkat çeken binada Klasik, Barok, Art Nouveau ve Rönesans üslupları bir arada kullanılmış. Yapının adı girişin hemen üzerinde hem Latin hem de eski Türkçe harflerle yazılı. Koçak Gold’un sahibi İsmet Koçak tarafından 2011 yılında satın alınmıştır.

Yapının mimarı Mongeri de handa çalışma ofisi kiralamış. Mongeri, Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk yıllarında İstanbul, Ankara ve Bursa’da önemli eserlere imza atmış iz bırakan bir İtalyan mimar. San Antuan Kilisesi, Karaköy Palas, Maçka Palas, Maçka’daki eski İtalyan Sefareti, Taksim Anıtı Kaidesi ve Bursa Çelik Palas Oteli bu eserlerden bazıları.

Bankalar Caddesi, No 5’te yer alan yer alan Tütün Han, bulunduğu parseldeki 3 hanın yıkılması akabinde inşa edilerek 1911 yılında hizmete girmiş bir handır. Ülkemizde faaliyet gösteren ilk sigorta şirketi olan Ünyon Sigorta Kumpanyası tarafından yaptırılmış olduğu için eski adı Ünyon Han’dır.2000 yılında Tütün Bank’ın mülkiyetine geçen bina Tütün Han olarak anılmaya başlamıştır. Bir dönem Sümerbank’a da ev sahipliği yapan han bugün Yılmaz Ulusoy Holding’e aittir. Avlusuz olan ve zeminle birlikte beş katı bulunan yapı kesme taş kaplı, süslü ve hareketli bir cephesi vardır. Kat araları ile pencerelerin iki yanında firuze rengi çini kaplamalar dikkati çekiyor.

19. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’un Galata bölgesinde sayıları hızla artan apartmanlar mobilya kullanımına da hız kazandırır. Avrupa’dan ithal mobilya getiren çağdaş mobilyanın şehirdeki üretim ve tüketimini başlatıp yaygınlaştıran bu mağazaların en önemlilerinden biri, 1867’de Rum asıllı Georges Jean (Yanni) Psalty tarafından Maison Psalty adıyla kurulan mobilya ve mefruşat mağazasıdır.

Psalty’nın mobilyaları Pera’nın varlıklı aileleri ile saray çevresinde epey itibar kazanır. Psalty’lerin (ya da Türklerin telaffuz ettiği şekliyle İpsaltiler) ana mağazası Altıncı Daire-i Belediye karşısında, İlk Belediye Caddesi’ni Meşrutiyet Caddesi’ne bağlayan Müellif Sokak’ta yer almaktaydı. Bu mağazada hem temsilcisi oldukları Avrupa menşeili firmaların ürünlerini satmakta hem de sipariş üzerine imalat yapmaktadırlar. Bünyesinde 30 kişi çalıştıran firmanın zamanla bölgede başka şubeleri de olur. Avusturya’dan ithal ettikleri “thonet” sandalyeler bilhassa çok popüler olur.

Baba Psalty yaşlanınca 1 Mart 1932 tarihi itibarıyla işin başına Paris’te eğitim görmüş ve mefruşatın yanı sıra iç tezyinat islerinde de uzmanlaşmış olan oğlu Georgiades (Psalty) Micropoulos geçer. “Psalty Mobilya Dekorasyon Kollektif Şirketi” mobilya üretimini 1952 yılında sonlandırır. Ancak Maison Psalty’nin ürünleri antika sıfatına bürünerek, satılmaya devam eder.Dolmabahçe Sarayı’na da mobilya üreten Psalty’lerin gerek ithal ettikleri gerekse de kendi Maison Psalty-Constantinople etiketlerini taşıyan muhtelif mobilyalarını bugün Dolmabahçe Sarayı’nda Camlı Köşk’teki 51 No.lu odada görmek mümkün.

1940’lı yıllarda Voyvoda Caddesi üzerinde Adalet, Agopyan, Ahmet Ağa, Alime, Alyon, Ankara, Sigorta, Assicurazioni Generali, Bahtiyar, Bereket, Bozkurt Jeneral, Çınar, Güven, Hazeran, İstikamet, İş Bankası, Ünyon, Kevork Bey, Minerva , Nişastacıyan, Nur, Soma, Şark, Uzun ve Voyvoda gibi birçok han yapılmış.

Bu cadde üzerinde yer alan Türkiye İş Bankası, Karaköy’ün en dikkat çeken binaları arasında yer alıyor. Bu binanın mimarı Levon Nafilyan’dır. Binanın altında bir tünel ve bir de kuyu olduğu söyleniyor.

Bankalar Caddesi No.8’deki Yeni Bahtiyar İş Merkezi, Galata bölgesindeki hanlar içinde geçmişteki halini en iyi koruyanlarından. İnşa tarihini ve mimarını bilinmiyor. Hanın en eski sahibi Türkiye’nin doktora sahibi ilk hukukçularından, Avukat Gad Franko. Tek Parti döneminin önde gelen fikir adamlarından Gad Franko, Varlık Vergisi Kanunu’nun ayrımcı ve keyfî uygulamasıyla kendisine tahakkuk ettirilen vergiyi ödeyemez ve Aşkale’ye sürgün edilir. Türk Medeni Hukukunun ilk şerhini yazan avukata ait olan bu han da haczedilir ve Toprak Mahsulleri Ofisi’ne satılır.

Bankalar Caddesi’nin sonunda yer alan bu güzel yapı 1911-1913 yılları arasında inşa edilmiştir. Dönemin tümüyle betonarme olarak inşa edilen öncü yapıları arasında olan Minerva Han ilk olarak İmparatorluğun son dönemlerinde Osmanlı’nın Rum tüccarlarına finansman sağlamak üzere zengin bir Rum tarafından kurulan Atina Bankası’na hizmet vermiş. Daha sonra bunu diğer bankalar ve sigorta şirketleri izlemiş. Ancak Minerva Han’da yer almış en büyük banka, sektördeki yoğunlaşma ve tekelleşme hareketinin öncüsü olan Deutsche Bank.

Deutsche Bank’ın 1940’lı yıllarda Minerva Han’daki komşuları arasında Vehbi Koç, Tahir Akbaş, Ahmet Tuncer ve Müeyyet İşmen gibi Türk iş insanları da vardır. Minerva Han günümüzde Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi olarak hizmet veriyor.

Binanın yuvarlak cephesi çinilerle ve küçük heykellerle süslü. Yüksek bir zemin kata sahip yapıda beş normal kat ile bir çatı katı var. Giriş katında miğferli bir kadın büstü göze çarpıyor. Muhtemelen eski Yunan’da bilgi, bilgelik ve sanatı temsil eden Tanrıça Athena’nın Roma Mitolojisindeki karşılığı olan Minerva bu. Yani binaya adını veren tanrıça. İkinci katta kucaklarında meyve sepeti taşıyan Venüs heykelleri görülüyor. Beşinci katta ise tıp ilmini simgeleyen birbirine dolanmış bir çift yılan kabartması bulunuyor.

Gezerken rastladığım çeşmeler. İstanbul’un çeşmeleri öyle çok ki, 542 tane, nereye gitsem karşıma çıkıyorlar. Kimisi bir duvar dibinde, bazen bir meydanda, bazen bir köşede, bazen bir sebil ya da sebille birlikte, bazen bir sebil, bazen bir namazgâh ile birlikte, bazen sütun şeklinde, bazense bir saray yahut konağın içerisinde oda çeşmesi… Böylesine yalnız, terkedilmiş bu çeşmelere bakmadan, anlamadan geçmek içime sinmiyor. Bu gezimde yoluma çıkanlar…

Cihangir-Tophane arasında, İlyas Çelebi Sokağı’ndaki klâsik tarzlı çeşme, Sultan III. Selim döneminde yapılmış. Sultan II. Mahmut döneminde yeniden ihya edilmiş. Çeşmenin cephesi silmelerle çevrelenmiş. Basık sivri kemerli nişi içindeki ayna taşı mermerden yapılmış. Köşe Çeşme, Cihangir Yokuşu Çeşmesi olarak da bilinir. Günümüz binalarına yaslanan çeşmeye, sokakların dönüş yönüne uygun açı verilmiş ve üç cepheli olarak inşa edilmiş. Yolun doldurulması sonucu asfalt yükseldiğinden çeşme zemini epey aşağıda kalmış.

Galata Kulesi’nin arka tarafında, Galipdede Caddesi’yle Lüleci Hendek Sokağı köşesinde yer alan çeşme, Sultan IV. Mehmet döneminde Matbah Emini Hasan Ağa tarafından yaptırılmış. 1650’yle tarihlenen, iki cepheli klâsik bir köşe çeşmesidir. 2010’da yeniden restore edildi.

Her sokak, her bina, her müze, her ibadethane bana bu şehrin ne kadar benzersiz ve özel olduğunu gösteriyor. Durmadan, bu büyülü şehri keşfetmeye devam edeceğim. Çünkü İstanbul, her zaman yeni bir macera, yeni bir hikâye sunuyor.

Bu yazımda da kullandığım kaynaklar:

İstanbul Nasıl Gezilir-Haldun Hürel

İstanbul Gezi Rehberi- Murat Belge

Taşların Dilinden İstanbul_Sami Bayraktar

Strolling Throug İstanbul_Hilary Summer-Boyd & John Freely

Galata Gezi Rehberi-Akdoğan Özkan

Haritalarla İstanbul Gezi Rehberi-İBB

Mustafa Cambaz

Turan Akıncı

Kültür Envanteri

The Magger

Worldpress

Avlaremoz

Bağ Bahçe İstanbul Doğal Istanbul

Belediye websiteleri yazıları, faydalanmamız için yazılarını web, instagram, facebook, X’te yayınlayan bloggerlar, gezginler hepsine ayrı ayrı çok teşekkür ederim. Emeğe saygı önemli!

Tavsiye ettiğim yeme, içme mekanları, yerler ile bir iş birliğim veya reklamım yoktur.!!!