1788

Gizli Tanık

Otobüs yolculuklarında kesinlikle yanımda oturanla konuşmam.

Kural. Sevmem. Onun dışında her yerde konuşurum. Susmam.

Ama bir otobüs yolculuğunda asla.

Çünkü otobüs yolculuğu fırsattan istifade benim içime yaptığım bir yolculuktur. Orada bir başkasının olmasını istemem.

Küçük kasabalar, köyler, büyük şehirler, bitmek bilmez ormanlar, nereden geçmekte olduğumu anlayamadığım karanlıklar boyunca içimde giderim. Kendime gülerim, kızarım, küserim, affederim. Ama o otobüsten iyi inerim.

O yolculukta öyle olmadı. Kendime değil bir başkasına yolculuk yaptım.

Garaja geldiğimde o yerine oturmuştu. Ben de yanına oturdum. Yola çıktık. Bir süre hiç konuşmadık. Çaktırmadan, yandan yanımda oturan yaşlı kadına baktım. Göz göze gelirsek, konuşmaya başlar diye tereddüt ediyordum. Ama kucağında kocaman bir çanta taşıyan o yalnız haline üzüldüm.

"Çantayı yukarı koymamı ister misiniz?"

"O çantanın içinde ev param var"

Oraya ev almaya gelmiş, ancak istediği gibi bir ev bulamamış, dönerken bankaya yetişememişti.

Sohbet böyle başladı. Zaman zaman susup, zaman zaman konuştuk.

Sonra gece oldu. Uyuyamıyordu. Bütün otobüsün uyuduğu, bizim gözümüzü kırpmadığımız saatler gece yarısını çoktan geçtiğinde ikimiz de içimize bakarken, kulağıma doğru eğilip

"Ben çok büyük bir aşk yaşadım" dedi.

"Ahh.. eşinizle.. ne güzel…"

"Hayır evliyken sevgilimle"

Koltuğumu dikleştirip ona doğru döndüm. Bütün vücudum "nasıl" diyordu.

Sesini kısarak anlatmaya başladı.

Her ikisi de evliydi. İkisinin de çocukları vardı ve birbirlerine aşık olmuşlardı. İlişkileri yıllarca, adamın öldüğü güne kadar sürmüştü. Onun karısını ilk kez cenazede görmüş, adamın karısı onu görmemişti, zaten bilmiyordu. İki acılı kadın, biri diğerinden habersiz adamı o gün birlikte uğurlamışlardı.

Adam çok ünlü bir mimardı. Aklıma ilk gelen ismi söyledim. İşaret parmağını telaşla dudaklarına götürdü. Evet oydu.

"Çok büyük bir aşk yaşadık biz" diyip sustu. Camdan dışarı akıp giden karanlığa baktı. Ben de ona bakakaldım. Anlatsın istiyordum. O camdan dışarı, ben ona bakarak bir süre gittik. Rahatsız etmek istemedim, önüme döndüm. O anılarını sayfa sayfa çevirip seyrediyordu.

Gözlerimi kapattım.

Sabah bir inilti duyarak, uyandım. İstanbul’a girmiştik. Yaşlı kadın iyi gözükmüyordu. Kalp krizi. Bağırmaya başladım. Yan koltuklardan insanlar fırlayarak geldiler. Birinin "Kartal Devlet Hastanesi" dediğini duydum. Yaşlı kadın ölüyordu. Hastaneye geldik. Acil Servis. Çantasını aldım. Başhekimin odası. Çantayı içindeki parayı söyleyip ona teslim ettim. Yaşlı kadını nereye götürdüklerini bilmiyordum. Muavin "gidiyoruz" dedi.

Şimdi yerinde çamaşırcı olan o köşe o zamanlar Koşar Deri’ydi.

Oraya bavulumu bıraktım. Yolda bir ara oturduğu apartmanın ismini söylemişti. Apartmanı bulup, komşusuna haber verdim.

O kızlarını aradı. Ev telefonumu verip çıktım.

Birkaç hafta sonra telefonum çaldı. Eve gelmişti. İyileştiğini biliyordum, kızlarıyla konuşmuştum. Beni evine davet etti. Gittim. Odasında yatağında yatıyordu. Ayakucuna doğru oturdum. Bir süre sohbet ettik. Sonra kısa bir sessizlik oldu.

Ayağa kalkıp gitmek için izin istedim. Yatakta uzattığı ayaklarını kendisine doğru çekti: "Yatağın şu ucunu kaldır." Şaşırıp söylediğini yaptım. "Kontrplağı da kaldır, orada eline bir zarf gelecek, onu al." Zarfı bulup ona verdim. Büyükçe zarfın içinden mektuplar çıkardı. Bana uzattı:

"Ondan ve benden başka bu mektupları ilk okuyan sensin."

Yatağın ucuna oturup mektupları elime aldım.

Zamanı azalmıştı. Hayatının en değerli anısı için geride bir tanık bırakmak istiyordu. Bu kızları olamazdı. O mektupları okuyacak, o gizli aşkın gizli tanığı olacaktım. Böylece o aşkın anısının süresi uzayacaktı. İzinli olarak iki kişinin mahremiyetine girmek üzere katlanmış mektuplardan birini açtım.

Okuduğum her mektupla adama, kadına ve o aşka hayran kaldım.

Samimi, edebi, saygılı, romantik ve erotik…

Son mektubu da okuyup hepsini yeniden daha büyük olan zarfa koydum. Bir şey diyemedim. Gülümseyerek başımla "haklısınız" diyen bir bir jest yaptım. Mektupları aldığım yere koymak için ayağa kalktığımda "hayır hayır bana ver" dedi. Uzattım. Yastığının arkasına koydu. Vedalaştık.

Evden çıkarken biliyordum ki o mektupları gören son kişiydim. Zamanının azaldığını düşünüyor, bir başka kalp krizinin aniden gelerek onu alıp götürmesinden korkuyordu.

O mektuplarla birkaç gece daha birlikte uyuyup, onları ortadan kaldıracağını biliyordum.

Ben o evden bitmesi istenmeyen bir aşkın gizli tanığı olarak çıktım.