Son Metro
Soğuk, ahmak ıslatan bir yağmurda Tünel'den Taksim'e yürüdüğüm bir akşam vakti şaşırarak yeni bir metro istasyonu gördüm.
Yeni gördüm.
Milan Kundera'nın Yavaşlık adlı kitabını okumalıyım belki de diye düşündüm. Çünkü böyle detayları hızlı yürüdüğüm için kaçırıyor olabilirim, kitap ilaç gibi gelebilir ve beni iyileştirebilir diye kafamın içinde tek kale maç yaparken, istasyonun önünde sigarasını tüttüren adama metro istasyonunda çalışıyor muamelesi yaparak sordum:
- Osmanbey'e gider mi bu ?
- Gider
Merdivenlerden neşeyle indim.
İstiklal caddesi üzerinde duran bir mucize beni evime kısa yoldan götürecekti.
Merdivenler bitince yürüdüm. Yürüme bitince merdivenlerden indim, merdivenler bitince yürüdüm. Yürüme bitince merdivenlerden indim. Biraz daha aşağılara doğru inersem Osmanbey'e değil Güney Kutbuna çıkıcam dedim. Bir türlü metroya ulaşamıyordum ve nefesim metro yolunda yankılanıyordu. Çünkü tek başımaydım.
Aklımda bütün korku filmleri resmi geçit yapıyordu. Dehşet Treni filminin başrol oyuncusu arkamdan geliyor gibi bir his ensemdeydi . Korku filmi hissini unutmak için Son Metro filminde kim oynuyordu düşüncesiyle kafamı meşgul etmeye çalıştım. Yönetmen Truffaut'ydu da oyuncular kimdi? İşte kafamı meşgul ediyordum. Son Metro filminin yönetmenini hatırlıyor, oyuncularını hatırlayamıyordum. Metro filminin de oyuncularını hatırlıyor ama yönetmenini hatırlayamıyordum. Isabella Adjani ve Christopher Lambert Metro filminde oynuyorlardı. Peki Son Metro filminde kim oynuyordu diye düşünürken amaaaan dedim kim oynuyorsa oynuyor her iki filminde konusunu hatırlayamıyordum ve bu daha kötüydü.
Tüm bunları düşünürken hala ufukta metro gözükmüyordu. Baygın sesli bir kadının cazırtılar içinde 'bu aksam ki son metro seferimizdir' diye anons ettiğini duydum. Hah dedim işte Son Metro'nun başrolünde ben oynuyorum, üstelik erkek başrolde yok filmi tek başıma sırtlıyorum derken metro gözüktü.
Bindim. Korkunç.
Sadece ben varım.
Titreyerek kapı yakınında bir koltuğa oturdum. Sık dişini iki istasyon sonra evdeyim dedim ama korkuyordum.
Kafamın içinden geçirecek birsey kalmadığından fotoğraf makinamı çıkardım. Eski fotoğrafları sildim, yeni çektiklerime baktım. Taksim'e geldik. Derin bir nefes aldım. Bir istasyon kalmıştı. Fotoğraflara bakmaya devam ettim ve geldik.
Osmanbey'deyim. Kapılar açıldı. O da ne? Şişhane'deyim.
Ama nasıl olur iki durak gidip nasıl bindiğim durakta inebilirim?
Nasıl? Nasıl?
Kalbim küt küt atmaya başladı. Çok korkuyordum. Bu korkunç an içinde bir de gizem barındırıyordu. Bu başıma gelen neydi? İndiğim yolları koşarak çıktım. Koşarak, koşarak...
Kalabalık İstiklal Caddesi'ne çıktığımda nefes nefeseydim . Bindiğim takside başımı ellerimin arasına koydum ya da ellerimi başımın kenarlarına koydum hatırlamıyorum .
Bu gizem hakkında hiç düşünmemeye karar verdim. Eve gidip hemen uyuyacaktım. Hemen.
Ertesi gün olayı anlattığım arkadasım İlhan gizemi hemen çözdü. O Şişhane istasyonu sadece Taksim'e kadar gidiyordu.
Şişhane- Taksim. Taksim-Şişhane.
Hepsi bu .
Dört kat merdiven iniyorsunuz, yürüyorsunuz, tekrar merdiven iniyorsunuz ve hepsi hepsi bir istasyon gidiyorsunuz.
Tek duraklık ring gibi metro mu olur?
Tamam ben kafa karışıklığına gizem diyordum.
Peki metroya ulaşmak için metronun gittiği mesafe kadar yürünen bu hattı koyanların kafa karışıklığına ne demeli?
Gizemli kafalar.
Çok gizemli kafalar.